Empower with Nature (Doğayla Güçlen) platformunun kurucusu, Birleşmiş Milletler Global Ekolojik Köyler Ağı Elçisi Maya Galimidi ile sürdürülebilir yaşamı, çölde permakültürü, çocuk eğitiminde sürdürülebilirlik ve ekoloji eğitimi üzerine konuştuk. 15 yıllık özel sektör tecrübesinin ardından Galimidi, Türkiye’deki kuraklık üzerine araştırma yaptığını ve aradığı yanıtı çölde bulduğunu ifade ediyor.
Röportaj: Burcu GENÇ
Empower with Nature fikri nasıl doğdu? Kısaca bahsedebilir misiniz?
Empower With Nature, yani Doğayla Güçlen, aslında tamamen benim kendi çıktığım yolculuk ile başladı. Ben İstanbul doğumluyum. Hep şehirde büyüdüm ve yaşadım. Fakat her zaman doğada olma isteğim vardı ve bu sebeple son beş senemi çölde geçirdim. Aslında permakültürü, Türkiye’de öğrenmeye başlamıştım, ardından çöller ilgimi çok çektiği için oraya gittim.
2015, tam da çölleri yeşertme projelerini okurken, sürdürülebilir kalkınma üzerine, kuraklık ve çölleri yeşertme politikaları üzerine konuşmaların olduğu yıldı. Türkiye’de de kuraklık olacağını bilmek, benim ilgimi çok çekmişti. Eğer gerçekten insanlar çölde kendilerini geçindirebiliyorsa o zaman bir çözüm var diye düşündüm çünkü yardımlar çok güzel ama insanların bağımsız şekilde ayaklarının üstünde durup yaşamlarını sürdürebilmesi bambaşka bir şey. Bu yüzden Necef Çölü’nde permakültür eğitimi ve sürdürülebilirlik yaşam eğitimi aldım. Sonra orada hem gönüllü olarak bir sene çalıştım hem de sonra çalışmaya başladım.
Tamamen Doğa ile Güçlen’de takımda gördüğünüz bütün kişiler benim hem bu dönemde hem öncesinde tanıştığım, arkadaş olduğum ve beraber çalışmaya başladığım insanlar. O yüzden de dünyanın dört bir tarafından insanlar var: Kenya’dan, Türkiye’den, Avustralya’dan, ABD’den… Ama herkesle birlikte çok değişik disiplinler ve çok değişik kültürlerle birlikte bir şeyler ortaya koymak bambaşka oluyor. Bunları yapabileceğimin farkına varınca, insanların ‘evet, yaparız’ demeye başladığını görmek beni de çok heyecanlandırdı.
Hem farklı disiplinlerin olması, herkesin değişik bir disiplinden gelmesi… Çünkü aslında disiplinler arası o diyalog olmadığı zaman bir şeyleri unutuyoruz, bir şeyler kaçıyor. Yerel kültürlerle ilgili okuduğum zaman, yani dünyadaki yerel kültürlerle, hep bir şeye baktıklarında her şeye birden bakıyorlar. Yani bir hayvanı incelediklerinde onun ne yediğinden, yarasını nasıl tedavi ettiğinden genetiğine kadar her şeyiyle inceliyorlar ve bu bütünsellik, bütünsel bakış açısı beni çok etkilediği için aslında değişik disiplinlerle bir arada projelerde insanların bir anda birçok değişik yönden bir konuyu ele alıp öğrendiklerini görüyoruz. Kültürel olarak da insanların değişik ülkelerden veya değişik yerel kültürlerden gelenler var -özellikle Kenya’da kabilelerden gelenler, Mısır’da Bedeviler… Bu da tamamen doğadan kopmamış insanlardan neler öğrenebileceğimiz. Bunun dışında ekibimizde Türkiye’den Arkeolog Mine Küçük var çünkü eğer yerel kültürün olmadığı bir yerdeysek arkeoloji bize ipuçları veriyor. Hangi ağaçlar vardı, hangi tohumlar vardı diye ki bugün çok konuşulan şeyler antik tohumlar, ağaçlandırma, yanlış ağaçlandırma gibi şeyler. O yüzden de hepsinin bir araya gelmesi müthiş oldu. Amacımız insanlara bir şeyi deneyimleterek yaşatmak. Her derste de -çevrimiçi dersler dahil- aralarda hep insanların kendi oldukları yerlerde bir şeyleri deneyimlemesini sağlamaya çalışıyoruz. Çünkü nerede yaşarsak yaşayalım bir şekilde doğa hep var; bir park var, bir su kenarı var veya hiçbir şey yoksa gökyüzü bizimle… Ve gökyüzünün doğa olduğunu çoğu zaman unutuyoruz. O yüzden deneyimletmek, bir şeyleri elleriyle yaptırtabilmek, gerçekten görmelerini sağlamak… Çünkü bu, bilinci değiştiriyor. Yaşanan şeyleri aktarmak da değiştiriyor. Hem sözlü olarak aktarıyoruz hem birimizden öğreniyoruz hem de sanatın çok büyük bir rolü olduğunu görüyoruz. Bunun için Doğayla Güçlen’de Jeanette Mueller, Avusturya ve Tayland’da yaşıyor, doğa ve sanat üstüne olan dersler veriyor.
