SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi Direktörü Alkım Bağ Güllü, COP27’nin sonuç metninde önemli bir ayrıntıya dikkat çekiyor. Güllü, metinde düşük emisyonlu enerjinin teşvik edileceği ifadesine yer verildiğini söylerken, “Düşük emisyonlu dediğiniz zaman, doğalgaz veya karbon yakalama ve depolama teknolojilerine uygun fosil yakıtlar gibi farklı kaynaklar gündeme geliyor” diyor.
YAZI: Bulut BAGATIR
Zirvede emisyonların azaltımına dair taahhütler verilmedi. Bunun yanı sıra sonuç metninde kömürden sınırlı bir şekilde bahsedildi, fosil yakıtlara ise hiç değinilmedi. Sizin çerçevenizden COP27’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Belki COP26’yı hatırlayarak başlamakta fayda var. Aslında orada önemli bazı kararlar alınmıştı. Bunlardan biri sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlamaktı. Bunun dışında kömürden çıkış değil ama kömürün aşamalı olarak azaltımı ve verimsiz fosil yakıt sübvansiyonlarının sonlandırılması konusunda bir karara varılmıştı. Dolayısıyla Mısır’da gerçekleşen COP27’nin bu kararlar için bir yol haritası çizmesi bekleniyordu. Bir uygulama COP’u olarak görülüyordu. Bu açıdan değerlendirdiğimiz ve enerji başlığı altında baktığımız zaman bir sonuca ulaşmadı. Zirve süresince sadece kömürden değil, diğer fosil yakıtlardan da çıkışa dair birtakım taahhütlerin verilmesine yönelik tartışmalar yapıldı ancak bir yere varmadı. Onun dışında 2025 yılında emisyonların zirveye ulaşması ve ardından azaltılmasına yönelik taahhütlerin verilmesi konusundaki tartışmalar da sonuç bildirgesinde yer almadı. Sonuç metnine baktığınız zaman orada dikkat çeken şöyle bir ayrıntı da var: Sadece yenilenebilir enerjinin değil, düşük emisyonlu enerjinin de teşvik edileceği vurgulanıyor. Düşük emisyonlu dediğiniz zaman, doğalgaz veya karbon yakalama ve depolama teknolojilerine uygun fosil yakıtlar gibi farklı kaynaklar gündeme geliyor. Enerji dönüşümü kapsamında beklentilerin gerisinde kaldığını söyleyebiliriz. 1,5 derecelik sıcaklık artışı hedefi aynı ama geçen yıl da vurgulandığı gibi aslında yapılanlar bu hede-fe varmak için yeterli değil. Aradaki fark da giderek açılıyor. Bu konuda da gerekli aksiyonlar alınmadığı, gerekli taahhütler verilmediği takdirde 1,5 derecelik hedef de gerçekçi olmaktan giderek uzaklaşacak.
Diğer başlıklarda önemli gelişmeler oldu. Onlardan da bahsetmek gerekir. Bu zirve bir Afrika COP’u olarak düşünülüyordu ve kayıp ve zarar konusuna dair beklenti vardı. İklim değişikliğinden en çok etkilenen ama emisyon salımına katkı yapmayan gelişmekte olan ülkelerin, iklim kaynaklı kayıplarının ve zararlarının karşılanması talebini önce resmi gündeme aldılar. Daha sonra da bunun için bir fon oluşturulmasına karar verildi. Peki, bu fonu kimler finanse edecek? Bu fondan kimler yararlanacak? Bu sorular COP28’deki ana gündem konularını oluşturacak. Bir de burada adil dönüşüm vurgusu vardı. Fosil yakıtlardan çıkıldığında bundan olumsuz etkilenecek sektörlerin ve işçilerin kayıplarının, zararlarının minimize edilmesi için birtakım çalışmalar yapılması gündemde. O yüzden adil enerji dönüşümü vurgusu öne çıktı. Bununla ilgili de yanlış hatırlamıyorsam önümüzdeki yıl COP’tan önce Bakanlar seviyesinde bir yuvarlak masa toplantısı yapılmasına karar verildi. Bunlar olumlu gelişmeler olarak değerlendirilebilir.
Zirvenin sonuç metnine baktığımızda, halihazırdaki enerji krizine cevap vermek adına enerji dönüşümü işaret edildi. Ancak geçen yıl Glasgow’da düzenlenen zirvede kurulan fosil yakıtı aşamalı olarak sonlandırmayı amaçlayan birlikler, bu yıl Ukrayna savaşının neden olduğu enerji krizinin ortasında yeni üyeler bulmaktazorlandı. Enerji dönüşümüne dair nasıl bir süreç bizi bekliyor?
