Türkiye’de, küresel örneklerine göre daha taze olan yeni nesil kooperatifleri, İzmir Ekonomi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Derya Nizam toplumsal sorunlara yenilikçi ve yaratıcı çözümler getiren yapı olarak tanımlıyor. Nizam’a göre yeni nesil kooperatifler, kooperatifleşmenin bir “topluluk oluşturma” süreci, diğer bir ifadeyle toplumsal değerler ve ortak çıkarlar etrafında örgütlenme süreci olduğuna işaret ediyor.
Bulut BAGATIR
Türkiye’de kooperatiflerin sizin tabirinizle, “konuşulmuş, tartışılmış, araştırılmış ve keşfedilmiş” olduğunu ancak bu konuda “bilinmedik” bir bakış açısına ihtiyacımız olduğunu söylüyorsunuz. Kooperatiflerin “bilinmedik” bakış açısı nedir ve ne tür farklılıklar ortaya koyar?
Geleneksel yaklaşımlara göre kooperatif, aracıları ortadan kaldıran, ortakların ihtiyaç duydukları girdileri daha uygun koşullarda almalarını sağlayan, ürün ve hizmetlerini daha iyi koşullarla pazarlamaları için kurulan bir ticari işletmedir. Bu tanım temelinde kooperatifler oldukça bilindik bir mesele. Özellikle yapı, tarım ve tüketim kooperatiflerinde uzun bir kariyere sahip olan kişiler için kooperatif olgusu konuşulmuş, tartışılmış ve keşfedilmiş durumda. Zaman zaman bu tanıma uyan kooperatifçilerin yeni nesil kooperatif hareketine karşı direnç geliştirdiğini gözlemliyorum.
Örneğin yeni nesil kooperatifler üzerine verdiğim seminerlerde özellikle kooperatifler konusunda uzun bir kariyere sahip olan, kimi zaman uzman kimi zaman akademisyen ama genellikle orta yaşlı erkek profiline sahip olan bu kişilerin, yeni kooperatifleşme anlayışlarına ya da fikirlerine karşı tahammüllerinin az olduğunu görüyorum. Bu nedenle dünyadan yeni nesil kooperatif örneklerini anlattığım bir kitap hazırlayarak kooperatifleri “bilinmedikleştirmek” gerektiğini göstermek istedim. Sosyoloji disiplini bizlere “sosyolojik tahayyül” kazandırır. Diğer bir ifadeyle “bilindik” olanı bilinmedikleştirir. Gündelik hayat rutinlerimize, toplumsal rollerimize, kimliklerimize, toplumsal yapı ve kurumlara toplumsal olarak inşa edilen ve bu nedenle değiştirilebilir, dönüştürülebilir unsurlar olarak yaklaşmamızı sağlar. Dolayısıyla sosyolojik tahayyül yeni nesil kooperatifleşme formlarını ve örgütlenme biçimlerini anlamak açısından oldukça önemli.
Nedir bu yeni nesil kooperatifleri yeni yapan? Yeni nesil kooperatifler toplumsal sorunlara yenilikçi ve yaratıcı çözümler getiren kooperatiflerdir. Yeni nesil kooperatifler kooperatifleşmenin bir “topluluk oluşturma” süreci, diğer bir ifadeyle toplumsal değerler ve ortak çıkarlar etrafında örgütlenme süreci olduğuna işaret ediyor. Yine sosyolojik bakış açısıyla “toplum” ya da “toplulukların” insanların ortak değerler temelinde bir araya gelmesi, ortak bir amaç ya da çıkar temelinde eylem birlikteliği kurmasıyla oluştuğunu görüyoruz.
İnsanlar arasında çıkar birliğinin oluşmasında sınıfsal çıkarlar kadar toplumsal değerlerin de önemli olduğu aşikar. Yeni nesil kooperatiflerde kooperatif ortakları arasında dayanışma, aidiyet duygusu ve kooperatife bağlılık sadece sınıfsal çıkar temelinde değil, daha farklı toplumsal değerler etrafında gerçekleşiyor. Bu bağlamda yeni nesil kooperatifler örneğin kadın emeğini güçlendirmek, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak, sosyal ve ekonomik açıdan marjinalleşmiş kırılgan toplulukların refahını artırmak gibi sosyal içermeye dönük kimlik hareketleri ekseninde yeni amaç ve hedefler kazanmaya başladı.
