#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
çevre

2023’te Bizi Bekleyen 14 Büyük Çevre Sorunu

İklim krizinin alevlenmesine yol açan pek çok faktör varken, bunların bazılarına diğerlerinden daha fazla ilgi gösterilmesi gerektiği de ortada. Bu yazıda, ormanların kaybından biyoçeşitliliğin azalmasına, yemeklerin ziyan edilmesinden “hızlı moda” kavramına, yaşam süremizin en önemi çevre sorunları derleniyor.

YAZI: Deena ROBİNSON

Çeviri: Eren BALTAŞ

1. Fosil Yakıtlar Kaynaklı Küresel Isınma

Bu yazı hazırlandığı sırada; endüstriyel dönem öncesine oranla atmosferdeki karbondioksit oranı 418 ppm’e, küresel sıcaklık artışı ise 1.15 dereceye ulaşmış durumda.

Gezegenimizdeki karbondioksit seviyesi en son 4 milyon yıldan uzun süre önce bu kadar yüksekti. Artan seragazları küresel sıcaklığın sabit ve şiddetli biçimde artışına; dolayısıyla ABD’de ve Avustralya’da tarihin en büyük bazı orman yangınlarına, Afrika ve Asya’da çekirge sürüsü istilalarına, tarım hasatlarında verimsizliğe, Antarktika’da ise havanın 20 dereceyi geçtiği, ilk defa kaydedilmiş bir sıcaklık dalgasına yol açtı. Bilim insanları, gezegenin yıkıcı sonuçlara yol açabilecek bazı eşik noktalarını geçtiği konusunda devamlı uyarılarda bulunuyorlar. Kutup bölgelerindeki buzulların artan erimesi, şiddetlenen “altıncı kitlesel yok oluş” ve Amazon Ormanları’ndaki ormansızlaşma bunlardan yalnızca bazıları.

İklim krizi; tropik fırtınalar, kasırgalar, sıcak hava dalgaları gibi hava olaylarına sebep oluyor, sellerin her zamankinden daha şiddetli ve sık yaşanmasına yol açıyor. Eğer emisyonlara yol açan tüm faaliyetler hemen şimdi durdurulsa bile, önümüzdeki yıllarda küresel sıcaklığın hâlâ arttığını görebiliriz. Bu yüzden en kısa sürede seragazı emisyonlarını ciddi biçimde azaltmak, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmak ve fosil yakıt kullanımını sonlandırmak çok önemli.

2. Kötü Yönetim

Nicholas Stern gibi ekonomistlere göre, iklim krizi piyasa başarısızlıklarının bir sonucu.

Ekonomistler ve yaşam savunucuları politikacıları yıllarca emisyonlara yol açan faaliyetlerin maliyetinin artırılması konusunda uyardı. Bu politikaların, örneğin düşük karbon kullanan teknolojilerin gelişmesine yol açacak “karbon vergileri” ve türevlerinin eksikliği, en büyük piyasa başarısızlıklarını beraberinde getirdi.

Emisyonları yeterince hızlı ve etkili biçimde kesebilmek için, hükümetlerin yalnızca yeşil yatırımlara ve düşük karbon teknolojilerine ayrılan fonu artırması değil; diğer piyasa başarısızlıklarına da çözüm olacak nitelikte başka politikaları da benimsemeleri gerekiyor.

Şu anda Arjantin, AB ülkeleri, Kanada, Singapur, Japonya ve Ukrayna dahil olmak üzere dünyanın 27 ülkesinde ulusal karbon vergisi uygulanıyor. Buna karşın, 2019 OECD Enerji Kullanımı Vergileri raporuna göre güncel vergilerin yaptırım gücü enerji kaynaklarının yarattığı kirliliğe denk değil. Örneğin EKİÖ raporuna göre, karbon vergilerinin gücü elektrik endüstrisi üzerinde etkili olsa da, kömür üretimiyle başa çıkabilecek seviyede değil. İsveç, bu konuda başarılı sayılabilecek bir örnek uyguladı: Ton başına 127 dolar. Bu politika, emisyonları 1995’ten beri %25 azalttı. Aynı süreçte İsveç’in ekonomisi de %75 büyüdü.