ODTÜ’de yaptığımız proje “Yerin Ekosu” programı da tamamen müzikleydi. Müzik profesörlerimizle yaptığımız bir program oldu. İnsanların yaşadığını bir şekilde yansıtması gerekiyor ve sözün dışında da yansıtınca bilinç değişmeye başlıyor tamamen. Çünkü onu birkaç farklı şekilde yansıtabilmeye başlıyorsunuz artık.
“Yerin Ekosu” programına söz gelmişken program nasıl geçti?
Yerin Ekosu, mimarlık fakültesi, şehir planlama, mimari ve endüstriyel tasarım fakülteleri içindi. Çok güzel iki gün oldu. Hem mimari hem kültürel miras hem de biyolojik çeşitlilik, kuş gözlemciliği, sürdürülebilirlik ve müzik hepsi bir aradaydı. Ama ODTÜ kampüsü zaten mimarisi ile çok meşhur bir kampüs. Onun dışında orman alanı ve ormanda geç Frig döneminden kalma kalıntıları Galat ve Osmanlı döneminden kalma çeşmesiyle de aslında geçmişten geleceğe ve yeri anlayarak bir şeyleri tasarlamak, insan ve yer/mekan ilişkisini bambaşka boyutlarda incelediğimiz iki gündü. Öğrenciler, inanılmaz bir farkındalık olduğunu, kampüsü hiç bu şekilde deneyimlemediklerini söylediler. Sorunlar fark edilince çözümler zaten geliyor çünkü o zaman çözüme odaklanıyor insanlar.
Ekolojinin mekanla olan ilişkisine değineceğim. Birleşmiş Milletler (BM) Global Ekolojik Köyler Ağının da bir üyesi, daha doğusu uluslararası elçisisiniz. Biraz ondan da bahsedebilir misiniz? Biraz ekoköy hem mekan hem ekoloji, bunların hepsini birbirine bağlayan bir program sanırım.
Global Ekolojik Köyler Ağı, BM’ye bağlı bir kuruluş. Benim yaşadığım Necef çölünün güneyinde, Arava bölgesindeydim. Arabah, Necef çölünün de en kurak bölgesi. Kelime anlamıyla da hiçbir şey yetişmeyen demek, o derece kurak. Ve orada Kibbutz Lotan diye bir köydeydim ama bu köy zaten Global Ekolojik Köyler Ağı’na bağlı bir köy ve permakültür kursları da bu köydeki, global ekolojik köyler tarafından en tavsiye edilen permakültür kurslarından biriydi.
Ben kendim ekolojik bir kampüste yaşadığım için köyün içinde tamamen o ekolojik köy hayatını deneyimledim. Ekolojik köyde normal bir köyden birkaç fark var. Bir tanesi teknolojik olarak güneş panelleri, suları dönüştürerek pis suları özellikle musluk ve makinelerden kalan suları aynı zamanda bütün atıkların dönüşmesi, yemek atıklarının tamamının komposto dönüşmesi gibi. Köy zaten kompostuyla meşhur.
Diğeri kolektif yaşamın da olduğu bir yer. Bu her ekolojik köyde değişiyor ama bir şekilde bir birliktelik var. Bu bazen parasal olarak bir birliktelik olabilir; herkesin paraları eşit oluyor. Ortak festivalleri kutlama, eğitimler gibi etkinlikler oluyor.