Pandeminin devam eden olumsuz etkileri henüz tamamen ortadan kalkmadı. Bunun yanı sıra Rusya’nın Ukrayna’yı işgali gibi küresel krizler ve işgalle ilişkili bir enerji krizi de mevcut. Aslında COP’tan bağımsız olarak genel anlamda bu krize nasıl tepki verildiğini değerlendirecek olursak burada en çok etkilenen bölgelerden biri de Rusya’ya olan bağımlılığı nedeniyle AB. AB bu krize enerji dönüşümü ile ilgili hedeflerini artırarak cevap verdi. Tabii ki kısa vadede kömür santrallarından çıkışının ertelenmesi ve yeni doğalgaz anlaşmalarının yapılması gibi konular gündemde. Ama orta ve uzun vadede enerji dönüşümü ile alakalı çok daha ciddi hedefler ortaya kondu. Çünkü bu krizin kaynağında enerji dönüşümünü zamanında yapamamak ve hâlâ fosil yakıtlara bağımlı olmak yatıyor. Buna yönelik aksiyon planları alınıyor. Öte yandan fosil yakıt çevrelerinde de tam tersi bir argüman mevcut. Onlara göre, bu kriz aslında fosil yakıtlara ne kadar ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Fosil yakıtları tamamen kaldırarak bir dönüşüm yapmak söz konusu değil. Bu da ister istemez COP27’de hissedildi. Doğalgaz ağırlıklı bir şekilde konuşuldu. Hatta doğalgaz anlaşmaları yapıldı. Kömür yine gündemde olan konulardan biriydi. Burada herhangi bir taahhüt verilmedi. Ama COP27 sırasında jeopolitik ya da ekonomik krizlerin aslında iklim hedeflerinden geri adım atmak için bir bahane olamayacağı ve bu hedeflere ulaşmak için kararlılığın devam etmesi gerektiği vurgulandı.
Şu anda devam eden tartışmalar bana göre geçici. Bu krizi atlatana kadar kömür santralları belki daha geç devreden çıkacak. Yine doğalgaz ağırlıklı bir gündem olacak ama dönüşüm kaçınılmaz ve başlamış durumda. Bu kriz bir taraftan da bize enerji sisteminin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Enerjiyeekonomik erişim ve arz güvenliği konularını da gündeme getirdi. Arz güvenliğini sağlamak, enerjiye ekonomik bir şekilde ulaşmak ve emisyon azaltımını sağlamak birbirinden çok farklı ihtiyaçlar gibi görülüyor ama bunların çözümü yenilenebilir kaynaklara yönelmek. Bu ihtiyaçları optimize etmek için gerekli olan şey bu. Çünkü yenilenebilir enerji kaynakları fosil yakıtlarla kıyasla çok daha ekonomik. Artık teşvikler yenilenebilir enerji kaynaklarına verilmiyor, fosil yakıtlara veriliyor. Tam tersi bir trend var. Burada tartışılan konu, teknik olarak ciddi oranda büyük yenilenebilir enerji kapasitesini sisteme güvenli bir şekilde nasıl entegre edeceğiz? Rüzgar ve güneş gibi kesintili kaynakların üretimini kontrol edemiyorsunuz. Bizim baz yük santrallara ihtiyacımız var, şeklinde bir sav var. Burada da farklı çözüm önerileri sunuluyor: İletim sistemi yatırımlarına devam etmek ve farklı esneklik seçenekleriyle yeni teknolojileri de kullanmak ki batarya depolama bunlardan biri. Bunun dışında uygulanabilecek daha ekonomik çok farklı çözümler de var. Baz yük ihtiyacı duymadan çok fazla yenilenebilir enerji entegrasyonu yapabiliyorsunuz.
Hatta Türkiye için bizim yaptığımız bir çalışmada, planlanan elektrik sistemi yatırımları yapıldığı ve birtakım esneklik seçenekleri sisteme tanıtıldığı takdirde Türkiye olarak 2030 yılında şu an %40 olan yenilenebilir enerji payını %70’lere kadar çıkartabiliyoruz. %15 olan rüzgarın ve güneşin payını ise %35’lere çıkartabiliyoruz.