BM gibi uluslararası örgütler iklim kriziyle mücadele etmek için uygun adres olmayabilir. BM bir dünya savaşı daha çıkmasını önlemek için kurulmuştu. Ayrıca, BM’nin üyeleri örgüt tarafından yapılan herhangi bir öneri veya talimata uymak zorunda da değil. Örneğin, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında ortaya atılan Paris Anlaşması, ülkelerin seragazı emisyonlarını, küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme göre 2100’e kadar 2 derecenin altında kalacak şekilde azaltmasını söylüyor. Fakat bu anlaşmaya katılım gönüllü ve maddeleri uygulamamanın yaptırımı yok.

3. Gıda İsrafı

Küresel olarak insan tüketimi için üretilen gıdanın yaklaşık üçte biri -1.3 milyar ton yiyecek- çeşitli nedenlerle çöpe gidiyor. Bu, 3 milyar insanı beslemeye yetecek kadar gıda demek. Gıdanın israfı emisyonların üçüncü büyük sorumlusu. Yani gıda israfı bir ülke olsaydı, Çin ve ABD’nin ardından üçüncü büyük emisyon kaynağı ülke olurdu.

Gıda israfı ve kaybı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde farklı derecelerde meydana geliyor. Gelişmekte olan ülkelerde, kaybın %40’ı hasat ve işleme aşamalarında; gelişmiş ülkelerde ise aynı oran, tüketim aşamasında meydana geliyor.

Korkunç derecede yüksek bir miktar ise perakende aşamasında israf ediliyor. Örneğin yalnızca ABD’de, üretimin %50’sinden fazlası tüketicinin satın alması için “fazla çirkin” göründüğü için çöpe gidiyor. Bu 60 milyon ton meyve ve sebze demek. Bu durum listedeki büyük çevre problemlerinden başka biri olan “yiyecek kaygısına” yol açıyor.

4. Biyoçeşitlilik Kaybı

Geçtiğimiz 50 yıl tüketimde, nüfus artışında, küresel ticarette ve şehirleşmede inanılmaz bir artışa sahne oldu. Bu, dünyanın kaynaklarının insanlar tarafından çok hızlı biçimde tüketilmesine yol açtı.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın güncel bir raporu memeli, balık, kuş, sürüngen ve amfibi canlıların nüfuslarında 1970 ve 2016 yılları arasında ortalama %68’lik bir azalma olduğunu söylüyor. Rapor biyoçeşitlilikteki bu kaybı pek çok ayrı faktöre bağlıyor, fakat özellikle bu canlıların yaşam alanları olan arazilerin tarım alanlarına dönüştürülmesinin altını çiziyor. Karıncayiyenler, köpekbalıkları, denizatları gibi hayvanlar yasadışı hayvan ticaretinden önemli ölçüde etkileniyorlar. Karıncayiyenlerin soyu bu sebeple tükenme tehlikesi altında.

Dahası, yeni bir analiz dünyanın “altıncı kitlesel yok oluş” sürecinin hızlandığını ortaya koydu. Kara hayvanları içerisinde 500 türden fazlası yok oluşun eşiğinde ve önümüzdeki 20 yıl içerisinde soylarının tamamen tükenmesi muhtemel. Aynı sayı geçtiğimiz yüzyılda, bütün bir yüzyıl içerisinde yok olmuştu. Bilim insanları insanların doğaya verdiği hasar olmasaydı, bu kayıpların binlerce yıl alacağını söylüyor.

5. Plastik Atıklar

1950 yılında, dünya yılda 2 milyon tondan fazla plastik üretiyordu. 2015 yılında bu yıllık üretim 419 milyon tona çıktı ve plastik atığın çoğunun çevreye atılmasına sebep oldu.

Bilim dergisi Nature tarafından yayımlanan bir rapor, her yıl okyanuslara, içinde yaşayan canlılara ve canlı habitatlarına zarar veren yaklaşık 14 milyon ton plastik girdiğini belirledi. Araştırmaya göre bu konuda hiçbir şey yapılmazsa, okyanusların plastik krizi 2040 yılına kadar yılda 29 milyon tona çıkacak. Bu hesaba mikroplastikleri de dahil ettiğimizde plastiklerin toplam hacmi 2040 yılına kadar 600 milyon tona çıkabilir.

National Geographic, şu ana kadar üretilmiş tüm plastiğin %91’inin geri dönüştürülmediğini saptadı. Bu, yalnızca bizim yaşam süremizin en büyük çevre problemlerinden biri değil, aynı zamanda çok büyük başka bir piyasa başarısızlığı anlamına geliyor. Plastiğin çözünmesinin 400 yıl sürdüğü düşünüldüğünde, bu sorun bitene kadar daha birçok nesil gelip geçecek. Plastik atık kirliliğini çevre üzerindeki uzun vadeli, geri döndürülemez etkilerinin ne olacağını söylemek ise mümkün değil.

