#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Uzmanlar Petrol Sektörünün Mavi Hidrojen Baskısına Karşı Uyarıyor

AB’nin yeşil yatırım kuralları, fosil yakıtlardan daha kirletici olabileceği söylenen mavi hidrojenin piyasaya sürülmesini kolaylaştırıyor.

Haber: Patrick Galey

Bilim insanları ve analistler, petrol ve gaz endüstrisinin metandan elde edilen ve fosil yakıt kullanımından daha kirli olacağı düşünülen “düşük karbonlu” hidrojeni teşvik etmesi konusunda uyarıda bulunuyor. Avrupa Komisyonu’nun doğal gazı yeşil yatırım listesindeki bir geçiş yakıtı olarak sınıflandırma kararı, abartılmış iklim referanslarına sahip “mavi hidrojen” projeleri için kapıyı açık bırakıyor.

Stanford Üniversitesi’nde İnşaat ve Çevre Mühendisliği Profesörü ve Atmosfer/Enerji Programı Direktörü Mark Jacobson, “Mavi hidrojen aslında daha fazla hava kirliliği, madencilik ve fosil yakıt kullanımı için neredeyse hiçbir karbondioksit emisyonu faydası olmayan bir sis perdesinden başka bir şey değil” diyor.

Yalnızca yenilenebilir enerjiyle çalışan bir süreçte sudan üretilen yeşil hidrojenden farklı olarak mavi hidrojen, üretim esnasında yayılan karbondioksitin yakalanıp depolandığı metan gazından elde ediliyor. 

Uluslararası Enerji Ajansı, şu an küresel olarak geliştirilmekte olan en az 50 mavi hidrojen projesi olduğunu ve bu kapasitenin 2030’a kadar on kattan fazla artacağını açıkladı.

AB Komisyonu, geçtiğimiz yıl hidrojen projelerinin yeşil sınıflandırmaya dahil edilmesi için bir ton H2 başına 3 tonun biraz üzerinde karbondioksit emisyonu sınırı belirledi.

E3G iklim düşünce kuruluşundan hidrojen analisti Eleonora Moro, “Bu sınır, kullanılan enerjinin yalnızca yenilenebilir enerjiyle çalışan hidrojen olacağını garanti edecek kadar düşük değil. Bazı yüksek verimli mavi hidrojen projeleri de buna dahil edilebilir” dedi.

Moro’nun burada bahsettiği proje, Equinor ve Engie‘nin “büyük ölçekte ve rekabetçi maliyet seviyelerinde düşük karbonlu hidrojen…” üretmek için duyurulan bir ortak girişimi.

Şirketler, “%95’in üzerinde karbonsuzlaştırma oranlarına izin veren” ototermal reform (ATR) olarak bilinen bir süreci kullanacaklarını öne sürüyor. Proje, POLITICO’nun Brussels Playbook bülteninin bazı sayılarına sponsorluk yapıyor ve okuyuculara şunları söylüyor: “Hidrojen, enerji geçişini hızlandırabilir. Ancak bunun için iyi işleyen pazarlar ve altyapı geliştirmemiz gerekiyor. H2BE projesi, Belçika’da düşük karbonlu hidrojen pazarının canlanmasına yardımcı olacak.”

ATR, metan gazının bir katalizör ile ısıtılmasını, daha sonra ise hidrojen ve karbondioksit elde etmek için su eklenmesini içeriyor. Equinor, yakalanan karbondioksiti Kuzey Denizi’nin altına gömeceğini söylüyor.

AB’nin 2020’de yayınlanan hidrojen stratejisi, “yenilenebilir ve düşük karbonlu hidrojenin seragazı emisyonlarını azaltmaya katkıda bulunabileceğini” söylüyor.

Jacobson, Equinor ve Engie’nin mavi hidrojenin “düşük karbonlu” olarak sınıflandırma iddiasına karşı çıkıyor: “Karbon yakalama ekipmanı hiçbir zaman %95 etkili değildir. Şu anki mevcut mavi hidrojen yakalama teknolojisi en iyi ihtimalle %78,8 etkilidir. Ancak bu oran, karbon yakalama ekipmanını çalıştırmak için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyulmasını göz ardı ediyor” şeklinde konuşan Jacobson, karbon yakalama ve depolama (CCS) sürecini güçlendirmek için ihtiyaç duyulan artan fosil yakıt miktarı nedeniyle, mavi hidrojenin tek başına metan yakmaya göre %20 daha yüksek karbon ayak izine sahip olduğunu öne süren bir çalışmanın yazarlarından.

