Savaş muhabirliği de dahil olmak üzere uluslararası alanda gazetecilik deneyimine sahip bir isim Kaya Heyse. Türkiye internet medyasının önemli kurumlarından Medyascope’da Genel Yayın Yönetmen Yardımcılığı yapan Heyse, iklim krizi ve çevre konularının, medyanın ana gündemi haline gelmeye başladığını söylüyor. Medyascope olarak, kendilerini ana akım olarak gördüklerini çünkü anladığımız tarzda ana akımın artık öldüğünü vurgulayan Heyse, “Tek çare, uluslararası standartlara uygun gazetecilik yapmak” diyor.
YAZI: Barış DOĞRU
Bildiğiniz gibi medyanın Batı demokrasilerinin kuruluşunda temel bir rolü var aslında. Yargı, yürütme, yasamanın yanında bir dördüncü kuvvet olarak medya, demokratik sistemin inşasında, denetiminde ve ilerlemesinde kritik bir rol oynadı her zaman. Fakat bir yandan da uygarlığın ve demokrasinin sorunları tam olarak çözülmediği gibi, bunların üzerine yeni sorunlar eklendi. Bu konuda medyanın rolü hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İklim krizi, sadece bizim gibi kuruluşlar için değil, genel anlamda tüm dünyadaki medya kuruluşları için ister ana akım olsun, ister bağımsız olsun, en önemli meselelerden biri haline geliyor ya da gelmek üzere. Yani Avrupa’da ve ABD’de iklim krizi artık çoktan gündemi belirlemiş durumda ve bütün büyük basın kuruluşları yazılı olsun internet olsun ya da televizyonlar olsun uzmanlaşmış muhabirler ile ya da muhabirlerini uzmanlaştırarak bu konuda bir sürü haber, belgesel, program vs. yapıyorlar. Türkiye’de bu şimdilik aslında sivil toplumun elinde gibi gözüküyor. İklim krizinin etkilerini anlatmak, onu bir şekilde gündeme oturtmak şu anda sivil toplumun sırtında. Bu, sivil toplumun şu anda öncülük ettiği bir alan ve Türk medyası şu an bunun içine yavaş yavaş giriyor.
Bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu aslında bu müsilaj işinde gördük gibime geliyor. Yani çok başka alanlarda da bir şekilde hep etkisini hissediyoruz ama müsilaj işi patladığından beri her gün ister ana akımda olsun, ister bağımsız ya da alternatif dediğimiz medyada olsun bu konu, gündemin birinci maddesi olmuş durumda. Gündeme geliyor olması da iyi bir şey. Neden iyi bir şey? Çünkü bir kere en iyi tarafı, yavaş yavaş bizde de muhabirlerin ya da yeni muhabirlerin uzmanlaşmasına sebep olacak. Bizim de Medyascope olarak henüz yapamadığımız ama yapmak istediğimiz konulardan bir tanesi de çevre ve iklim krizi konusunda uzmanlaşmış ya da bizim destek olup uzmanlaştıracağımız kişilerle, muhabirlerle çalışmak. Geçen sene pandemiden önce “Gündem İklim” diye bir programımız başlamıştı mesela. Haftada bir yayımlanan bir programdı ve orada uzmanlarla detaylı, derinlemesine yayınlar yapmaya başlamıştık ama sonra pandemi oldu, programı yapan arkadaşımız ayrıldı vs… Orada bir boşluk oluştu, biz şimdi bu boşluğu nasıl doldurabileceğimizin yolunu arıyoruz.
Şu anda konular gündeme geldikçe haber oluyor, ki bu normal bir şey. Ama bunun artık aynen siyaset gibi, ekonomi, eğitim, sağlık ya da dış politika gibi ayrı bir uzmanlık alanı haline gelmesi lazım. Bunu da ilk başaran, bir öncülük etmiş olacak ve hem bu konunun düzgün tartışılması hem de karar vericilerin etkilenmesi konusunda çok büyük fayda sağlayacak. Bu konuda ana akım da bir şeyler yapmaya başladı ama zaten biz de Medyascope olarak, kendimizi ana akım olarak görüyoruz. Çünkü anladığımız tarzda bir ana akım artık kalmadı.
