Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) Türkiye ekonomisini yeşil bir dönüşüme zorluyor. Hem ekonomik hem de teknolojik sıçrama bağlamında yeşil dönüşüm Türkiye ekonomisinin bugün ihtiyaç duyduğu bir alternatif olarak karşımızda duruyor.
Yazı: Doç. Dr. Ahmet Atıl AŞICI, İstanbul Teknik Üniversitesi
Avrupa Birliği (AB), Avrupa Yeşil Mutabakatı (AYM) eliyle 2050’de iklim nötr olmayı hedeflerken AB’yi inovasyonla en rekabetçi bölge haline getirmeyi ve bunların yanında küresel seragazlarının azaltılmasında etkili bir oyuncu haline gelmeyi hedefliyor. Tüm bu hedefler gıdadan ulaştırmaya, inşaattan enerjiye tüm sistemlerin dönüşümünü gerekli kılıyor. 11 Aralık 2019’da yayımlanan bildirimde AYM’nin iklim değişikliğine ilişkin güncel sorunlara bir cevap niteliğinde olduğu, AB’yi daha adil ve müreffeh bir toplum kılmak amacıyla yeni bir büyüme stratejisi içerdiği ve bu büyümenin modern, kaynak kullanımı bakımından etkin, rekabetçi bir ekonomiyi beraberinde getirecek bir büyüme olacağı duyuruldu.
AYM, sadece AB’yi ilgilendiren bir konu değil aslında. AYM, AB ile ticari, finansal ve siyasi ilişki içinde olan tüm ülkeleri benzeri bir dönüşüme zorluyor. Bu zorlama, ticaret kanalı üzerinden gerçekleşecek. AYM’de ticaret kanalı üzerinden bu amaçla kullanılacak iki araç bulunuyor. Bunlar, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) ve Döngüsel Ekonomi Eylem Planı (DEEP). SKDM, AB sınırından içeri giren kimi ithal ürünlerin içerdiği karbon yoğunluğuna bağlı olarak vergilendirilmesini; döngüsel ekonomi düzenlemeleri de AB’ye ihraç edilen ürünlerin dayanıklılık, satış-sonrası yükümlülükler gibi kıstaslar üzerinden yeniden tasarlanmasını gerektiriyor. Bu iki kanala ek olarak önümüzdeki dönemde yasalaşması beklenen Arz Zinciri Etik Yasası’ndan da bahsetmek gerekir. Buna göre AB’li firmalar arz zinciri içinde yer alan tedarikçilerinin sebep oldukları çevre ve insan hakları ihlallerinden sorumlu tutulacak. Örneğin, AB merkezli hazır-giyim firmalarına üretim yapan Türkiyeli tedarikçilerin üretimleri sırasında çevreyi kirletip kirletmedikleri, çocuk/kayıtsız işçi çalıştırıp çalıştırmadıkları bağımsız kurumlar tarafından denetlenmeye başlayacak.
AYM’nin duyurulması sonrası en ses getiren bileşen ise SKDM oldu. Bu yazıda AB’nin neden SKDM’ye ihtiyaç duyduğu, bunun Türkiye ekonomisine etkisi ve Türkiye’nin neler yapabileceği üzerinde durulacak.
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması
SKDM, en basit tanımlamayla, AB içi bir sistem olan AB Emisyon Ticareti Sistemi’nin (ETS) AB dışına genişletilmesi olarak anlaşılabilir. AB, 2005 yılından bu yana elektrik, kağıt, çimento, cam, seramik, demir-çelik, alüminyum, rafineri ürünleri, kimyasal ürünler ve havayolu taşımacılığı gibi enerji ve karbon yoğunluğu yüksek sektörlerdeki tesis ve güç santrallarının sebep olduğu emisyonları AB Emisyon Ticareti Sistemi (EU Emission Trading System, ETS) altında düzenliyordu. ETS öncelikle belli büyüklüğü aşan AB üreticilerinin (15 bin civarında tesis) atmosfere salabilecekleri azami miktarı (cap) belirleyip, her tesise bir kota getirdi. Kotasının üzerinde emisyon yapan tesisler, daha az emisyon yapan tesislerden serbest piyasada belirlenmiş fiyattan “emisyon hakkı” (European Union Allowance, EUA) satın almak (trade) zorunda bırakıldı. Piyasada alınıp satılan hakların sayısı iklim hedefleriyle uyumlu olarak zaman içinde azaltılıyor, böylelikle enerji ve karbon-yoğun sektörler için dönüşmemenin maliyeti artırılıyor.