O yüzden öyle bir hayatta da insan aslında rekabetin olmadığını anlıyor. Bu, şehir hayatından gelen benim gibi biri için çok büyük bir deneyimdi. Herkes rekabeti reddediyordu ama gerçekten rekabet etmedikçe insanların bir araya geldiğini ve birbirine yardım etmeye başladığını görmek bambaşka bir şey. Bunu özellikle iş hayatında yaşamak bambaşka bir noktaydı. O yüzden sanırım Doğayla Güçlen’i gerçekten sevdiğim dostlarımla kurmak da benim için büyük bir mutluluktu.
Kurumunuzda nasıl eğitimler veriliyor? Eğitim içeriklerinden kısaca bahsetmeniz mümkün mü?
Şu an tam tarihleri planladığım bir zamandayız. Doğa ve Aidiyet eğitimimiz yeni bitti ama tekrar olacak, onun tarihlerini planlıyoruz. Doğa ve aidiyetten bahsetmek isterim. Aslında her hafta olan dersler ama aynı zamanda da insanların yaşadıkları yerlerde doğayı değişik şekillerde deneyimlemelerini sağlayacak egzersizler yaptırılan bir kurs. Genelde hayatımızda ya çok yer değiştirdiğimiz için kendimizi olduğumuz yere ait hissetmiyoruz ya da yaşadığımız yer çok değiştiği için. İstanbul güzel bir örnek… Ait hissetmek içimizde bir ihtiyaç, bir şekilde köklenme, bağlanma ihtiyacı. Biraz bunları konuştuğumuz ve pratiğe geçirdiğimiz bir ve biraz felsefeyi pratiğe döktüğümüz bir kurs. Çünkü yaşadığımız her yerde kendimize ait küçük bir şey bulabiliriz doğanın içinde. Bir ağacın gölgesi de olabilir, bir denizin kenarı da olabilir. Ama kendinize ait bir yer bulduğumuz zaman, orayla yavaş yavaş bağ kurduğumuzda ve gerçekten yaşadığımız yeri anladığımız zaman bizim de neden orada olduğumuzu anlamaya başlıyoruz. Yani orada olmamızın da bir sebebi var ve bunlar birleştiği zaman aslında yaşadığımız yerle daha mutlu bir şekilde yaşıyoruz. Aynı zamanda, insan bir yere bağlandıkça onu korumak istiyor ve oradan da aslında sürdürülebilirliğe geliyoruz bir şekilde. Çünkü korumak, en zor olan şey bence… Kurs tam olarak aidiyet meselesini irdeliyor: O yere doğasıyla, tarihiyle, her şeyiyle bakabilmek. İsmiyle bile, neden o isim verilmiş diye.
Ekolojik Kimlik eğitimi, ekolojik kimlik-ekolojik benlik dediğimiz, bize doğduğumuz andan itibaren verilen kimliklerimiz var. Nerede doğduğumuz, hangi dinde doğduğumuz… Bunların çoğu sosyal ve kültürel olarak bize verilen kimlikler ama ekolojik kimlik dediğimiz aslında doğada bizim kendimizin seçtiği kimlikler ve onu doğada kendimizle örtüştürebildiğimiz zaman yapabildiğimiz şeyler. O yüzden gerçekten o bağı kurup yapabildiğimizi anlattığımız şeyler. Çünkü insan hayata ve doğaya bambaşka bir şekilde bakmaya başlıyor ve kendine elbette. Çünkü kendimizi anladıkça dünyamızı anlıyoruz, dünyamızı anladıkça kendimizi anlıyoruz. İkisi bir gidiyor.
Ekoloji ve Amaç eğitimimiz var. Hepimizin hayatta daha büyük amaçları var. Bu hem kendi yeteneklerimizle hem kendi hayatımızda yapmak istediklerimizle ilgili. Ve genelde hayatta amacı bir sıfat, ünvan olarak düşünüyoruz. Aslında bundan daha büyük bir şey. İnsan doğada kaldıkça, doğanın içinde oldukça -ki bu yaptırdığımız egzersizlerle bunu gerçekleştiriyoruz- bir şekilde yavaş yavaş o noktaya geliyor ve iç sesiyle konuşabilmeye başlıyor ve gerçekten ben ne yapabilirim diye düşünmeye başladığı zaman bir şey oluşuyor.