Ben de tam onu soracaktım. Bazen konuşurken “ana akım medya öldü Türkiye’de” diye ifade ediyorum. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Aynı şekilde düşünüyorum. Ana akım denen şey öldü ve yeni ana akım da artık insanların alternatif medya olarak tanımladığı kuruluşlar haline geldi.
Habercilik alanında bunu net olarak söyleyebiliriz herhalde. Habercilik dediğimizde aklımıza Medyascope, Diken, T24, Gazete Duvar geliyor. Bunlar bence artık alternatif medya değiller. İzlenme oranları açısından belki daha düşük gözüküyor olabilir ama gerçekten ana akım gazetecilik yapıyorlar.
Katılıyorum size. İzlenme oranlarında da internetteki izlenme oranlarına baktığımızda, -televizyon olarak karşılaştırmamak lazım- o zaman artık bizim gibi kurumların da, Youtube olsun, Google Analytics olsun oradaki etkileşimlerde, ana akım dediğimiz kuruluşlarla başa baş gittiğini görebiliyoruz. Eski ana akımdaki haberler artık yurttaşlara yetmiyor. İnsanlar, Türkiye’de gerçekten neler olup bittiğini, bu ülkede neler yaşandığını öğrenmek istiyorlar. O yüzden Türkiye’nin dört bir yanındaki direnişler, mesela bu maden ocaklarına karşı olan protestolar acayip önemli. Biz bunların hepsini takip ediyoruz. Bir ekibimiz, bütün Türkiye’yi dolaşıyor ve her yerden bu maden direnişleriyle ilgili haberler yapıyor. Bu işleri yapan şirketler kim, yapılmak istenen ne, bunun getirisi nedir, orada yapılmak istenen projeler nedir, bunların Türkiye’ye bir faydası var mı, bunların doğaya etkisi nedir… Bunları araştırıyor, görselleştiriyor, videolarını ve podcastlerini yapıyoruz, bunların uzun hikayelerini yazıyoruz…
Gazetecilik de bu aslında…
Evet bu gazetecilik, bunun ana akımı falan da olmaz, yapılması gereken gazetecilik budur ve biz bunu yapıyoruz. Niye yapıyoruz? Çünkü bunu yapan başka bir kurum yok, kalmadı.
Bu anlamda ana akım medyanın geri dönmesini beklemek de anlamsız olabilir. Belki de dönmeyecek, geri dönmesine de çok ihtiyaç kalmamış olabilir. Böyle bir medya düzeni, habercilik anlamında belki çok daha pozitif bir şey olabilir. Siz ne dersiniz?
Ben de artık eski ana akım olarak tabir edilen şey neyse onun zaten çok büyük bir itibar kaybına uğradığını düşünüyorum ve Türkiye’nin normalleşmesi durumunda yeni ana akım olarak bizim gibi kurumların en ön safta olacağına inanıyorum.
Biz zaten 10 yılı aşkın bir süredir bu konuyu takip ettiğimiz için, bu alanda belirli bir uzmanlaşmamız var. Ama biraz önce siz de vurguladınız, bu konuda önemli bir deneyim ve bilgi eksikliği var gazeteciler arasında. Bu da gayet normal çünkü derslerde okutulmuyor; eski gazeteciler de bu konuyu bilmiyor, açıkçası çok öğrenmeye istekli bir insan kitlesi de yok eski gazetecilerde arasında. Yani ciddi bir meslek içi eğitim sorunu var…
Doğru, haklısınız. Bu önemli bir problem, sadece Türkiye’de yapılan gazetecilikle alakası da yok, yeni yeni farkına varılıyor Türkiye’de bu meselenin. Başta vurguladığım gibi sivil toplum bu işte medyanın önünde şu anda; yani farkındalığı ilk onlar yaratıyor, onlar insanları konuşturuyor, olaylara dikkat çekiyor. Bu konuyla ilgilenen iyi kurumların, yani iyi araştırma yapan, uzman ağına erişimi olan, sadece Türkiye içerisinde değil yurt dışına da erişimi olan kurumların bu yeni ana akım medyayla -yani bizim gibi kurumlarla- daha fazla konuşarak, daha fazla iş birliği yaparak mevzuları ayrıntılı ve derinlemesine bir şekilde gündeme getirmeleri gerekiyor. Bu da yavaş yavaş başlayan bir şey. Bu konuda Medyascope olarak öncülük etmeye çalışıyoruz. Aslında birçok sivil toplum kuruluşuyla da işbirlikleriniz var. Yani konuyu, konunun gerçekten sahibi gözüken, konuyu büyütmeye çalışan, farkındalığı artırmaya çalışan sivil toplum kuruluşlarına taşıma gayretindesiniz. Evet ve bu bizim için işin bir boyutu.