Topluluk kooperatifleri, çok paydaşlı kooperatifler, sosyal kooperatifler ve kadın kooperatifleri gibi yeni nesil kooperatiflerin giderek artan sayıda iyi uygulama örneklerine şahit oluyoruz. Bahsi geçen kooperatiflerin Türkiye’deki oluşumları ise dünyadaki örneklerine nazaran daha yeni. Türkiye’de bu alandaki kooperatifçiliğin ilerlemesi adına nasıl fırsatlar/engeller var?
Türkiye’de ve öncelikle İzmir’de 2017 yılından bu yana kooperatifleşme hareketinin yeniden canlandığını görüyoruz. Bu yeniden canlanma süreci bir taraftan ekonomik krizlere karşı dayanışma ve yardımlaşma kültürünün yeniden gelişim göstermesiyle ilgili diğer taraftan zamanın ruhu olarak karşımıza çıkan sosyal girişimcilik hareketiyle ilgili. Özellikle neoliberal politikalar çerçevesinde devlet ve toplum ilişkisinin dönüştüğü, devletin kamusal hizmetler konusunda sorumluluğunu özel sektöre devrettiği bir süreci yaşıyoruz. Devletin bıraktığı bu boş alanı yeni aktörler doldurmaya çalışıyor. Bu boş alanı kimi zaman şirketler kimi zaman sivil toplum grupları dolduruyor. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları kapsamında verilen fonların sivil toplumun gelişimine ve yeni nesil kooperatiflerin gelişimine katkı yaptığını görüyoruz ama bunlar fon-proje temelli olduğu ve tabandan bir örgütlenme ile ortaya çıkmadığı ve yerel toplulukların ihtiyaçlarına cevap vermede zorlandığı için maalesef niteliksel değil, niceliksel açıdan bir artışa neden oluyor. Aslında Türkiye’de kooperatifçilik hareketi her zaman devletin himayesinde gelişti. İstisnalar vardır, yerel topluluklar tarafından kurulan ve yerel toplulukların ihtiyaçlarına cevap veren kooperatifler olmuştur ama bu örnekler bir elin parmağını ne yazık ki geçemiyor. Şu anda yeniden canlanan kooperatifçilik hareketi içerisinde iyi örnekler vardır ama toplumsal katkı yaratma hedefiyle kurulan çoğu kooperatif Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) gibi küresel aktörlerin belirlediği ajandalar ve fonlar temelinde gelişme gösteriyor.
2022 yılında İzmir Kalkınma Ajansı adına bir proje yürüttük. Projede İzmir’deki kooperatiflerin mevcut durumunu gösteren bir envanter çalışması hazırladık. Ayrıca kooperatiflerin ekonomik dayanıklılığını ve sosyal ağlarını analiz ettik. Kooperatiflerin Sürdürebilir Kalkınma Amaçları (SKA) arasında yer alan “Yoksullukla Mücadele”, “İnsana Yakışır İş”, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”, “Tarım ve Yerel Kalkınma”, “Yeşil Dönüşüm” olarak gruplandırabileceğimiz çeşitli hedeflere ulaşmada oynadığı ya da oynayabileceği rolleri irdeledik.
Araştırmanın sonuçlarına göre şu bulguları paylaşabilirim: İzmir’de tarım, yapı, ulaşım ve işletme faaliyetlerine odaklanan geleneksel kooperatifler hâlâ önemini koruyor.
Kültür, sanat, eğitim, araştırma-geliştirme ve enerji gibi yeni alanlar-da faaliyet gösteren kooperatifler ortaya çıkıyor ve bu kooperatifler geleneksel kooperatiflere göre daha çok görünürlüğe sahip oluyor. Eski kooperatifler daha kitlesel örgütlenmeler, yüzlerce ve binlerce ortakları var. Yeni nesil kooperatifler ise ortalama yedi-on ortağa sahip. Biliyorsunuz kooperatif kurmak için asgari yedi ortak olması gerekli. Kurulan yeni kooperatiflerin çoğu, özellikle Ticaret Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren kooperatif türlerinde, yedi ortağa sahip. Kitlesel bir örgütlenme ruhunu değil, daha çok girişimcilik ruhunu temsil ediyor.
İzmir’de kooperatiflerin sayısının ve çeşitliliğin önümüzdeki yıllarda artmaya devam edeceğini düşünüyorum. Lakin Türkiye’de kooperatifçilikle ilgili mevzuat maalesef sorun çözen değil, bizzat sorun çıkartan bir niteliğe sahip. Bu mevzuatın güncellenmesi ve bütüncül bir politika ile yenilenmesi gerekiyor. Mevcut haliyle yeni kooperatifleşme dinamiklerini kapsamaktan oldukça uzak.
