Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş’e göre, COP27’de alınan veya alınamayan kararlar nedeniyle, Paris’te belirlenen küresel ısınmayı 1,5 derecede sınırlandırma hedefi bir kez daha yara aldı.
YAZI: Bulut BAGATIR
COP27 süresince 1,5 derece hedefinin zayıflatılmaya çalışıldığı birçok kez dile getirildi ve COP26’daki kazanımın korunması gerektiği üzerinde duruldu. Sonuç metnine bakınca 1,5 derece hedefinin zayıflatıldığını düşünüyor musunuz?
Müzakereler devam ederken benim de bazı tepkilerim olmuştu. COP27’nin ilk haftasında sosyal medyada bazı paylaşımlar yapmıştım. Bunlardan biri, Paris Antlaşması’nın sıcaklık hedeflerinin yüzyılın sonuna ya da başka bir yüzyıla kaldığına dairdi. Yine müzakerelerde kısır döngü olduğundan bahsetmiştim. İklim diplomasisinde iyimserliğin diz boyu olduğunu vurgulamıştım. Parayı veren düdüğü çalar ve de parayı alan sesini keser anlayışının egemenliğini ilan ettiğini belirtmiştim. Gerçekten de çok fazla bir şey değişmedi.
1,5 derece hedefindeki yetersizlikler ve başarısızlıklar ciddi derecede tehlikeli olmayı sürdürüyor. Birçok tartışma oldu. AB ve kısmen ABD gibi büyük güçlerle beraber bazı gelişmekte olan ülkelerin girişimlerine rağmen Şarm el-Şeyh anlaşması salımları azaltma konusundaki ulusal katkıları ve yükümlülükleri daha azimkar yapamadı. Bu durum dünyanın, 2015 tarihli Paris Antlaşması’nda belirlenen küresel ısınmayı 1,5 derecede sınırlandırma ya da 2 derecenin altında tutma hedefini bir kez daha kaçırdığı anlamına geliyor.
Akaryakıt ve kömür dahil tüm fosil yakıtlardan aşamalı olarak çıkış ve küresel salımları 2025’e kadar zirveye çıkarma çağrıları petrol ihraç eden birçok ülke tarafından reddedildi. 2025 vurgusu sık sık yapılıyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) bunun altını çizdi. Gerçekte kapitalist dünyanın bilinen bir enerji ajansı olan Uluslararası Enerji Ajansı’na göre de 2025’e kadar küresel salımlar doruk noktasına çıkıp sonra azalabilecek. Paris Antlaşması’nın hedefleri burada referans olarak alınıyor.
Tüm fosil yakıtların aşamalı olarak azaltılması ifadesi nihai metne ulaşamamış olsa da bu alanda ivmenin arttığını da söyleyebiliriz. İyi bilindiği gibi küresel diplomasideki seçenekler ve politikalar kolayca metinlere yansımıyor. Bu gelişmelerin zaman alacağının farkındayım ancak bu kapsamda o dönemde yapılan açıklamalara baktığımızda bazı gelişmelerin yaşanacağını öngörüyorum. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, 80 kadar ülkenin bu düşünceyi desteklediğini, AB’nin ve diğer ülkelerin önümüzdeki yıl bu konuda lobi yapacağını açıkladı. Bu açıklama önemli.
Bir yandan da COP26 öncesi Covid-19 pandemisini ve salgının enerji ve gıda gibi alanlarda yarattığı sorunları da hatırlamak lazım. Buna ek olarak Rusya-Ukrayna savaşı halihazırdaki sorunları şiddetlendirdi. Dünya enerji kriziyle boğuşuyor ve gıda bunalımı giderek derinleşiyor. Yüksek fosil yakıt fiyatları büyük üreticilerin kasalarını doldururken karbon güçlerinin siyasi nüfuzu da COP27’de sergilendi. Örneğin Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un bu konuda bir açıklaması var. Burada, bir dizi büyük yayıcı ve petrol üreticisi tarafından engellenmekten duyduğu hayal kırıklığını dile getiriyor. Unutulmaması gereken güçlü bir ses. Önümüzdeki yıllarda konunun hangi açılardan tartışılacağını ortaya koyuyor bir bakıma. Geçmiş deneyimlerim bunu söylüyor.
Önümüzdeki yıl yapılacak olan COP28’e bir petrol ve gaz devi olan Birleşik Arap Emirlikleri ev sahipliği yapacak. Paris Antlaşması’nın yürütülmesi ve hedeflerine ulaşılması açısından mücadele daha da zorlaşacak. 1,5 derece hedefini bu kapsamda değerlendirirsek COP27’de alınan kararların başarılı olduğunu söylemek mümkün değil. Bir başka deyişle 1,5 derece hedefindeki yetersizlikler ve başarısızlıklar ciddi derecede tehlikeli olmayı sürdürüyor.