Onun dışında Sürdürülebilir Yaşam kursumuz var. Sürdürülebilir Yaşam kursu, sürdürülebilir bir yaşama geçmek isteyen insanlar için fikir veren bir kurs. Global ekolojik köyleri anlatıyor. Dünyanın değişik taraflarında köyler yapılıyor, nasıl yaşamlar var ve insanlar neler yapmaya çalışıyor öğreniyoruz. Her ekolojik köy kendine özgü. Bir kısım ekolojik köy aslında geleneksel köy olup teknolojilerle ekolojik köy haline gelirken bir kısım ise ekolojik köy kurmak isteyen insanların kurduğu köyler oldular. Aynı zamanda da geçiş kasabaları dediğimiz, dünyada değişik örnekler var. İnsanların bir araya gelip yenilenebilir enerjiler kullanarak kasabayı yapmak istiyorlar. O yüzden dünyadan değişik örnekler verdiğimiz bir içeriği var, maalesef olması gerekene “alternatif yaşam” diyoruz… Ama ekolojik köylerin şöyle bir mottosu var: “Her şey bir köy olarak çözülebilir. Bir çocuğun büyümesi için bile bir köye ihtiyaç vardır.”
Eğitimleriniz pandemi nedeniyle çevrimiçi olarak mı yapılıyor?
Doğa ve Aidiyeti çevrimiçi olarak yapıyoruz. Diğerlerini nasıl yapacağımıza şu an karar veriyoruz. Eylül ayından itibaren tamamen tarihleri ve her şeyi belli olmuş olacak.
Bunlar interaktif eğitimler mi yoksa mentorluk gibi mi? Her kursun kendine has bir yöntemi mi var?
Her kurs kesinlikle interaktif çünkü birbirimizden öğrenmenin çok önemli olduğuna inandığımız için, doğanın içinde bir şeyleri deneyimleterek organize ediyoruz. Bazı kurslarda ellerimizle yaptığımız şeyler oluyor ama bu kursa göre değişiyor.
Türkiye’de ekoköy örnekleri var mı?
Aslında var ama daha gezip görmedim, en kısa zamanda ziyaret edeceğim.
Mısır, Ürdün ve Brezilya’daki çalışmalarınızda deneyimlediklerinizde nasıl farklılıklar vardı?
Her yerin aynılığı ve farklılığı var. Sorunlar aynı, çok benzer. Ürdün ve Mısır çöl ülkeleri bunun içinde ama çölde olağanüstü tarım çalışmalarının yapıldığı yerler var. Bedevi kabilelerinin bir araya gelerek gerçekleştirdiği yüksek verimli çalışmalar var. Bunlardan bir tanesi Doğayla Güçlen’in ekibinde de olan Mısır’da yer alan Habibi Organik Çiftlik.
Elbette, Mısır, Ürdün ve Brezilya’yı düşününce, Brezilya daha farklı bir yer. Brezilya deyince hep yağmur ormanları geliyor ama Brezilya’da da çöl olan bir bölüm var. Onlarla yaptığımız çalışma, lise öğretmenlerine verdiğimiz kursla onların öğrencilerine eğitim verdiği bir sistemdi. Hepsinin ortak sorunu çöl ve bir şeyin çok zor yetiştiği yerlerde insanlar yaşamak istemiyor ve ülke popülasyonları ona göre değişiyor. Bu yüzden şehirler ve daha ormanlık alanların nüfusu yoğun oluyor, çöller bomboş kalıyor. Çölleri de geliştirebilmek için insanlar değişik şekillerde eğitimler yapıyor ve çölde de yaşanabileceğini, tarım yapılabileceğini öğreniyor. Bütün projelerin amacı aslında çölde hayatı sürdürebilmek, çölde yetiştirebilmekti.
Gerçeği söylemek gerekirse, permakültürün çölde yapılabildiğini hiç duymamıştım. Bu sebeple biraz konuyu açmak istiyorum.
Evet, bu soru çok geliyor aslında ama en çok da ihtiyaç var. Çünkü toprak yok. Yani gerçekten kompost yapmak gerekiyor çünkü iyi bir toprak yok. Türkiye’de çok şanslıyız, güzel bir toprak var. Kuraklık geliyor, başka sorunlar var ama aslında genelinde çok güzel toprağı olan bir ülke. Aynı zamanda su yok. Gerçekten ona göre çözümler bulmak gerekiyor çölde.