Tarım kooperatiflerinin neoliberal politikalarla beraber dönüşümü uluslararası örneklerde toplumsal açıdan yıkıcı etkiler bıraktı. Türkiye’de bu süreç nasıl işledi?
Türkiye’de tarımın neoliberal dönüşümünü sağlamak için çıkarılan yasal düzenlemelerden biri 2000 yılında Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Kanunu’nun değiştirilmesidir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tarım satış kooperatiflerinin küçük aile üreticiliğini korumak ve tarımsal üretimi modernize etmek gibi önemli iki işlevi oldu. Düşük faizli tarımsal krediler sunarak ve destekleme alımları yaparak tarım satış kooperatifleri üretimde küçük aile çiftçiliği, pazarlamada ise tarım satış kooperatiflerinin egemen olduğu bir tarımsal yapı ortaya çıkardı ve bu yapının korunmasını sağladı. 2000 yılında bu yasa ile tarım satış kooperatiflerini özerk, mali ve idari açıdan bağımsız ve rekabetçi bir yapıya kavuşturabilmek hedefiyle devlet tarafından bu kooperatif/birliklere verilen mali destekler kaldırıldı. Kimileri bu süreci kooperatiflerin özerkleştirilmesi kimileri ise ticarileştirilmesi olarak isimlendiriyor. Benim özellikle pamuk üretiminin neoliberal dönüşümü üzerine yürüttüğüm çalışmalar ise bu yasanın sadece kooperatifleri değil, tedarik zincirlerini de radikal bir biçimde dönüştürdüğünü ortaya koyuyor. Çünkü çiftçiler açısından bu dönüşümün en önemli sonucu, girdi ve kredi arasındaki bağın kopması oldu. Satış kooperatifleri güçlerini yitirdikçe, çiftçiler tüccarlara daha bağımlı hale geldi. Yalnızca ürünlerini satmak için değil, üretim yapabilmek, yani girdi temin edebilmek için de tüccarlara daha bağımlı hale geldi. Sonuç olarak finansman çiftçiler için üretim maliyetindeki en önemli kalemlerden birine dönüştü. Özetle neoliberalleşme içerisinde tedarik zincirlerindeki güç ilişkilerini değiştiren en önemli değişim tarım satış kooperatiflerinin özelleştirilmesidir. Halbuki Cumhuriyet’in ilk yıllarında kooperatifleşme üzerine yazılan tüm eserleri incelediğinizde kooperatifleşmenin devlet tarafından köylü ve çiftçiyi insafsız tefecilere karşı korumak ve güçlendirmek için benimsenmiş ve desteklenmiş olduğunu görürsünüz.
Diğer taraftan son dönemde tarımsal faaliyetler yürüten kooperatifler üzerine yaptığım tüm araştırmalarda önemli bir bulguya ulaştım. Özellikle İzmir’de sürdürdüğüm araştırmalar tarımsal amaçlı faaliyet yürüten kooperatiflerin üretim ölçeği düzeyinde ayrıştığını gösteriyor. Tarım satış kooperatifleri hâlâ en güçlü ekonomiye sahip kooperatif türü olsa da son yıllarda ortak sayısında dramatik düşüşler yaşanıyor. Buna karşı tarımsal kalkınma kooperatif sayısının her geçen yıl arttığını ve ortakları arasında daha fazla heyecana neden olduğunu ve güçlü bir aidiyet duygusu yaratabildiğini görüyoruz. Tarım satış kooperatifleri birliği dikey entegrasyon modeliyle ölçek ekonomisi kuran bölgesel bir kooperatifleşme deneyimi iken, tarım kalkınma kooperatifleri ilçe-mahalle düzeyinde örgütlenen orta-ölçek ya da küçük ölçek üretim yapan kooperatifleşme modeli. Tarım satış kooperatifleri birliği modelinde verimlilik, küresellik ve üretim baskısı ön plana çıkarken tarımsal kalkınma kooperatifleri modelinde katılım, yerellik ve tüketim baskısı ortaya çıkıyor. TARİŞ gibi tarım satış kooperatifleri hâlâ piyasada önemli birer aktör iken Tire Süt ya da Foça Yoğurt gibi tarımsal kalkınma kooperatiflerinin niş piyasalarda ve hatta son dönemde süpermarket raflarında kendilerine yer bulduklarını görüyoruz. Küçük ölçek üretime sahip olsa bile ürünlerini niş piyasada satabilen tarımsal kalkınma kooperatifleri ortaklarına görece daha yüksek gelir sağlayabiliyor. Yerel toplulukların ihtiyaçlarına yön vermeye dönük olarak faaliyet gösteren tarımsal kalkınma kooperatifleri ise ortakları arasında daha güçlü bir aidiyet duygusu yaratıyor ve üretim-satış dışında yerel ve insani kalkınma konusunda daha önemli toplumsal katkılar yaratabiliyor.