Finansman meselesi COP27’nin önemli tartışma alanlarından biriydi. Azaltım ve uyum finansmanı diğer COP’lara göre daha az ele alınırken kayıp ve zarar fonunun kurulduğuna şahit olduk. Önümüzde en az iki yıllık bir süreç olduğunu biliyoruz. Sizin beklentilerinizi öğrenebilir miyiz?
Konunun çerçevesini çizerek başlamak istiyorum. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin yarattığı kayıp ve hasar konusu gündeme girdi ve iklim afetlerinden en çok etkilenen, iklimsel etkilenebilirlikleri yüksek olan ülkeler için kayıp ve hasar finansmanı sağlamaya yönelik mekanizmanın kurulması kabul edildi. Zengin ülkeler zenginliklerini fosil yakıtlardan elde etti. Bu son yıllarda çok ciddi bir düzeyde dile getiriliyor. Örneğin enerji, ulaştırma ve sanayide bu yakıtların salımlarıyla bağlantılı refahtan yararlanmayan yoksul ülkeler, bunun sonucunda ortaya çıkan iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden kaynaklanan karşılanması ya da ödenmesi olanaksız faturalarla baş başa bırakıldı. Gelişmekte olan ülkelerdeki iklim kurbanlarına ödeme yapılmasını talep eden çağrılardan sonra bu sorunu ele alacak bir fon için anlaşma yapıldı.
Bunu önemsemek gerekiyor, çünkü iyi bilindiği gibi iklim değişikliği eşitsizliklere neden oluyor ve bu da var olan toplumsal, sınıfsal ve ülkesel ya da bölgesel eşitsizlikleri şiddetlendiriyor. İklim değişikliği yoksulluğu, yüksek etkilenebilirlik düzeyini artırıyor. Özellikle bu değişikliğe en az katkı vermiş ülkelerdeki ve yine gelişmiş ülkelerdeki yoksullar, kadınlar, çocuklar, emekçi sınıflar, yaşlılar ve küçük çiftçiler gibi gruplarda bu etki her geçen gün artıyor.
BM İklim Değişikliği İcra Sekreteri Simon Stiell, kayıp ve hasar finansmanı konusunda on yıllardır süren görüşmelerde ileriye dönük bir yol belirlediklerini belirtti ve bu gelişmeden duyduğu memnuniyeti açıkladı. Hükümetler gelişmekte olan ülkelere kayıp ve hasar konusunda bir yanıt vermek için yeni finansman düzeneklerinin yanı sıra özel bir fon oluşturmak için çığır açan bir karar aldı. Hükümetler ayrıca gelecek yıl COP28’de hem yeni finansman düzenlemelerine hem de fonun nasıl işleyeceğine ilişkin bir geçiş komitesi kurmayı kabul etti. Bu komite işleri ele alacak ve olumlu bir sonuç için hükümetler arasında çalışmaları sürdürecek. Geçiş komitesinin ilk toplantısının önümüzdeki Mart ayından önce yapılması bekleniyor.
Taraflar ayrıca bu kapsamda iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı, özellikle iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine açık yani etkilenebilir gelişmekte olan ülkelere teknik yardım yönlendirmek için ana düzenek olan Santiago Kayıp ve Hasar Ağı’nı etkinleştirecek kurumsal düzenlemeler üzerinde anlaşmış durumda.
Bu atılım çok büyük soru işaretleriyle beraber geliyor. Mısır’da fonda toplanacak paranın miktarına ilişkin söz verilmedi. Bu çok eleştirilen bir konu. Fonun nasıl çalıştırılacağına dair kurallar da gelecek yıl COP28’de belirlenecek. Daha şimdiden en az bir yıl daha bazı konular ötelenmiş oldu. Bu durum bazı delegeler tarafından da eleştirildi. İklimsel Etkilenebilirlik Fonu’nun Başkanı Henry Kokofu daha fazla somut adım atılmazsa, bunun yalnızca “boş bir banka” hesabı yaratma riski taşıdığını söyledi. Bu konu, iklim değişikliği savaşımı ile ele alınmak zorunda. İklim değişikliğine neden olan insan kaynaklı seragazı salımlarını Paris Anlaşması uyarınca küresel ölçekte 2030’a kadar en az %45 düzeyinde azaltmak gerekiyor ki küresel ısınma hedeflerine ulaşılabilsin. Bu konuda ciddi bir adım atılmadığını da biraz önce belirttim. Bu adımlar atılmazsa konuştuğumuz tüm konular kaosa dönebilir. Bu kaygımı da dile getirmek isterim.
