Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Temel Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, Türkiye’nin plastik atıkların son varış destinasyonlarından biri haline gelmesi nedeniyle çok ciddi bir halk ve çevre sağlığı sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu belirtiyor. Doç. Dr. Gündoğdu’ya göre, “Türkiye’nin kendi çöpünü bile henüz doğru düzgün ayıramadığını düşünürsek böyle bir sektörün gelişmesine izin vermesi kendi ayağına kurşun sıkmaya benziyor.”
Röportaj: Bulut BAGATIR
Türkiye’deki ithal plastik bertarafında ve aslında işin uluslararası bir suç boyutuna dönüşmesinde Çin’in 2018’de aldığı plastik ithalini durdurma kararı etkili oldu. İsterseniz oradan başlayalım. Nasıl bir hikaye çıktı, 2018’den günümüze kadar?
Bu işi değerlendirirken tam olarak dediğiniz noktadan başlamamız mantıklı. Çünkü ortada bir hammadde ihtiyacı vardı da böyle bir sektör gelişti, gibi bir durumdan söz etmiyoruz. 2017’den önce ithal edilen atık miktarı fazla değil. Gelenlerin büyük çoğunluğu da endüstriyel plastikler ki bunlar neredeyse kontamine olmamış durumda. Çok fazla firma bu işe girmiyor, ancak yavaş yavaş işin alametifarikasını fark edenler sektöre yatırım yapmaya başlıyor. Burada ihtiyaçtan ziyade bir fırsat görüldü ve bunun üzerinden bir atık ithalatı sektörü ortaya çıktı. Beraberinde farklı firmalar da yatırım yapmaya başladı. İngiltere, Almanya ve ABD gibi ülkeler –ki ABD artık Türkiye’ye göndermiyor- bütün atıklarını Çin’e gönderiyordu. Çin’in yasağıyla birlikte Türkiye’nin sektöre girmesi, yurtdışından gelen telkinlerle yeni yatırımların yapılması ülkeyi atıkların son varış destinasyonlarından biri haline getirdi. Türkiye’nin kendi çöpünü bile henüz doğru düzgün ayıramadığını düşünürsek böyle bir sektörün gelişmesine izin vermesi kendi ayağına kurşun sıkmaya benziyor.
Şu an içerisinde olduğumuz krizin adımları 2018’de duyuluyordu. Bunun da bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu işin ülke ekonomisine katkısının yüksek boyutlarda olduğunu düşünmüyorum. Firma sahiplerinin kendi ekonomilerine katkısı olabilir, ancak ülkeye katkıyı bırakın, zarar veriyor. Bu şirketler teşvik ve vergi muafiyeti alıyorlar. Yatırım teşviki gereksiz ve anlamsız bir sektöre kaydırılıyor. Başka alanlara verilmesi gereken kaynaklar bu çöp alanlarına aktarılıp bir nevi heba ediliyor. Dolayısıyla ekonomik kriz nedeniyle böyle bir yönelim olduğu fikrini gerçekçi bulmuyorum. Kağıt üzerinde firmalar kuruluyor ve ne yaptıkları bilinmiyor. Bir sürü fabrika yangını da oldu. İçerisinde atıkların yanıp yanmadığı belli değil. Buna dair söylentiler var. Hatta teşvik alan firmalardan biri 2021’den önce 400 konteyner Alman çöpünü limanda terk edip ortadan kaybolmuştu. Ticaret Bakanlığı’nın teşvik alan firmalar listesinde bu firmanın ismi geçiyor. Karışık çöp dağıtımı 2021’in başında yasaklanıyor. Bu firma da bir anda ortadan kayboluyor. Bizim vergilerimizle desteklenmiş, şaibeli ve çevre suçu açısından kriminal faaliyette bulunan, ülkeyi başka ülkelerle problemli hale sokan bir ortam oluşturuyorlar. Bu sırada bizim kendi plastik çöplerimiz yönetilememeye devam ediyor. Akdeniz’i en fazla kirleten ülke unvanını da kazandık. Bunlar bizim atık yönetim altyapımızın gelişmemesiyle alakalı. Çöp ithalatı da bu altyapının gelişmesinin önündeki en önemli engellerden biri.
INTERPOL’ün bir çalışmasına göre plastik kirliliği, Türkiye’nin de dahil olduğu uluslararası suç boyutu olan bir noktaya taşındı. Türkiye’de atık ithal etme ve bunların bertaraf süreci suiistimal ve yasadışı usulsüzlük ve uygulamalara da açık. Ülkedeki halihazırdaki denetim gücü ve yönetmeliklerle plastik kirliliğiyle mücadele edilebilir mi?