6. Ormansızlaşma

Geçtiğimiz her saatte, 300 futbol sahası boyutunda ormanlar kesiliyor, yok ediliyor. 2030’a kadar gezegenin ormanlarının yalnızca %10’unun kalacağı düşünülüyor. Eğer ormansızlaşma durdurulmazsa, 100 yıldan kısa süre içinde ormanların tamamı yok olabilir.

Ormansızlaşmayı en yüksek raddede yaşayan üç ülke Brezilya, Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Endonezya. Dünyanın en büyük yağmur ormanları havzası olan ve 6.9 milyon kilometrekarelik bir alana yayılan Amazonlar, Güney Amerika kıtasının yaklaşık %40’ını kaplıyor, bitkiler ve hayvanlar açısından en yüksek biyoçeşitliliğe sahip alanlardan biri olarak varlığını sürdürüyor. Bu bölgeyi koruma yönündeki tüm çabalara rağmen, yasal olarak ormansızlaştırma sürüyor. Dünyadaki tropik orman katliamının üçte biri, her yıl 1.5 milyon hektarlık bölgenin ormansızlaştırılması ile Amazon ormanlarında yaşanıyor.

Tarım, ormansızlaşmanın önde gelen nedenlerinden biri. Araziler hayvancılığa alan açılması veya şeker ve palm yağı gibi satışı yüksek ürünlerin ekilmesi için boşaltılıyor. Karbon döngüsünde ayırıcı olmaları dışında, ormanlar toprak kayması konusunda da önleyici rol oynuyorlar.

7. Hava Kirliliği

Günümüzdeki en büyük çevre problemlerinden birisi de hava kirliliği. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) verilerine göre her yıl 4.2 ila 7 milyon arası insan hava kirliliğine bağlı sebeplerden dolayı ölüyor, 10 insandan dokuzu yüksek derece kirli maddeler içeren hava soluyor. Afrika’da 2017 senesinde 258 bin insan hava kirliliğine doğrudan bağlı sebepler nedeniyle öldü. UNICEF raporlarına göre, bu sayı 1990 yılında 164 bindi. Hava kirliliğinin çoğunlukla endüstriyel faaliyetler ve motorlu araçlardan, biyoatıkların yakılmasından ve toz fırtınalarına bağlı düşük hava kalitesinden kaynaklandığı biliniyor.

Avrupa’da, AB’nin son raporlarından birine göre, hava kirliliği 2012 yılında yaklaşık 400 bin ölüme doğrudan veya dolaylı olarak neden oldu. (Verilerde bulunan son yıl 2012 idi)

COVID-19 pandemisinin başlarında, dikkatler hava kirliliğinde önemli rol oynayan gazların virüs moleküllerini taşımakta oynadığı role yönelmişti. Çalışmalar COVID-19 virüsü kaynaklı ölümlerle hava kirliliği arasında olumlu bir korelasyon olduğunu ve kirli hava moleküllerinin virüsün taşınmasında daha etkili olduğunu doğruladı. Bu sonuçlar kesin bir yargı taşımaksızın, özellikle hava kalitesinin belirgin biçimde kötü olduğu Çin’de ölüm oranlarının yüksek olmasına da bağlanabilir.

8. Eriyen Buz Kütleleri ve Su Seviyesinin Yükselmesi

İklim krizi kutuplardaki sıcaklığın dünyanın başka herhangi bir yerine göre iki kat hızla artmasına yol açıyor. Günümüzde, deniz suları dünyanın artan sıcaklığının sonucu olarak, 20. yüzyıldaki seviyelerin iki katından daha hızlı yükseliyor. Denizler yıllık ortalama 3.2 mm’lik bir oranla yükseliyor ve yüzyılın sonuna kadar bu oranın yıllık 0.7 metreye kadar çıkacağı düşünülüyor. Kutuplarda özellikle Grönland Buzul Tabakası deniz seviyesinin yükselmesi açısından en büyük tehlikeyi oluşturuyor.