Tabii enerji dönüşümü dediğiniz zaman yenilenebilir enerji kaynaklarının dışında enerji verimliliği uygulamaları ile çok farklı sektörlerde talebin düşürülmesi de gündemde. Enerjiyi yoğun tüketen sanayi, binalar ve ulaştırma gibi sektörlerde elektrifikasyonu sağlayarak ve bu elektriği yenilenebilir enerjiden alarak, elektrifikasyonun mümkün olmadığı proseslerde de yine yeni geliştirilen örneğin, yeşil hidrojen gibi teknolojilerle karbonsuzlaşmayı sağlamak mümkün. COP’ta da aslında teknoloji ve inovasyon konuları çok ön plandaydı. Farklı ülkelerin stantlarını ziyaret ettiğimizde özellikle gelişmiş ülkelerde Japonya çok ilgimi çekti. Şu anda hâlâ geliştirilmekte olan teknolojiler üzerinden ürünler hazırlanmış. Bu teknolojiler de enerji dönüşümünün geleceğini ve hızını belirleyecek ileride… Bu halihazırda başlamış bir süreç. Peki, bunu iklim hedeflerine ulaşmak için yeterince hızlı bir şekilde yapabilecek miyiz? Aslında soru işareti burada. Başaramazsak, karşımıza iklim değişikliğinin yarattığı afetler veya çok farklı sorunlar çıkacak. Ve bunların maliyeti mutlaka enerji dönüşümünün maliyetinden daha fazla olacak.
COP27’deki anlaşma, iklim finansmanı bulmakta zorlanan uluslararası finansal mimarinin elden geçirilmesi çağrısında bulunuyor. Reform sonrasında enerji dönüşümüne daha da fazla finansman aktarılmasını bekleyebilir miyiz?
Gelişmiş ülkeler yıllık taahhüt ettikleri 100 milyar dolarlık finansmanı vermekte zaten gecikmiş durumdalar. Uluslararası Enerji Ajansı’nın en son açıkladığı verilere göre 2030 yılına kadar net sıfır hedefine ulaşma yolunda yıllık yaklaşık 4 trilyon dolarlık yatırıma ihtiyaç var. Gelişmekte olan ülkeler açısından baktığımızda bu rakam 5,6 trilyon dolara kadar çıkıyor.
Bu nedenle bahsettiğiniz reform çağrısı yapıldı. Çok taraflı kalkınma bankalarına ve uluslararası finansal kuruluşlara finansa erişimi basitleştirmek ve genel olarak iklim hedeflerindeki iddiayı artırmaları yönünde çağrı yapıldı. Enerji dönüşümü bir taraftan ciddi bir finansman ihtiyacını ortaya çıkartırken bir taraftan da finansman kaynaklarını hem artırıyor hem de çeşitlendiriyor. Bunu olumlu bir gelişme olarak görüyorum. Gelişmekte olan ülkelere de baktığımızda artık yapacakları harcamaları bir maliyet kalemi değil, bir yatırım kalemi olarak görmeye başladıklarını görüyoruz. Aslında bu dönüşümü gerçekleştirirken bir taraftan büyümeyi sağlamak, bir taraftan da enerjiyi daha verimli kullandığımız daha yüksek teknolojiye ve yeni sektörlere yönelmek ve kalkınmak mümkün. Bunları yaparken de dediğim gibi yeni teknolojiler çok önemli bir pozisyonda. Gelişmiş ülkeler yeni teknolojileri geliştirmek ve gelişmekte olan ülkelere teknolojileri aktararak küresel ekonomiyi tekrar şekillendirmek konusunda kararlılar. Bazı uzmanlar bu ülkelerin Asya’ya kaptırdıkları sanayileşme konusundaki payı geri almak isteklerini söylüyor. Enerji dönüşümü ve iklim hedefleri dediğimiz zaman aynı zamanda küresel ekonomiyi ve finansman yapısını değiştiren ciddi bir değişimden bahsediyoruz.
COP27’de 630’un üzerinde fosil yakıt lobicisi bulunuyordu. COP28 ise gelecek yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) düzenlenecek. BAE Lideri Şeyh Muhammed bin Zayed el-Nahyan, ülkesinin “dünya ihtiyaç duyduğu sürece” petrol ve gaz sağlamaya devam edeceğini söyledi. Tüm ekonomisi BAE gibi fosil yakıtlara dayalı bir ülkede düzenlenecek COP’tan neler beklenebilir?
BAE, Mısır’dan sonra COP zirvesinin düzenleneceği ikinci Ortadoğu ülkesi olacak ve büyük bir fosil yakıt tedarikçisi olması açısından da ilginç aslında. Burada biraz farklı yorumlar var.
BAE’nin enerji dönüşümü konusunda samimiyeti sorgulanıyor. Bildiğim kadarıyla bu ülke ev sahibi olmak için gerçekten çok çalıştı. COP27’ye yaklaşık 1.000 kişi ile açık ara en yüksek delegasyonu gönderdi. Dolayısıyla burada kendi küresel konumunu, çevre ve enerji dönüşümü konusundaki pozisyonunu güçlendirmek gibi birtakım amaçları olduğu da düşünülüyor. Tabii bu konu hakkında çok net bir şey söyleyemeyiz. Sonuçta gayri safi milli hasılasının %30’u petrolden, geri kalanı da ona bağlı sektörlerden gelen bir ülke. 2050 yılında net sıfır hedefi ilan etmiş durumda ama buna geçişin de çok yumuşak olmayacağı değerlendirilen bir ülke. Gündemi ne olursa olsun benim açımdan şunu gösteriyor: Bu zirvenin liderliğini fosil yakıt üreticisi olan bir ülkenin yapması aslında enerji dönüşümünün ne kadar ciddiye alındığını, bütün ülkeler tarafından kabul edildiğini, kendi çıkarlarını savunmak amaçlı bile olsa aslında dönüşümün ne kadar güçlü bir şekilde ilerlediğini gösteriyor.