Türkiye’deki en büyük problem denetim mekanizması. Açık kapı bırakırsanız ve denetleyecek yeterli gücünüz yoksa bu kapıdan her şey geçer. INTERPOL de bunu söylüyor zaten. Bu sistem denetlenemez bir sistem. Tümden yasaklanmadığı müddetçe bunu getirenler, yanlış beyanda bulunarak ve etiketleme yaparak “Temiz plastik getiriyorum” deyip içerisine başka plastik karıştırarak yol alıyorlar. Yalnızca INTERPOL de değil, kısa bir süre önce GITOC isimli bir organizasyon bu işin içindeki kriminal faaliyetleri ortaya koydu. Bahsettiğim kurumun raporu da yanlış etiketleme ve beyan gibi faaliyetlerden söz ediyor. Bunun hukuki olarak uluslararası anlaşmalar çerçevesinde yaptırım gücü yok. Ülkelerin kendi içerisindeki mekanizmaları işleterek engellemesi gerekiyor. Türkiye’de ise para cezası kesiliyor, ancak kimse ödemiyor. Para cezası ödenmediği için bir şekilde zaman içerisinde affa uğruyor veya taksitlendiriliyor. Ya da kesilen ceza kazanılan paranın yanında devede kulak olduğundan çok da umursanmıyor.
Çöplük algısını yaratan faaliyetlere girişmenin bu kadar rahat olmasının ardında yatan nedenlerden biri de bu. Sonuçta sektördeki bir şirket, örneğin, ton başına 100 euro para kazanıyor. Yılda yaklaşık 50 bin tonluk iş yaptığında, toplamda elde ettiği kazancı tahmin edebilirsiniz. Dikkat edin euro üzerinden kâr ediyorlar. Bu kârın kaynağı şeffaf değil. Üstüne vergi muafiyetleri ve teşvikler var. Sektörde çalışanların şartlarının nasıl olduğu bilinmiyor. Ticari faaliyet mi var, yoksa bu atıklar gönderilirken para mı alıyorlar, o da bilinmiyor. Şeffaflığın olmadığı yerde her türlü yasadışı faaliyet ortaya çıkabilir.
Türkiye, Basel Konvansiyonu Plastik Düzenlemesi’ni kabul etti. Bu ne anlama geliyor?
İki anlamı var: İlk olarak Türkiye konvansiyonun plastik düzenlemesine benzer bir düzenlemeyi kendi ulusal mevzuatında hayata geçirmişti. Ancak bunu uluslararası bir konvansiyonun kabulüyle pekiştirmek başka bir anlam taşıyor. Basel Konvansiyonu bazı plastik türlerinin ihracatını ve ithalatını yasaklıyor. İthal edilecek plastiklerin kontaminasyon seviyesinin sıfıra yakın olmasını talep ediyor, adeta tertemiz malzeme getirilmesine izin veriyor. Üç tür plastikten bahsediyoruz: Polipropilen, Polietilen ve PET. Bunların hammadde ayarında olması durumunda dolaşımına izin veriyor ki böyle bir atık yok. Plastik atığın kontaminasyon seviyesi %1’den yüksek olduğu için tehlikeli atık statüsünde değerlendiriliyor.
İkinci anlamı ise şurada: Basel Konvansiyonu’na taraf olmayan ülkelerden taraf olan ülkeler herhangi bir atık ihracatı/ithalatı yapamaz. Örneğin, ABD’den aylık ortalama 4 bin ton atık geliyordu. ABD konvansiyona taraf olmadığı için bu miktarın gelemeyeceğini söyleyebiliriz. Konvansiyonun caydırıcılığı var, ancak yaptırımı yok.
Firmaların bu tür faaliyetlere girerken uluslararası anlaşmalara kolay kolay
aykırı davranmasını beklemiyorum. Muhtemelen burada yanlış beyan ve etiketleme devreye girecek. Etrafından dolanmak adına, olmayan bir atığın veya kısmen olan bir atığın etiketi yapıştırılabilir. Ancak bu da bir risk. Bu riski alabilecek kadar firmaların gözünü karartıp karartmadığı konusunda pek emin değilim.
Greenpeace’in yeni yayımlanan Atık Oyunları Raporu’nda, Adana’da beş noktada tespit edilen dioksin furan gibi kirleticilerin kontrol örneğinden binlerce kat daha kirli olduğu ortaya konuldu. Bu kimyasalların kanserojen olması nedeniyle çok ciddi halk ve çevre sağlık tehdidi var. Bunlar topraktan nasıl temizlenecek?
Bunlar sonsuza kadar kalan kirleticiler ve temizlemek mümkün değil. Kirlenmiş toprağın bir taraftan bir tarafa bertaraf için özel ekipmanlarla ve eğitimli personelle taşınması söz konusu olabilir. İki temizlik işçisi ve kamyonla yapılabilecek bir iş değil ki anladığım kadarıyla yapılan.