Ne var ki, AB-içi emisyonları düşürerek AB, 2050 iklim-nötr hedefine ulaşmak mümkün olsa da, bunun küresel emisyonlar ve AB-içi üretim ve istihdama olumsuz etkileri olabilecek. ETS, AB içinde maliyetleri artan üreticilerin üretim yerlerini birlik dışı ülkelere taşımaları gibi, “karbon kaçağı” (carnbon leakage) denilen bir soruna yol açıyordu. Yer değişikliği sonucunda AB üretim ve istihdam kaybı yaşarken, herhangi bir karbon düzenlemesi olmayan ülkelerde de emisyonların artmasına sebep oluyordu. AB bugüne kadar bu sorunla emisyon haklarının bir kısmını ücretsiz dağıtarak baş etmeye çalışsa da bunun 2050 iklim-nötr hedefiyle uyuşmadığı açık. Yapılan çalışmalar, 2013-2019 arasında emisyonlarının tümünü satın almak zorunda kalan elektrik sektörü emisyonları %28 düşerken, diğer sektörlerdeki düşüşün%2.1 ile sınırlı kaldığını gösterdi.
SKDM, AB’li üreticilerin maliyet dezavantajını ortadan kaldırmak için uygulanagelen “ücretsiz tahsisat” politikasını sona erdirecek, böylelikle 2050 iklim- nötr hedefine ulaşmayı mümkün kılacak. 16 Mayıs 2023’te son halini alan SKDM ile AB sınırını geçen belli sektörlerdeki ihracat ürünlerinin içerdiği seragazları AB ETS uygulamasına paralel biçimde fiyatlandırılmaya başlanacak.
SKDM İşleyişi
SKDM AB ETS’den bağımsız tek bir merci olan SKDM Otoritesi tarafından yürütülecek. İthalatçı AB firmaları bu yapıya kayıt yaptırmak ve aşağıda belirtilen ürünlerin içerdiği her bir ton seragazı için bir adet SKDM Sertifikası satın almak zorunda kalacak. Sertifika fiyatı ise ithalatın yapıldığı haftadaki ETS fiyat ortalaması olacak (günümüzde ETS fiyatı 90 Euro civarında).
AB, 1 Ekim 2023-31 Aralık 2025 arasını, uygulamanın işleyişini görmek için Geçiş (Transitional) Dönemi olarak belirledi. Bu dönemde sadece izleme-rapor-lama-doğrulama yapılacak ve her çeyrek sonunda SKDM Otoritesi’ne beyanda bulunulacak. Buna göre ilk SKDM Raporu, Ocak 2024’te hazır edilmek durumunda. Ödemeler ise 1 Ocak 2026’da başlayacak. Geçiş döneminde SKDM çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre, hidrojen ve elektrik gibi oldukça sınırlı sayıda ürüne uygulanacak. En çok tartışılan konulardan biri ise hangi emisyonların hesaplamaya dahil edileceği. Üretim esnasında tesisler üç farklı emisyona sebep oluyor. Örneğin bir demir-çelik tesisi gereken enerjiyi üretmek için kömür yaktığında bacasından çıkan emisyonlar Kapsam 1, kullandığı elektriğin termik santralda sebep olduğu emisyonlar Kapsam 2 ve nihayetinde ürünü pazara ulaştırırken ulaştırma sektöründe sebep olduğu emisyonlar Kapsam 3 olarak adlandırılıyor. Geçiş döneminde demir-çelik, alüminyum, hidrojen ve elektrik için Kapsam 1; çimento ve gübre için ise Kapsam 1+ Kapsam 2 emisyonları için beyanda bulunmak gerekecek. Geçiş dönemi sonrası sektörel kapsamın ETS altındaki kağıt, cam, seramik, rafineri ürünleri ve diğer kimyasal ürünlere doğru genişlemesi bekleniyor.