Belki de en büyük güncel çevre sorunu olarak değerlendirilebilecek olan bu madde de insanların endişelerini yükseltiyor. Geçen yılın yazında, Grönland’da 60 milyar ton buzulun kaybı küresel deniz seviyesinin yalnızca 2 ay içerisinde 2.2 mm yükselmesine yol açmıştı. Uydu verilerine göre, Grönland buzul kayıpları 2019’da rekor seviyeye ulaştı. Bu, korkunç felaket sahnelerine sebep olabilecek, dakika başına 1 milyon ton buzun kaybı demek. Eğer bütün Grönland Buzulu erirse, deniz seviyesi altı metre yükselecek.

Antarktika kıtası ise deniz seviyesinin yükselmesine yıllık 1 mm civarı bir katkıda bulunuyor. Bu, yıllık küresel yükselişin üçte biri demek. Son zamanlarda Kanada’nın Kuzey Kutbu’ndaki topraklarında, tümüyle birleşik son buzul kütlesi de çöktü.

Deniz seviyesinin yükselmesinin özellikle kıyı bölgelerinde yaşayan insanlar üzerinde yıkıcı etkileri olacak. Araştırma grubu İklim Merkezi’ne (Climate Central) göre, bu yüzyıl içinde yaşanacak seller kıyılarda yaşayan 340 ila 480 milyon arası insanı etkileyerek başka bölgelere göç etmelerini tetikleyebilir, dolaylı yoldan nüfus yoğunluğu ve kaynak sorununa katkıda bulunmalarına yol açabilir.

Bangkok (Tayland), Ho Chi Minh (Vietnam), Manila (Filipinler), ve Dubai (BAE) gibi şehirler, deniz seviyesinin yükselmesi ve seller karşısında en yüksek tehlike altındaki şehirlerin arasında bulunuyorlar.

9. Okyanusların Asitlenmesi

Küresel sıcaklık artışı yalnızca yüzeyi değil, okyanusların asitlenerek kimyasal yapılarının bozulmasını da etkiledi. Okyanuslarımız atmosfere salınan karbondioksitin yaklaşık %30’unu emmekle görevli. Fosil yakıt kullanımı ve artan orman yangınları gibi karbon emisyonunu artıran faaliyetler devam ettikçe, denizlerin yükü de artıyor, kaldırabileceklerinden daha fazla emilime maruz kalıyorlar.

PH skalasındaki en ufak bir değişiklik bile okyanusların asitlik derecesinde büyük etkilere yol açabiliyor. Bu asitlenmenin su ekosistemleri ve deniz canlıları üzerinde, onların yemek zincirleri ve yaşam alanları gibi noktalarda ciddi zararlara yol açtığı biliniyor. PH seviyeleri çok düştüğünde, istiridyeler gibi kabuklu deniz canlılarının bedenleri, kabukları ve hatta iskeletleri dahi suda çözünebiliyor.

Okyanus asitlenmesinin yol açtığı en büyük çevre sorunlarından başka biri ise mercan resifi kayıpları. Bu fenomen, yükselen su sıcaklıkları resifler ile onların üstünde yaşayan alglerin ayrılmasına yol açtığında gerçekleşiyor. Bazı bilim insanları mercan resiflerinin 2050 yılına kadar tamamen ortadan kaybolabileceğini iddia ediyorlar. Okyanuslardaki asit seviyelerinin yükselmesi mercan resiflerinin kendini onarma ve yenileme yeteneğini yok ederek bu duruma yol açabilir.

Bazı araştırmalar okyanus asitlenmesinin plastik atıklarla da bağlantılı olabileceğini gösteriyor. Plastik çöplerle birlikte okyanusa taşınan yabancı bakteri ve mikroorganizmalar sualtı ekosistemlerine zarar vererek mercan resiflerinin çözünmesine katkı yapıyorlar.

10. Tarım

Araştırmalar, küresel gıda zincirinin, insan kaynaklı seragazı emisyonlarının üçte birinden sorumlu olduğunu gösteriyor. Bunun %30’u hayvancılık ve balıkçılıktan kaynaklanıyor. Tarımsal süreçler, azot protoksit gibi tarım ilacı bağlantılı zehirli moleküllerin yanında, emisyonların artışına da neden oluyor.

Küresel et tüketiminin yalnızca %24’ünü oluşturmasına rağmen, dünyanın hayvancılık alanlarının %60’ı sığır yetiştiriciliğine ayrılmış durumda.