Yakılan plastiklerin kalıntıları orada kalmaya devam ederse bütün ekosistemi tehdit etmeyi sürdürecek. Bunlar biyobirikimsel olarak oradaki canlılar aracılığıyla besin zincirine katılacak ve bitkilere bulaşacak. Adana, biliyorsunuz bir tarım bölgesi. Tarımsal alanlara bulaşmış bir yasa dışı faaliyetten bahsediyoruz. Bunlar sonsuza kadar kalan kimyasallar olduğu için bir kez doğaya karıştığında bir daha dönüşü ne yazık ki yok. Ve canlılarda yağ dokuda birikiyor. Bunun yanında obezite ve otizimden başka lösemi ve başka kanser çeşitlerine neden oluyor. Örneğin, görüştüğümüz bir başhekim Adana’da ve çevresinde prematürenin çok yaygın olduğunu, durumun anormal sayılabileceğini ve nedenlerinin ivedilikle araştırılması gerektiğini belirtmişti. Ancak Sağlık Bakanlığı’nın buna dair verileri düzenli olarak yayımlamaması nedeniyle bu araştırmanın gerçekleştirilmesinin çok kolay olmadığını da eklemişti.
Ortada çok ciddi halk ve çevre sağlığı sorunu söz konusu. Bunlar artık yaşanmıyor, diyerek geçiştiremezsiniz. Bahsettiğiniz Greenpeace vb. çalışmaların gündeme gelmesiyle birlikte denetimler sıklaştı, ancak buna karşın bu kirleticilerin ekosistemde kalıcı iz bıraktığını unutmamamız lazım. Yapanın yanına kâr kalmamalı! Kirletenin verdiği zararı karşılaması yerine tüm lisanslarının iptal edilmesi, bir daha bu işleri yapamaz hale getirilmesi gerekiyor. Para cezası kesiliyor, ancak “Bu firmalar standartları karşılıyor mu?” sorusunun cevabı yok, bilmiyoruz. Veriler açıklanmıyor. Bu işlerin takibinin yapılması oldukça zor.
Daha çok Türkiye üzerinden gittik, ancak plastik uluslararası bir sorun. Tüm çevremiz plastikle sarılı. En büyük plastik şirketlerinin üretim kapasitelerini %30 artırması bekleniyor. Yeni bir rapor ise besin zincirinin en tepesindeki yırtıcılardan başlayarak planktonlara kadar her türlü deniz canlısının plastik yuttuğunu ortaya koyuyor. Bu plastik döngüsünü nasıl kırabiliriz?
Döngüyü kırmanın tek bir yolu var: Plastik üretiminin sınırlandırılması gerekiyor. Eğer biz bunu yapmazsak istediğimiz kadar dijitalleşelim veya ne anlama geldiği belli olmayan start-up’lar kurarak -sanki çözüm mühendislik bilimindeymiş gibi- yeni ürünler icat edelim; bir işe yaramaz. Mevcut tüketim kültürü plastik tüketiminin yarattığı bir kültür. Bunun ikamesi için plastik benzeri ürünlerin yerleştirilmesi lazım ki bir malzemenin yerine başka bir malzeme koyduğunuz zaman yine bir kaynak tüketimi söz konusu olacak. Bizim tek kullanımlık kültür olarak adlandırdığımız ve bugünkü sorunun önemli bir parçasını oluşturan tek kullanımlık plastiklerden kurtulmamız lazım.
Şayet tek kullanımlık plastiklerin üretimini sınırlamazsak attığımız hiçbir adımın çözüm anlamında bir karşılığı olmayacak. Uluslararası yasal bağlayıcılığı olan, plastik üretiminin de sınırlandırılmasını sağlayacak bir çağrı boşuna yapılmıyor. %30 büyümeye izin verilmemesi lazım. Türkiye’de de yeni yatırımlar yapılıyor. Bunlar derhal sonlandırılmalı. Yeni plastik organize sanayisine ihtiyacımız yok. Bunlar tarımsal alanlardan çıkarılmalı ve çok sıkı denetlenerek özel alanlarda ve sınırlı miktarda, yalnızca ihtiyaç olan zaruri alanlardaki plastikler için üretime izin verilmeli. Tüm tek kullanım üretimi yapılan fabrikalar da derhal kapatılmalı. Tek kullanımlık plastik türleri de yine aynı şekilde derhal sınırlandırılmalı. Bu bir temenni değil, zorunluluk! Bunu yapmazsak sorunun çözümü için bir adım dahi atamayız.