Türkiye, baz senaryosunu değiştirmediği ve emisyon artışına neden olacak bir Ulusal Katkı Beyanı duyurdu. Emisyonların ise 2038’de pik yapacağı açıklandı. Açıklanan yeni NDC planı ile 2053 net sıfır hedefi ulaşılabilir duruyor mu? Bu plandan, enerji dönüşümü politikası nasıl etkilenir?
Gelişmekte olan ülkeler mutlak azaltım değil, artıştan azaltım yapıyorlar ve Türkiye de bu ülkelerden biri. Sizin de söylediğiniz gibi belirlenmiş olan bir referans senaryo var. Yani hiçbir şey yapılmazsa 2030’a geldiğimizde Türkiye’de emisyonlar hangi seviyeye çıkar? Bu bir referans senaryo olarak belirleniyor. Bu referans senaryo üzerinden de ülkeler azaltım taahhütlerinde bulunuyor. Türkiye daha önce %21’lik bir azaltım taahhüdü vermişti. Bu yıl bu referans senaryo değiştirilmedi. Referans senaryo ise 1.175MtCO2. Aynı referans senaryo üzerinden artıştan azaltım oranı %21’den %41’e çıkarıldı. O da 2020 itibarıyla 524 milyon ton olan emisyon salımının, 2030 yılına geldiğimizde yaklaşık 700 milyon tona ulaşacağını varsayıyor. Burada uzmanların yaptığı eleştiri aslında daha çok bu referans senaryo ile ilgili. Bunun gerçekçi olmadığı tartışılıyor. Yani Türkiye’nin büyüme oranları, nüfus gelişimi, enerjiyi kullanım oranları ile bizim 2030’a geldiğimizde böyle bir emisyon artışına aslında ulaşamayacağımız, yapılan araştırmalarda bunun en fazla 700 milyon ton olduğu gibi yorumlar var.
Geçen yıl Paris Anlaşması’nı imzaladığımız ve 2053 hedefini koyduğumuz için daha iddialı bir katkı beyanı güncellenmesi bekleniyordu. Dediğiniz gibi pik yılı 2038 olarak verildi. 2038’den 2053’e kadar 15 yıllık bir süre var. O süre içerisinde bizim net sıfıra düşmemiz gerekiyor ki bence çok zor bir senaryo. Tabii bu konuda Enerji Bakanlığı tarafından da henüz bir net sıfır senaryosu, bir yol haritası da açıklanmadığı için nasıl bir planlama yapıldığını bilmek mümkün değil. Böyle bir senaryo açıklanırsa daha sağlıklı bir yorum yapmak mümkün ama bizim yaptığımız analizlerde bu pik yılına her koşulda 2030’dan önce varmak gerekiyor ki siz 2053’e geldiğinizde emisyonlarınızı sıfırlayabilesiniz. Çok ciddi bir dönüşümden bahsediyoruz. Hiç kolay değil. Bu yol hem daha zor hem de daha maliyetli olacak. O yüzden bizim bütüncül bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Enerji, sanayi, ekonomi, ulaştırma gibi bütün sektörlerde net sıfır hedefini baz alan, tüm kurumların koordineli çalışmasıyla kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri belirleyerek ilerlemek en güvenli yol.
Türkiye’de biraz bekle ve gör politikası var. “Kervan yolda düzülür” deriz. Burada bekle ve gör politikası bize yarar değil, zarar getirir. Önümüzde yaklaşık 30 yıllık bir süreç var. Kurumların bu konuda çalıştıklarını biliyoruz ama çok net bir yol planı henüz ortaya çıkmadı. Daha önce söylediğim şeyi tekrar vurgulamak istiyorum: Hızlı olmak çok önemli. Burada geri kaldığınızda diğer ülkelerdeki ciddi sanayi dönüşümü ile yeşil ürünlerin üretimi, karbonsuzlaşmada öne çıkacak teknolojilerin geliştirilmesi, bu teknolojilerin satılacağı piyasalar ve pazarlar konusunda hakimiyeti sağlayamazsınız. Küresel ekonomideki pozisyonumuzun belirlenmesi için hızlı olmamız gerekiyor. Ne kadar hızlı ve planlı şekilde hareket edersek o kadar kazançlı oluruz.