Şu anda henüz o uzmanlıkta muhabirlerimiz, editörlerimiz olmadığı için -zamanla olacak- biz şu anda kendimiz bir gündem yaratamıyoruz bu mevzuda. Ama mesela dünya çapında yapılan bütün araştırmaları takip ediyoruz. Örneğin Greenpeace ile yeni bir yayın yaptık, özellikle nehir kirletmeleri üzerine. Yani nehirlerin denizleri nasıl kirlettikleri üzerine. Yine müsilaj konusunda çok sayıda yayın yaptık. Maden protestoları konusunda Türkiye turumuz devam ediyor; en son Sakarya ve Bursa’daki olayları derledik. Şimdi Orta ve Batı Karadeniz’i bitiriyoruz. Herhalde yakın bir zaman içinde konuyla ilgili videoları da yayımlamaya başlayacağız. Bunlar, bizim bu tarz kurumlardan aldığımız bilgiler doğrultusunda yaptığımız haberler. Ama hayalimiz tabii ki uzman yetiştirmek. Yani bu konuda, iklim krizi takibi konusunda uzmanlar yetiştirmek. Burada da İngilizce bilmeleri gerekiyor çünkü ana araştırmaların hepsi yine Avrupa’da ve ABD’de yapılıyor. Ayrıca işin siyasi ve ekonomik boyutunun da iyi kavranması gerekiyor.
Ekonomi bilmeden bu konunun iyi ele alınamayacağını düşünüyorum ben de. Genelde sorunların ekonomiyle bağlantısı kurulmadığı zaman bu bir felaket haberciliğine dönüşüyor. Ve bu, konuyu doğru ele almanızı engelliyor.
Katılıyorum. Bu, Türkiye’de yeni yeni başlayan bir şey ve biz bunu başarırsak öncülük etmiş olacağız. Yani ilerisi için haberciliğimizle fark yaratacağız ama en önemlisi, yaratacağımız gündemle, yapacağımız haberlerle, yeni ana akımda olmanın vereceği güçle karar vericileri bir şekilde etkileyeceğiz.
Bizim iklim krizi iletişiminde çok konuştuğumuz bir başlık var: “Korku iletişimi.” Biliyorsunuz iklim krizi konusunda başlangıçta, kutup ayıları ve felaketler üzerinden giden bir iletişim ve haber geleneği oldu. Hatta buradan varkalmacılık, survivalizm başlığı altında bir eğilim gelişti; yansımalarını en çok sinema sektöründe gördüğümüz. Bu korku iletişiminin de aslında tam tersi bir etki yarattığına dair bir görüş var. “Yandık, bittik, mahvoldu insanlar, dünya” olarak özetleyebileceğimiz ruh hali de iki temel tepki yaratıyor: Ya görmezden gelme ya da nihilizm. Bu konuda düşüncelerinizi merak ediyorum…
Buna ancak bir gazeteci olarak cevap verebilirim. Buradaki tek çare, uluslararası standartlara uygun gazetecilik yapmak. İşin 5N1K’sını araştırmak ve ondan sonra da olay neyse onu vermek. Acayip manşetler atma, işin en vurucu, çarpıcı, korkutucu kısmını öne çıkarmayı doğru bulmuyorum. Yani bunlar yapılan şeyler ama Medyascope olarak biz sansasyonel haberler yapan, böyle manşetler atan bir haber kanalı değiliz. İklim krizi gibi konularda, bizi belki etkilemeyecek olan ama 50 yıl sonra belki benim çocuğumu etkileyecek mevzularda dikkatli habercilik ve sorumlu habercilik yapan bir kurumuz. Yani şu anda belki sizi beni etkilemeyecek bu, su kıtlığı çekmeyeceğiz, su altında kalmayacağız vs. ama kendi çocuklarımız ya da onların çocukları belki Bodrum’da bir daha denize giremeyecekler, belki Datça’ya gidemeyecekler, belki Datça tamamen su altında kalacak… Tabii bunları bilemiyoruz ama bu tarz haberler, ancak bilimsel öngörülerle desteklenerek yapılabilir. Onun dışında, korkutmak yani o “korku iletişimi” dediğiniz şey, inandırıcılıktan da uzak oluyor ve bir noktadan sonra işi biraz bilim kurgulaştırıyor. Biz buna hiçbir zaman alet olmadık, olmayız da. Bizim için öncelik, uluslararası gazetecilik standartları neyse o doğrultuda düzgün haberler yapmak. Gerçek gazeteci standartları, zaten bu konuda aşılı diyorsunuz… Evet ve zaten problem onlardan vazgeçilirse çıkıyor. Onlardan vazgeçilmediği sürece de ulaşabiliyorsunuz insanlara. En önemlisi de karar vericilere ulaşabiliyorsunuz.