Tarım yalnızca geniş toprak alanlarını kaplamakla kalmıyor, ayrıca ciddi ölçüde taze su harcayarak, listedeki bir başka büyük çevre problemi olan su sorununun büyümesine de katkı yapıyor. Otlatma ve tarım alanları topraklarımızın üçte birini oluştururken, dünyanın kısıtlı temiz su kaynaklarının %75’ini harcıyorlar.

Bilim insanları, yıllardır gıda sistemimizi yeniden kurgulamamız konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Karbon ayakizimizi azaltmamız ve sürdürülebilir bir gıda endüstrisi yaratmak için daha bitkisel bazlı diyetlere geçiş yapmamız, bu önerilerden bir tanesi.

11. Yemek ve Su Kaygıları

Yükselen sıcaklıklar ve sürdürülebilirlikten uzak, verimsiz tarım tekniklerinin kullanımı, gıda ve su krizinin büyümesine yol açarak onu günümüzün en büyük çevre sorunlarından birisi haline getirdi.

Küresel olarak yılda 68 milyar tondan fazla humus (üst-toprak), doğal olarak yenilenebileceği hızın 100 katı bir hızla aşınıyor. Biyosit ve gübre ile dolu olan bu toprak tabakası su kaynaklarına karışarak suyun kirlenmesine de yol açıyor.

Bunun ötesinde; açığa çıkmış, cansız toprak, kendisini bir arada tutan kök ve miselyum bağlantılarından yoksun olduğu için, rüzgar ve su erozyonlarına daha açık hale geliyor. Toprak erozyonuna katkıda bulunan önemli faktörlerden birisi de toprağın aşırı işlenmesi. Aşırı işleme, kısa vadede yüzey verimliliğini artırsa da, toprağın fiziksel yapısına zarar veriyor ve uzun vadede toprak sıkışması, verimlilik kaybı ve aşınmanın artmasına yol açıyor.

Yüzyılın ortalarına doğru dünya nüfusunun 9 milyar insana ulaşması beklenirken, BM’nin Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ise 2050 yılına kadar küresel gıda talebini %70 artacağını tahmin ediyor. Dünyanın dört bir yanında, 820 milyondan fazla insan yeterince yiyecek bulamıyor.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Eyleme hızlıca geçilmezse, yüz milyonlarca yetişkin ve çocuğun hayatları üzerinde uzun vadeli etkileri olabilecek büyük bir küresel gıda krizi bizleri bekliyor” diyor. Guterres, bütün ülkeleri gıda sistemlerini yeniden düşünmeleri ve daha sürdürülebilir tarım tekniklerinin kullanımını teşvik etmeleri konusunda uyarıyor.

Su güvenliği konusunda da durum daha iyi değil. Dünyadaki suyun yalnızca %3’ü temiz su, ve onun da üçte ikisi buzulların içinde donmuş, veya başka sebeplerle kullanılamaz vaziyette. Bunun bir sonucu olarak, yaklaşık 1.1 milyar temiz suya ulaşmakta ciddi zorluk yaşıyor ve toplamda 2.7 milyar insan yılın en az bir ayında su kıtlığıyla mücadele ediyor. 2025 yılına kadar, dünya nüfusunun üçte ikisi su kesintileriyle karşılaşmak durumunda kalabilir.

12. “Hızlı Moda” ve Tekstil Atıklar

Moda ve giyim alanlarındaki küresel talebin görülmemiş bir hızla artışından sonra moda endüstrisi toplam karbon emisyonlarının %10’undan sorumlu olarak zamanımızın en önemli küresel sorunlarından birisine dönüştü. Moda sektörü, artık yalnız başına havacılık ve denizcilik sektörlerinden daha fazla seragazı üretiyor ve BM Çevre Programına göre küresel su israfının yaklaşık olarak %20’si “hızlı moda” nedeniyle gerçekleşiyor.

Dahası, dünyada şimdiye kadar en az 92 milyon ton tekstil atığı üretildi ve bu sayının 2030 yılına kadar 134 milyon tona çıkması bekleniyor. Yok edilen kıyafetler ve tekstil atıkları genellikle toprağa gömülüyor ve çoğu polyester, naylon, akrilik ve diğer sentetik materyaller gibi geri dönüştürülemez maddeler içerdiği için, toprağa ve yakınlardaki su kaynaklarına ciddi ölçüde zarar veriyorlar. Ayrıca en az 39 bin ton tekstil atığının çürümeye terk edildiği Şili’nin Atakama çölünde görüldüğü üzere, dev miktarlarda tekstil ürünü atıkları gelişmiş ülkeler tarafından daha az gelişmiş ülkelere de atılabiliyorlar.