Geçen ay farklı araştırmacılar tarafından yayınlanan bir makale, CSS’nin %95 olarak öne süren başarısının pratiğe değil, teoriye dayandığını söyledi.

Applied Energy dergisinde yayınlanan makale, “Bu yakalama oranları birçok ulusal stratejide ve büyük raporda veriliyor. Ancak henüz büyük ölçekli bir ticari tesiste böyle bir başarı elde edilmedi”dedi.

Mavi hidrojen projeleriyle ilgili bir diğer sorun ise metan besleme stoğunun karbondioksitten 80 kat daha fazla ısınma etkisi ile sızabilmesi. Ülkeler, kasım ayında düzenlenen son BM iklim zirvesinde 2030’a kadar metan emisyonlarını %30 oranında azaltma konusunda anlaştılar.

Bir AB Komisyonu önerisi, gaz yakma ve havalandırmanın yasaklarının yanı sıra sızıntılara ilişkin cezalar da istedi. Yine de taslak mevzuat belirli emisyon azaltma hedefleri koymuyor. E3G’den Moro ise bazı ülkelerde %4’e varan kaçakların yalnlızca etkin bir şekilde gözlemlenirlerse cezalandırılabileceğini söyledi.

Friends of the Earth Europe’da gaz karşıtı bir kampanya yürüten Eilidh Robb, endüstrinin mavi hidrojene odaklanmasının “metan emisyonları hakkında bilgi eksikliğini gösterdiğini” söyleyerek “CO2 hakkında o kadar çok konuşuyoruz ki metan gözden kaçıyor. Metan hakkında konuşmaya yeni başlıyoruz. (Mavi hidrojen), faz endüstrisinin her zaman yaptıklarını yapmaya devam etmeleri için oldukça teknolojik bir çözüm ve bu konuda şüpheci olmamız gerekiyor” dedi.

Araştırmacılar, karbondioksiti denizlerin altına gömmenin iklim değişikliği için sürdürülebilir bir çözüm olup olmadığını da sorguluyor.

Global Energy Monitor’dan araştırma analisti ve hidrojen uzmanı Catilin Swalec, “ne kadar iyi depolanırsa depolansın gömülü karbondioksit sızacak ve atmosfere geri dönecek. Bu birkaç yüzyıl da alabilir, önümüzdeki yıllarda da gerçekleşebilir. Henüz bilmiyoruz çünkü test etmedik” dedi.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, CCS üzerine yayınladığı 2005 özel raporunda, 3 bin metrenin altında depolanan karbondioksitin -bu derinlikte gaz sudan daha yoğun hale geldiği için- sızıntı olasılığının daha düşük olacağını öne sürdü.

Equinor, yakanan karbondioksiti “deniz tabanının 1.000-2.000 metre altında” depoladığını söylüyor. Swalec, bu tür derinliklerde depolamanın uygulanabilirliğinin net olmadığını belirtti ve “CO2’yi deniz tabanının altında uzun süre depolamak için çok derinlere inilmesi gerekiyor ki bu, karbon depolamak için çok fazla enerji gerekecek demek oluyor. CO2’yi depolamak için yakaladığımızdan daha fazla yani emisyon çıkacaksa, bu projeler çözdüğünden daha fazla soruna neden olacak” dedi.

Oil Change International’da kıdemli bir kampanyacı ve Norveç uzmanı olan Silje Ask Lunberg, Equinor’un başarısız CCS girişimleri geçmişine sahip olduğunu söyledi. Bu girişimler arasında Barents Denizi – Snohvit sahasındaki rezervuarın çökme riski olması nedeniyle iptal edilmesi gibi olaylar yer alıyor.

Equinor ve Engie, “ağırlıklı olarak büyük ve karbonu azaltılması zor endüstrilerden” potansiyel mavi hidrojen alıcılarıyla görüştüklerini söylüyorlar. Bu alıcılar, düşük karbonlu üretim yöntemlerinin az olduğu çimento ve çelik gibi sektörlerden olabilir. Ancak E3G’den Moro, azaltılması zor sektörler için bile yenilenebilir enerji veya yeşil hidrojen gibi “çok daha verimli alternatifler” olduğunu söylüyor.

Avrupa genelinde mavi hidrojeni zorlayan “çok güçlü ekonomik çıkarlar” olduğunu ve neyin yenilenebilir veya düşük karbonlu gaz olarak nitelendirildiğine ilişkin yönergelerin caydırıcı olmak için fazla belirsiz olduğunu söyledi.

Haberin orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.

EkoIQ Editör