Altı yıl önce açlık ve susuzluk konuları çok ilgimi çekiyordu. Ben ki hiç ellerimle bir şey yapmamış bir insandım o noktaya kadar, hiçbir şey ekmemiştim. Bunu yapabilir miyim merak ediyor ve deneyimlemek istiyordum. Yapabildiğimi görmeye başladığım anda çok güçlendiğimi hissettim. İnsana bu çok büyük bir güç veriyor. O yüzden zaten “Doğayla Güçlen”. Çünkü birdenbire insan aslında her şeyi yapabileceğini fark ediyor. Tek bir disiplinde olduğumuzda tek bir şeyi çok iyi yapıyoruz ama bir sürü şeyi yapabiliriz ve bu bana çok ümit veriyor. Benim için en büyük değişiklik, hayata ümitli bakabilmeye başlamak oldu.
Çölde kaldıkça bu eğitimleri yaygınlaştırmam gerektiğini fark ettim. Çöldeki son dört senedeki görevim, oradaki sürdürülebilir hayat eğitimlerini tüm dünyadaki üniversitelere yaymak veya projeler yapmak oldu.
Farklı coğrafyalardan insanlarla çalıştım; Mısır, Ürdün ve Brezilya gibi. İnsan, neyin ne kadar değiştireceğini bilemiyor. Mühendislerle yaptığımız çalışmalarda bambaşka fikirler çıkıyor, öğretmenlerle bambaşka. O yüzden de bunu yaymanın benim işim olduğuna karar verdim ve bunu yapmak istediğimi fark ettim.
Sanırım, o motivasyonu size sağlayan bu eğitim ve dünyayı nasıl değiştirebiliriz oldu…
Evet. Kursa her gelenin de hayatının çok değiştiğini veya başka hayatları değiştirdiklerini gördüm. Kolektif ekolojik köy açanlar, çamurdan inşaat firmaları açanlar, çocuklarla farklı etkinlikler yapanlar… Çöl, farklı ülkelerden birçok insanın bir araya geldiği bir yer.
Mesela, konularımdan biri ekolojik teknolojileri anlatmaktı. Güney Asya veya Afrika ülkelerinden gelen ve Avrupa ve Amerika’dan gelen öğrencilerin soruları birbirlerinden çok farklı. Çünkü biri gündelik yaşamında gerçekten kullanacak ve gündelik yaşam soruları sorarken, diğerleri çok daha teknik sorular soruyor. Ne kadar çok şey yapılması gerektiğini, dünyada ne kadar çok ülkenin altyapısı olmadan yaşadığını görmek, daha yapılacak çok şeyimiz var dedirtti.
Okullarda ekoloji derslerinin önemi nedir?
Sanırım 2018-2019 gibi İtalya’da okullarda ekoloji eğitimi verilecek haberi çıkmıştı. Benim gözlerimin dolduğu bir andı o. Çünkü gerçekten yaygınlaştıkça dönüşüyor, davranışlarımız da ona göre değişiyor. Bir şeyleri faklı gördükten sonra onu görmemiş gibi davranamıyoruz. Bir yerde içimizde görüyoruz onu. Ve çocuklar özellikle daha iyi görüyor. Çocukların, ebeveynlerini de değiştirdiğini görüyoruz davranış olarak. 10 tane pet şişe getirip 1 su alacağım gibi ödül yöntemiyle öğretilmeye çalıştığında olmuyor veya “şunu yapma, bunu yapma” deyince sıkıcı oluyor. Ama gerçekten sürdürülebilir yaşamı benimseyince mutlu oluyorsunuz çünkü dünyaya güzel bir şeyler yapıyorum diyorsunuz. Küçücük de olsa bir katkım var dedirten bir yaşam ve çocuklar onu yaşayarak öğrendiği için onun mutluluğuyla da büyüyeceklerini ve bunun çok şey değiştirebileceğini düşünüyorum.
Mevcut eğitim sistemi bizi, insanlığı ekolojiden ve doğadan uzaklaştırdı sanırım. Bizi, sakatlayan şey aslında şu anki eğitim sistemi de olabilir diye düşünüyorum.