ETS 15 bin tesisi izlerken, SKDM’yi AB-dışından ihracat yapan tüm tesislerin emisyon yoğunluklarını izlemek gibi zorlu bir görev bekliyor. Ölçüm, raporlama ve doğrulama (IRD) SKDM Otoritesi’ne akredite olan denetleme kurumları tarafından yapılacak. Tesis bazlı emisyon yoğunluğu tespit edilemiyorsa, Ülke Varsayılan Değeri ya da AB ETS altındaki en kötü %X’lik tesis ortalaması kullanılacak. Bu politikanın ülke ortalaması altında emisyon-yoğunluğu olan tesisleri kendi IRD raporlarını hazırlamaya teşvik edeceği açık.
AB geçişi kolaylaştırmak adına “ücretsiz kota tahsisi” politikasını 2034’e kadar AB-dışı üreticilere de uygulamaya karar verdi. Ücretsiz kota tahsisatı 2026’da %97.5; 2027 %95; 2028 %90; 2029 %77.5; 2030 %51.5; 2031 %39; 2032 %26.5 ücretsiz, 2034’te %0 biçimindeki bir takvim içinde işleyecek.
SKDM yasalaşma sürecinde ülkelerce tartışılan önemli konulardan biri de SKDM Sertifikası gelirlerinin ne olacağı. ETS altındaki uygulama gelirlerin üye ülkelere en az %50 yeşil dönüşüme harcanması şartıyla iade edilmesi şeklinde devam ediyor. Buradan yola çıkarak birçok ülke SKDM gelirlerinin kendilerine benzer koşullarda iade edilmesi gerektiğini belirtse de düzenlemede bu gelirler AB bütçesine aktarılacak. Paranın bir kısmı AB’deki enerji yoksulluğu ile mücadele, bir kısmı da en az gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğine uyumu için harcanacak.
SKDM Türkiye Ekonomisini Nasıl Etkileyecek ve Türkiye Ne Yapabilir?
SKDM karbon-yoğunluğu yüksek sektörlerin rekabetçiliğini olumsuz etkileyecek. Şekil 1’de Türkiye’nin 2018 yılında 464 milyon ton CO2 eşdeğeri olarak gerçekleşen ekonomik işleyiş kaynaklı seragazı emisyonunun sektörel kırılımı gösteriliyor. Tarım, Kimyasallar, Çimento/Cam/Seramik, Demir-Çelik, Elektrik ve Ulaştırma sektörleri önemli seragazı emisyonu yapan sektörler olarak görülüyor. Toplam emisyonun 153.5 milyon tonla toplam emisyonun üçte birinden fazlasını yapan elektrik sektörü diğer sektörlerin Kapsam 2 emisyonlarını önemli ölçüde artırıyor.
Mart 2023’te Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) tarafından Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı için yaptığımız çalışmanın temel çıktıları şu şekilde özetlenebilir: AB’ye ihraç edilen hedef ürünlerdeki gömülü Kapsam 1 ve Kapsam 2 emisyonları dikkate alınarak 75 euro/tCO2e’lik bir SKDM ücreti varsayıldığında, sanayiye yönelik potansiyel yıllık SKDM maliyetleri 2027 yılında 138 milyon euroya ulaşıyor. Türkiye’nin toplam ihracat gelirleri ile karşılaştırıldığında bu düşük maliyetin sebebi yukarıda bahsedilen ücretsiz tahsisatın Türkiyeli firmalara da uygulanacakolması.
Ancak, yıllar içinde ücretsiz tahsisat oranlarının düşmesi ve SKDM ücretinin 150 euro/tCO2e’ye yükselmesi halinde, bu maliyetler 2032 yılı itibarıyla yıllık 2,5 milyar euroya yükselebilir. Bu da zaman içinde özellikle çimento/cam/seramik ve demir-çelik sektörleri için artan bir SKDM ücreti yüküne sebep olabilir.