Gittikçe büyüyen bu sorun, “hızlı moda” tüketimine dayalı sektör tarafından yalnızca daha da şiddetlendiriliyor. Bu sektördeki şirketler en yeni trendlere uygun ürünler üretmek için ucuz ve hızlı üretim biçimlerini ve düşük kaliteli malzeme kullanımını tercih ediyorlar. BM İklim İçin Moda Endüstrisi Tüzüğü’ne göre önemli moda ve tekstil şirketlerinin 2050 yılına kadar net sıfır karbon emisyonuna ulaşmaları gerekiyor, fakat dünyadaki moda devlerinin çoğunluğu hâlâ iklim krizindeki bu rollerini üstlenmiş değil.

13. Aşırı Balıkçılık

Günümüzde dünyada 3 milyardan fazla insan birincil protein kaynakları olarak balık ile besleniyor. Dünya ekonomisinin yaklaşık %12’si balıkçılığın bir biçimine dayanıyor, balıkçıların %90’ı ise küçük ölçekli balıkçılar: örneğin gemiler yerine bir teknede, küçük boyutlu ağlar ve oltalar ile avlanan az kişilik bir ekibi düşünün. Dünyadaki 18.9 milyon balıkçının içinde, %90’ı işte bu bahsedilen kategoride.

İnsanların çoğu 50 yıl önce tüketilen ortalama miktarın yaklaşık iki katı kadar yiyecek tüketiyor ve dünya nüfusu da 1960’lara göre dört katı kadar artmış durumda. Bu, tüketim için, resmi olarak avlanan balık türlerinin %30’unun “aşırı avlanma”dan mustarip olmasının en önemli nedenlerinden biri. Bu, tüketime uygun balık türlerinin yenilenebilecekleri hızdan daha büyük bir hızla avlanması anlamına geliyor.

Aşırı balıkçılık, çevre üzerinde yıkıcı etkilerle birlikte geliyor: Denizlerdeki alglerin sayısının artışı, balık topluluklarının yok oluşu, biyoçeşitliliğin kaybı ve deniz çöplerinde artış bunlardan bazıları.

BM 2017 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDG 14) programının bir parçası olarak, BM ve FAO balık türlerinin popülasyonlarını biyolojik olarak nesillerini devam ettirebilir oranlarda korumak için birlikte çalışıyorlar. Bunun başarıya ulaşması için dünyanın okyanuslarında bu konuda çok daha katı politikalar uygulanması gerekiyor. 2022’nin Haziran ayında, Dünya Ticaret Örgütü balıkçılığa yönelik teşvik fonlarını yasaklayarak bu konuda tarihi bir anlaşmaya imza attı. Balıkçılıkta kullanılacak yakıt, ekipman ve yeni araçların inşası için ayrılan karşılıksız ödenekler, aşırı avlanmanın büyük bir kaynağını oluşturuyordu.

14. Kobalt Madenciliği

Kobalt, yenilenebilir enerji geçişinin kalbinde yer alan mineral bilmecesinin tanımlayıcı örneği haline geliyor. Elektrikli otomobillerin çalışmasını sağlayan bataryalardaki en önemli bileşenlerden biri olan kobalt, talep konusunda dalgalanmalarla boğuşuyor. Dünyanın en büyük kobalt üreticisi şu anda üretimin yaklaşık beşte birinin maden kaynaklı olduğu Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DKC)

Buna karşın, kobalt madenciliği, özellikle işçilerin sömürülmesi ve bazı ciddi çevresel ve toplumsal problemlerle ilişkilendiriliyor. Kobalt madenciliğiyle bağlantılı faaliyetlerin çevresel maliyeti yüksek. DKC’nin güney bölgeleri yalnızca kobalt ve bakır değil, yüksek miktarda uranyuma da ev sahipliği yapıyor. Bilim insanları maden bölgelerindeki yüksek radyoaktivite derecelerine dikkat çekiyor. Ayrıca mineral madenciliği de tıpkı diğer madencilik faaliyetleri gibi genellikle civar su kaynaklarına bulaşarak kirlenmelerine yol açacak atıklar üretiyor. Maden çalışmaları esnasında parçalanan kayaların yarattığı toz bulutlarının bölgede yaşayan insanlarda solunum güçlüklerine yol açtığı da biliniyor.

Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.

EkoIQ Editör