Bu bütün dünyada, bu şekilde oldu çünkü daha analitik bir eğitim sistemine gittik. Herkesin bir alanda profesyonelleşeceği bir eğitime yöneldik ve farklı bir konu olduğunda “ben başka bir şey yapamam, sadece bunu yapabilirim” diyen bireyler olmaya başladık. Ben de öyle hissediyordum. “Ben elimle hiçbir şey yapamam” diyordum ama insan aslında yapması gerektiğini fark ediyor. Çölün böyle bir faydası var. Yapmanız gerekiyor çünkü hiçbir şey yok ve her şeyi kullanmanız gerekiyor. Bütün atıkları, her şeyi… Ve tüm bunlardan bir şey yaratmanız gerekiyor. O yüzden de her şeyin ne kadar kıymetli olduğunu anlıyorsunuz ve “her şeyi aslında yapabilirim” demeye başlıyorsunuz.
Sadece eğitim sistemi değil bence kültürel ve sosyal olarak da herhangi bir şey yapmak istesek bugün bir sürü farklı izin almamız lazım. Sistem sizi engelliyor ancak çölde böyle bir şey yok. Onun çok büyük bir farkı var tabii.
Eğitimde ve özel sektörde de yapmaya çalıştığımız projeler var. Özel sektör çok güçlü bir sektör ve farklı alanlarda yetenekleri ve altyapısı olan bir sektör. Dünyanın özel sektöre çok ihtiyacı var. Bu işlerin içine özel sektörün mutlaka girmesi lazım. Bizim yapmaya çalıştığımız şeyde onlara proje yapabilecekleri bir alan açmak. Özel sektörden çıkabilecek müthiş şeyler olabileceğine inanıyorum. Çöle gitmeden önce 15 sene kadar özel sektörde deneyimim oldu, bu sebeple rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki bir şirketin içinde en çok istediğimiz şey, sesimizin duyulması, fikirlerimizin alınması. Bir yandan da “bu işleri ben de yapıyorum ama dünyaya katkım olan da bir şey yapmak istiyorum ama şehirde yaşamak istiyorum ve bu parayı kazanırken bir şey de yapmak istiyorum” diyen çok büyük bir kitle var. Onlara da alan açarsak müthiş fikirler ve projeler çıkacağına da çok inanıyorum.
Gelecekteki çalışmalarınızdan, planlarınız bahsedebilir misiniz? Türkiye’de de bir uygulama projesi yapmayı düşünüyor musunuz?
İşin daha çok başındayım ve yaptıkça görüp ilerliyorum. Üniversitelerle konuştuğumuz projeler olduğunu söylemek isterim. ABD’deki “Regenerative School” ile devam edeceğiz ama onun dışında da konuştuğumuz projeler var. Özel sektörle olan projelerimiz var. Viyana’da bir sanat projesinin içinde olacağımız bir proje var.
Türkiye’de çok güzel çiftlikler olduğunu görüyorum, bu sebeple Türkiye’de bir uygulama projesi yapmak gibi bir düşüncem yok. O kadar güzel çiftlikler var ki hangisini takip edeceğimi şaşırmış durumdayım. Hem çok güzel çiftlikler var hem ekolojik köy anlamında Türkiye’de kurulmuş tohumları atılmış yerler hem de eğitim için açılmış yerler var. Umarım hepsiyle birlikte çalışabileceğimiz, eğitimler verebileceğimiz ve farklı şeyler yapabileceğimiz şekilde gelişir.
ODTÜ projesinin umarım devamı gelir ve bunu tüm kampüslere yayabilmek çok güzel olur. Özellikle COVID-19 ile öğrencilerin kampüslerde olamaması sebebiyle üniversiteyle bağlarını canlandırmak ve sürdürülebilir ekolojik kampüslere döndürmek çok önemli bir adım. O yüzden de her yere gitmeye hazırız, zaten her yerden gelen insanların olduğu bir ekibimiz var ve umarım farklı yerlerde farklı projeler yaparız. Çünkü bunun daha büyük bir etkisi olduğuna inanıyorum, gidip yerinde insanlarla olmanın…
Çevrimiçi kurslarda, şehirde yaşayanların nerelerde olursa olsun doğayla bütünleştirmeye çalışıyoruz. Çünkü insanın olduğu yerde değişim yapabilmesi gerekiyor. COVID-19 ile daha küresel bir yaşamdan daha yerel bir yaşama geçiyoruz. Aynı zamanda iklim krizi için de daha yerel bir yaşayışımızın olması gerekiyor.