Sizin de bahsettiğiniz gibi birçok canlıda plastik çıkıyor. Biz de bu alanda çalışıyoruz. Yaptığımız denizel alandaki çalışmalarımızda en fazla tek kullanımlık plastiklerle karşılaşıyoruz. Doğadaki toplam plastiklerin %80’i tek kullanımlık plastikler. Sorunu çözmek istiyorsak %80’e neden olan bir plastik türünü hayatımızdan çıkarmamız lazım. Yeni plastik ekonomisi, döngüsel yaklaşımlar gibi süslü tanımlamalarla bu işi şirinleştirmeye ya da geçiştirmeye zamanımız yok. Söz söyleme vakti plastik endüstrisinin değil, yasal düzenleme yapması gereken karar vericilerin. Örneğin, ücretli poşet uygulamasının yerine artık poşetlerin yasaklanması gerekiyor. Bizim dünyamız tek kullanımlık plastik kadar değersiz değil. Kullan-at kültürü yeryüzü için doğru bir tüketim stratejisi değil. Bu kültürün geçmişi 30 yıla dayanıyor. 30 yılda, milyar yıllık gezegen bir anda çöplüğe döndü. Bu kadar hızlı problem yaratan bir malzemede ısrar etmenin akla mantığa sığan hiçbir tarafı yok.
Bazı sektörler bu konu üzerinde oldukça süslü kelimeler kullanıyor. Özellikle tekstilde plastikten geri dönüştürülmüş malzeme üretilip bir değer olarak sunulduğunu görüyoruz. Bunlar gezegenin sağlığı için ne derece faydalı?
Hiç sağlıklı değil. Tekstil ürünleri, tekstil malzemesi geri dönüştürülerek üretilmiyor. Hepsi pet şişeden iplik üretme derdinde. Çünkü en kolay, ucuz ve kârlı yol o. Yoksa tekstil ürününü alıp dönüştürmek çok zor ve hatta neredeyse imkansız. Yapılan da çok pahalıya satılabilir, alıcısı olmaz. Bir de pet şişeden neden iplik üretiyoruz ki? Pet şişeden pet şişe üretilmeli. Zero Waste Europe (Sıfır Atık Avrupa) yeni bir rapor yayımladı. Buna göre, toplam pet şişe geridönüşümünün yalnızca %30’uyla pet şişe üretilmiş. Geri kalanı tekstil ürünleri. Bizim pet şişeden dönüştürülmüş iplikle yapılmış halıya veya elbiseye mi ihtiyacımız var? Zaten dayanıklı da değil. Bir çalışma yaptık. Çalışmaya göre, doğaya geri dönüştürülmüş plastikten üretilen elbiselerden daha fazla plastik salınıyor. Çünkü geridönüşüm malzemenin kalitesini ve dayanımını da düşürüyor. Polimer zincir yapısı kısalıyor ve kopmalar daha fazla oluyor. Siz onu yıkadığınızda 2.5 katı daha fazla mikroplastik doğaya salınıyor.
Geridönüşüm ve çevrecilik gibi kelimeler sömürüye çok açık. Vatandaşın iyi niyetli algısını sömürmek üzere birçok firma bunu kullanıyor. Hemen hemen hepsinde görüyorsunuz. Pahalıya da satıyorlar. Çevrecilik yapmak istiyorsan fazla para ödemek zorundasın gibi bir algı oluşturuyorlar. Çevreyi korumaya çalışmak neden daha pahalıya gelsin ki?
Bu dediklerim yalnızca tekstil sektörü için geçerli değil. Örneğin bir deterjan firması, “Deterjan ambalajlarını geri dönüştürülmüş plastiklerden üretiyoruz” diyerek reklam yapıyor. İroniye bakar mısınız? Deterjanın kendi yarattığı etkiyi konuşmuyoruz, ancak deterjan firmasının bu reklamını görüyoruz. Bir başka deterjan firması da sanki onun işiymiş gibi “çöpkapar” diye bir şeyi belediye aracılığıyla İstanbul’un her tarafına koyuyor. Bunun da reklamını yapıyor. Bana kalırsa tarihin en büyük yeşil badanalarından biri. Yeşil dolandırıcılık aslında bu. “Çöpkapar” kendi ürettiği kimyasalları topluyor mu? Toplamıyor. Vatandaşın, atık yönetimi altyapısının olmamasından kaynaklı ürettiği çöpün denize karışması sonucu oluşan kirliliği önlüyor. Bu zaten belediyelerin asli görevi. Bunun için bir deterjan firmasına mı ihtiyacımız var? Adana’da bir ilçe belediyesi o firmanın ürettiği “çöpkaparları” almak istedi. Tanesine 3-4 bin dolar para istediler. Madem o kadar faydalı bir iş, tüm kıyı belediyelerine ücretsiz dağıtın. Orada da amaç bu işin reklamını yapmak. Bizim, dünyayı plastikle en çok kirleten şirketlerden birinin markasının çöp temizlemesine değil, ürettiği plastiklerin miktarını azaltmasına ihtiyacımız var.