Son olarak toplumsal değerler ve kooperatifler arasındaki ilişkiyi ele alırsak, ortak değerler bir kooperatif deneyimini nasıl etkiler?
Ortak değerler olmaksızın filizlenen ve kök salan bir kooperatifleşme deneyimi mümkün değil. Birçok yerde vurgulandığı gibi kooperatifleri diğer ticari işletmelerden ayıran demokrasi, dayanışma ve özerklik gibi temel değerler etrafında örgütlenmesidir. Aslında her ticari işletme bu gibi değerler etrafında da örgütlenebilir. Önemli olan hangi işletme formuna sahip olduğunuz değildir, hangi değerler etrafından örgütlendiğiniz ve faaliyet yürüttüğünüzdür. Kooperatifler müşterek değerler etrafında ortaklarını birleştirebilir ve ortakları arasında güçlü bir aidiyet yaratabilirse ancak o zaman ekonomik ve sosyal açıdan güçlü etkiler yaratabilir. Kooperatiflerin ortak değerler konusunda çalışmalar yürütmesinin elzem olduğunu düşüyorum. Geleneksel değerler etrafında örgütlenmek sorunları çözmez, belki daha da büyütebilir. Toplumsal sorunları çözebilmek için yeni birtakım değerler yaratmak ve bu yeni değerleri benimseyerek yeniden ortaklaşmak gerekli. Örneğin toplumsal cinsiyet eşitliği gibi ya da insana yakışır iş gibi.
İzmir’de yürüttüğümüz envanter çalışmasında şunu gördük. Türkiye’deki gayrimenkul işletme kooperatif sayısı hızla artıyor ve bu tür kooperatiflerin 4’te 1’i İzmir’de yer alıyor. Bu kooperatifler hobi bahçeleri adı altında tarımsal arazileri üzerinde yapılaşmanın artmasına ve tarım arazilerinin tarım dışı amaçlarla kullanılmasına neden oluyor. Kooperatif bir işletme formu olarak tek başına çok anlamlı bir kategori değil, onun hangi değerler etrafında faaliyet yürüttüğü aslında onu değerli kılıyor.
Son olarak çok-paydaşlılık olarak isimlendirilen bir ilke ya da değere değinmek istiyorum. Adı üstünde çok-paydaşlı kooperatifler çok sayıda paydaşı bir araya getiren ve onların ortak hedefler temelinde faaliyet yürütmesini sağlayan kooperatiflerdir. Sadece üretici değil, sadece işçi değil, sadece tüketici değil, tüm bu farklı çıkarlara sahip paydaşları bir araya getiren ve birbirinden farklı çıkarlarını müzakere etmelerini sağlayan kooperatiflerdir. Örneğin tarımsal kalkınma kooperatifleri ve kadın kooperatifleri arasında kurulan koordinasyon ve çeşitli işbirlikleri Türkiye’deki çok-paydaşlı kooperatifleşme deneyiminin ilk örnekleri olarak kabul edilebilir. Yerel tarım ürünlerini işleyen ve pazarlayan kadın kooperatiflerinin sayısı her geçen gün artıyor. Bu işbirlikleri kırsal kalkınma açısından örnek bir modele dönüşme potansiyeli taşıyor. Diğer taraftan son 10 yıl içerisinde en çok kapanan ve en az kurulan kooperatif türünün tüketici kooperatifleri olduğunu görüyoruz. Ucuzluk marketleriyle rekabetin zorlaşması ve orta sınıfların alım gücünün azalması tüketici kooperatiflerinin güç kaybetmesine neden oldu. Tüketicilerin ayrı birer kooperatif kurması yerine üretici-işçi-tüketicilerin ortak olduğu çok paydaşlı kooperatif modellerinin gelişmesine öncelik verilebilir. Çok-paydaşlılık bu bağlamda önemli bir değer olarak karşımızda duruyor.