Sonuç metnine baktığımızda düşük emisyonlu enerji vurgusu görüyoruz ki burada tüm gözler doğalgaza çevrildi. COP27 süresince birçok doğalgaz anlaşması için çaba gösterildi. Avrupa ülkelerinin Rus gazı yerine Afrika’ya yöneldiği de biliniyor. Afrikalı STK’lar buna ciddi tepki gösterdi. Çalışmalar aksini gösterse de doğalgaz geçiş enerjisi olarak birçok kez öne çıkarılmaya çalışıldı. Doğalgaza dair nasıl gelişmeler beklenebilir? Ülkeler karbon nötr hedeflerine doğalgaz ile ulaşabilir mi?
Doğalgaz, Avrupa’da “temiz enerji” olarak yüceltilmek istendi. Doğalgaz bir fosil yakıt. İçerisinde metan yani CH4 gibi kuvvetli bir seragazı var ve o da karbon içeren bir gaz bileşiği. İnsan kaynaklı sera etkisini azaltacak bir yakıttan söz etmiyoruz. Doğalgaza dayalı bir ekonomik gelişmeyle, geçiş dönemi olsun olmasın, temiz ve yeşil bir ekonomiye ulaşamazsınız. Fosil yakıtlara dayalı bir ekonomik gelişme modeli bizi hedeften saptırır.
Kümülatif olarak yeşil ve temiz bir enerji ekonomisine geçebilmek için trilyonlarca dolara ihtiyaç var. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin seragazı salımlarını azaltma politikalarını hayata geçirebilmek ve etkinlenebilirliği azaltıp direngenliği artırmak için gereksinim duyulan paranın fosil yakıtlar üzerinden gitmesi iklim değişikliği mücadelesine zarar verir, katkısı da olmaz. Başta rüzgar ve güneş ile yeni yenilenebilir enerji kaynaklarının birincil enerji içinde payını artırabilecek yatırımı yapmak gerekiyor. Bunu yaparak fosil yakıtlardan zaman içerisinde çıktığınızda hava, su, toprak ve atmosfer kirliliği gibi çevre kirliliği sorununu da çözmüş oluyorsunuz.
Gündeme yeniden doğalgazın getirilmesi rotayı saptırıyor. Bu konuda COP27’nin uygulama planından bahsederken, belki de biraz önce bahsettiğimiz finansman konusunu açmak gerekiyor. Çerçeve kararında düşük karbonlu bir ekonomiye küresel dönüşümün yılda en az 4-6 trilyon dolar yatırım gerektirdiği vurgulanıyor. Bu para yeşil enerji ekonomisine geçmek için bir gereksinim. Bu tür fonlar nasıl sağlanır derseniz finansal sistemin, yapılarının ve süreçlerinin hızlı ve kapsamlı bir dönüşümünü gerektiriyor. Hükümetlerden yatırımcılara tüm aktörlerin bir araya gelmesi bir zorunluluk. Bunun mekanizmalarının ivedilikle kurulması gerekiyor. Politika seçeneklerinin, önlemlerinin diplomasiyi kullanarak bu meselenin önü açılmalı.
Türkiye COP27’de yeni emisyon azaltım planını açıkladı. Artıştan azaltım hedefi bizi 2053 net sıfır hedefine götürür mü?
Türkiye’nin yeni hedefinin 2053 net sıfır hedefi için yeterli olduğunu düşünmüyorum. Bu, 2030’a geldiğinizde sizin ulusal karbondioksit eşdeğer seragazı salımlarınızın aslında en az %33 artacağı anlamına geliyor. Türkiye Cumhuriyeti 2030’da en az %33 artmış bir seragazı salım bütçesi ile 2053 net sıfır hedefine nasıl ulaşacak? Net sıfır salım hedefine ulaşmak için 2030 ya da en geç 2035’te net %35-40 düzeyinde azaltıma gereksinim var. Türkiye 2053 net sıfır hedefinde ısrarlı ve ciddiyse bunu Ulusal Katkı Beyanı’na yansıtarak hedefini gözden geçirmeli. Ayrıca, özel sektörü de, özellikle seragazı salımlarından ağırlıklı olarak sorumlu olan özel sektörü, ulusal iklim değişikliği savaşımı kapsamında seragazı salımlarını azaltmak için gerekli ekonomik ve teknolojik dönüşümü hızla gerçekleştirmek ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden etkilenen toplumsal sınıfları, yoksulları, kadın, çocuk, yaşlı ve engelli toplum kesimlerini destekleyecek “Yeşil İklim Fonu” ya da “Kayıp ve Hasarlar Fonu” benzeri bir özel sektör finansman oluşturmak için yasal olarak zorlamalı. Dahası, ülkenin ulusal iklim değişikliği savaşımına katkı yapmalarını “sorumluluk ve olanakları ölçüsünde” ivedilikle iklim yasası kapsamında yasal olarak sağlamalı.