Bir de dünyada yeni yeni gelişen bir gazetecilik yaklaşımı var. Çözüm odaklı gazetecilik başlığı altında ele alınıyor. Yani bir yandan kötü olayları, gerçekleri göstermek ama bir yandan da çözümleri haberlerin içine yedirmek veya mutlaka bu konuda da haberler yapmak, yani iklim değişikliğiyle mücadele eden örnekleri de ortaya koymak… Bu konuda neler söylersiniz?
Bu soruya yine bir gazeteci olarak cevap vereyim. Gazetecinin görevi, bir şeyi çözmek değildir; sorunları uzmanlar, siyasiler, ekonomistler vs. çözer. Gazetecinin görevi, bir problemi çözmek değil, problem olarak öngördüğü, tespit ettiği bir konu varsa ve bunun da kamuyu ilgilendirdiğini düşünüyorsa bu problemi her yönüyle en açık, anlaşılır ve şeffaf şekilde dile getirmektir. Ondan sonra da o problemle ilgili bir şey yapılıyor mu, yapılmıyor mu onu takip etmektir. Yani iklim krizini gazeteci çözemez, hiçbir zaman da çözemeyecek. Ekonomiyi de dış politikayı da çözemez ama gazeteci, problemi ve burada bir yanlış olduğunu görür ve bunu dile getirir, en ince ayrıntısına kadar. Bunun takibini yapar. Bu her konuda böyle, iklim krizinde de böyle.
Yani bu haberlerden yararlanacaklar zaten yararlanacaktır…
Tabii ki. “Kömürden vazgeç” demez gazeteci. Kim diyecekse o der, uzman der. Gazeteci “Nükleer enerji kurmayın” demez. Bir problem varsa onu araştırır, anlatır, bağlam verir, geçmiş olaylara bakar, ne olaylar yaşanmış, nelere sebep olmuş, o olaylar daha sonra ülkelerde neleri değiştirmiş, bu değişikliklerin çevreye, iklime, ekonomiye ne gibi etkileri ya da katkısı olmuş bunları araştırır. Ve ondan sonrası da artık karar vericilere kalır.
Dezenformasyonu temizlemek bile bu konuda aslında önemli bir iş değil mi?
Tabii, Şimdi biraz aşı konusu öne geçti pandemi nedeniyle ama öncesinde iklim krizi, ilk üç komplo teorisi mevzusundan bir tanesiydi. Yani burada da gazetecinin elindeki tek güç, uluslararası standartlar ile gazetecilik yapmak.
Medyanın, daha önce demokratik toplumların gelişiminde yaptığı katkıyı aynı şekilde devam ettirmesi bu konuda yeterli diyorsunuz sanırım…
Evet. Yani gazetecilik zor bir meslek ama o kadar da zor değil. Bizim uymamız gereken etik kurallar, standartlar belli… Mutlak doğru diye bir şey yok zaten ama ona yakın şeyler var ve o doğruya ne kadar yaklaşabiliyorsak o kadar iyi, o kadar doğru gazetecilik yapmış oluruz.