Buna karşılık eğer Türkiye’de 2024 itibarıyla 20 euro/tonCO2e fiyatıyla yerli bir ETS kurması halinde bu maliyetler 2027’de 56 milyon, 2032’de ise 1.08 milyar euroya düşebilir. Türkiye bu bağlamda kendi ETS’sini uygulayarak SKDM yükünü hafifletip, bu fonları düşük karbonlu kalkınma yolunda kullanabilecek.
Modelleme sonuçlarına göre, Türkiye’nin ihracatına SKDM uygulanması, 150 euro/tCO2e SKDM ücreti varsayıldığında, 2032 yılına kadar ekonomiyi %0,04 oranında daraltacak. Ancak, Türkiye’nin karbon fiyatının 50 euro/tCO2e olduğu bir ETS uygulaması halinde GSYH 2032 yılında %1 oranında artacak. Yenilenebilir enerjideki artış, ekonomide elektrik, makine ve ulaşım ekipmanları gibi temiz ve ihracat odaklı sektörlerin genişlemesi ve bu yöndeki yapısal dönüşüm, daha yüksek bir yurtiçi karbon fiyatı senaryosu altında GSYH büyümesi üzerindeki bu olumlu etkiyi açıklıyor.
Yerli bir ETS kurulması durumunda karbon-yoğun sektörlerden temiz sektörlere bir kayış yaşanacak, bu da 2053 karbon-nötr hedefine giderken önemli bir katkı sağlayacak. Model sonuçlarına göre eğer AB ile birebir uyumlu yerli bir ETS kurulursa Türkiye’nin toplam seragazı emisyonları 2035 yılında bugünkü patikanın %34 altında gerçekleşebilecek. SKDM’den etkilenecek karbon-yoğunluğu yüksek sektörlerin Kapsam 1 emisyonlarını düşürmeye yönelik yatırımlara gitmeleri gerekiyor. Kapsam 2 emisyonun yüksek olduğu demir-çelik sektörü içinse Türkiye enerji altyapısında yenilenebilir enerji payının artırılması önem kazanıyor.
SKDM’nin geçiş dönemi sonrası kağıt, rafineri ürünleri, cam, seramik ve gübre ve hidrojen dışı diğer kimyasallara doğrugenişlemesi bekleniyor. SKDM’den bağımsız olsa da 2027 ile beraber ETS 2 olarak adlandırılan sistemle ulaştırma kaynaklı emisyonlar tonu 45 eurodan fiyatlanmaya başlanacak, bu da gelişmiş bir lojistik sektörüne sahip Türkiye’yi olumsuz etkileyecek.
Böylesine bir dönüşümün finansmanı için küresel düzeyde hızla derinleşen yeşil iklim fonlarına erişim önemli. Ancak bu fonlara erişim için aktif bir iklim politikasına ihtiyaç var. Türkiye’nin geçtiğimiz yıl BM’ye sunduğu Ulusal Katkı Belgesi (NDC) 2038’e kadar emisyonların 800 milyon tona (2021’de 564 Mt CO2e) ulaştıktan sonra 2053’te net-sıfıra ulaşacağını iddia ediyor. Bu gerçekçi ve aktif bir iklim politikasının olmadığının göstergesi. Ülke ve firma düzeylerinde yeşil iklim fonlarına erişimin önündeki en büyük engellerden biri de bu. Yeşil dönüşüm yolunda hızla yaygınlaşan yeşil tahvil ihracı yapan yerli firmalar olsa da bu gereken miktarın çok altında. Yeşil dönüşüm için önemli bir finansal kaynak yerli bir emisyon ticaret sistemi kurularak yaratılabilir. Aynı AB ETS’te olduğu gibi toplanan kaynakların bir kısmı ilgili tesise yeşil dönüşüm şartıyla iade edilebilir.
SKDM Türkiye ekonomisini yeşil bir dönüşüme zorluyor. Yeşil dönüşüm, örneğin yeşil hidrojen ve yeni batarya teknolojileri gibi alanlarda inovasyonları beraberinde getirecek. Dolayısıyla hem ekonomik hem de teknolojik sıçrama bağlamında yeşil dönüşüm Türkiye ekonomisinin bugün ihtiyaç duyduğu bir alternatif olarak karşımızda duruyor.