Doğayla Güçlenenler…
“Doğayla Güçlen/Empower with Nature Platformu”nun eğitmenleri Türkiye’de ve dünyada, sürdürülebilir yaşam, doğal kaynakların korunması, ekolojik turizm, yerel kültürlerden öğrenme, arkeoloji, ekoloji eğitimi gibi çeşitli alanlarında çalışıyorlar.
Kenneth Cohen State University of New York’ta profesör ve “Sürdürülebilirlik Bölümü” başkanı. Aynı zamanda International Sustainable Development Institute’un kurucusu. Sanatçı, bilim insanı ve Trustroom araştırmalarının kurucusu Jeanette Mueller Avusturya ve Tayland’da yaşıyor. Ekoloji, sanat ve bilim üzerine projeler yapıyor, dersler veriyor. Diana Renner, Uncharted Leadership Institute’un kurucusu ve Australian Adaptive Leadership Institute’ün Başkanı. Bilmemek (2014) ve Yapmamak (2018) kitaplarının ortak yazarı. Çeşitli şirketlerde, devlet kurumlarında, mülteci kamplarında eğitimler veriyor, Aborjinlerle çalışıyor. Arkeolog ve küratör Mine Küçük üniversitelerde, geleceğin müzeleri, antik çağları deneyimleme, antik dönemdeki tarım ve tohumlar ile ilgili dersler veriyor. Felix Bivens, The Regenerative School’un kurucu ortağı. Alternatif eğitim konularında dünyanın dört bir yanında eğitimler ve projeler gerçekleştiriyor. Mike Kaplin Kibbutz Lotan Center for Creative Ecology’nin kurucusu ve direktörü… Ekolojik öncü olarak biliniyor, Ortadoğu’nun ilk geri dönüşüm tesisine, ekolojik eğitimler, permakültür eğitimi, ekopark projelerine imza attı. Yine Lotan Center’ın eş kurucusu Mark Naveh, barış projeleri, ekolojik teknolojiler, ekolojik kapasite geliştirme projeleriyle öncü bir isim. Lotan Center’ın bir başka kurucusu Alex Cicelsky aynı zamanda Ben Gurion Üniversitesi’nde araştırma görevlisi. Ekolojik mimari, ekolojik kampüs, yeşil binalar, yeşil okullar ve enerji dostu yapılar uzmanı. Anlı Ataöv, ODTÜ Mimarlik Fakültesi Dekanı. Sanatla deneyimsel dizayn, mimari ve şehir planlamada sürdürülebilirlik üzerine eğitimler veriyor. Yurt dışında UNICEF, AIF ve State University of New York gibi kurumlarla projeler yaptı. Didem Tekay, UNEP’e dönüşüm danışmanlığı yapıyor, özel sektör liderlerine yol haritası oluşturuyor ve geliştirdiği Sürdürülebilir Kalkınma Elçiliği programı ile kurumlarda değişim seferberliğini kolaylaştırıyor. Juliet Egesa, Kenya’da biyoloji ve tarım öğretmeni. Luhya Kabilesi’nden geliyor, kabile geleneklerini yerel kültür ekoloji bilgilerini gelecek nesillere aktarıyor. Salman Sdan Bedevi Azazme kabilesinden geliyor, geleneksel kültür, ekoloji, çölde sürdürülebilir yaşam ve ekolojik turizmi üzerine bilgilerini paylaşıyor. Ashlei Laing alternatif bir yükseköğretim kurumu olan The Regenerative School’un kurucu ortağı. Kadınları güçlendirme, öğretmenlerin liderliği projelerini gerçekleştiriyor. Kenneth Chepkwony tarım projelerinin kadınların ve gençlerin güçlenmesindeki önemi, yerel üretimin öne çıkartılması ve Afrika’da tarımda kullanılabilecek akıllı teknolojiler üzerine projeler gerçekleştiriyor. Maged El-Said, Mısır’da Bedevi kabilelerinin yaşadığı bölgede çölde organik, sürdürülebilir tarım eğitimi veriyor.