#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“Biz Olmadan Bizim için Asla!”

Engelli hakları aktivisti ve araştırmacı İdil Seda Ak, engelli bireylerin yerel yönetimlerin karar alma süreçlerinde ya yer alamadıklarını ya da temsili biçimde yer aldıklarını söylerken, “Biz gerçek katılımla söz sahibi olabilmelerini hedefliyoruz. Engelli hareketinde ‘Biz olmadan bizim için asla’ diye bir slogan var. Tam olarak bunu istiyoruz” diyor.

Bulut BAGATIR

Yerel yönetim seçimleri geride kaldı. Birçok aday farklı vaatlerde bulundu. Bu vaatlerin engelli yurttaşları gözettiğini söyleyebilir miyiz? Yerel yönetimlerin engelli yurttaşlara yönelik politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yerel yönetimler sürekli ayrıştırılmış bir politika güdüyor. Örneğin, engelli parkları, engelli kamp alanları kurmak gibi vaatleri var. Bu gibi vaatler bizim istediğimiz vaatler değil. Biz, erişilebilir bir kent hayatı umuyoruz. Ve bu erişilebilirlik için sadece ayrıştırılmış olanların erişilebilir olması değil, herkesin kullanımında olan alanların da erişilebilir hale getirilerek engelli bireylere açılmasını umuyoruz. Ama birçok politikacı ve aday, bu vaatleri hep ayrıştırılmış vaat üzerinden veriyor. Engelli çocuklara kreş, engelli çocuklara park alanı, engelli çocuklara ait rehabilitasyon merkezi gibi vaatlerde bulunuyorlar. Tabii ki özelleştirilmiş merkezler olmasını biz de istiyoruz. Özelleştirilmiş merkezler özellikle çok ağır durumdaki engelli kişiler için gerekli bir ihtiyaç. Ancak bütün politikanın bu ayrıştırılmış merkezlere kuruluyor olması bizi rahatsız ediyor. Örneğin, Şile’de var olan bir engelli kampına gitmeyi, Beylikdüzü’nde oturan bir kişi nasıl gerçekleştirebilir? Bunun yerine Beylikdüzü’ndeki park alanlarının daha erişilebilir hale getirilmesini talep ediyorum. Yani benim yaşam alanımın erişilebilir hale getirilmesini tercih ediyorum. Bu arada ben Beykoz’da oturuyorum. Beykoz’dan Şile en yakın ilçe, benim bile Şile’ye gitme ölçütüm sınırlıdır. Dolayısıyla Beylikdüzü’ndeki bir kişinin gelmesi, özellikle engelli olan bir kişinin, imkansız olacağı için yaşam alanlarımızın erişilebilir hale getirilmesi tercihim.

Kentlerdeki nüfus gün geçtikçe artıyor. Tabii haliyle kentler hak ihlallerinin daha fazla yaşandığı yerlere de dönüşüyor. Siz yerel yönetimlerin engelli bireyler nezdinde bir dirençli kent politikası yürüttüğünü düşünüyor musunuz?

Açıkçası düşünmüyorum. Hem İstanbul’da hem Gaziantep’te yaşayan bir insanım. Her iki şehirde de dirençli engellilik erişilebilirliğine uygun bir politika güdülmediğini görüyorum. Açılan mekanlar, engelli erişilebilirliğini önemsemiyor. Engellilerin toplum içerisindeki entegrasyonunu hâlâ yeterince önemseyip görebilmiş değiliz. Engelli bireyler yerel yönetimlerin karar alma süreçlerinde ya yer alamıyor ya da temsili biçimde yer alıyorlar. Biz gerçek katılımla söz sahibi olabilmelerini hedefliyoruz. Engelli hareketinde “Biz olmadan bizim için asla” diye bir slogan var. Tam olarak bunu istiyoruz.

Örneğin seçimlerde yeni bir Beyoğlu Belediye Başkanı seçildi. Kendi seçildikten sonra ilk ziyaretini engelli bir yurttaşın evine yaptı. Onu da Instagram sayfasında paylaştı. Tabii ki insanı dikkate alıyor olması ve gitmesi çok güzel bir şey ama onun için, onun evinden dışarı çıkabilmesi için ne yapacak? Benim için kriter bu. Dolayısıyla erişilebilir olmayan yollar, erişilebilir olmayan toplu taşıma araçları, erişilebilir olmayan parklar-kafeler, bunların hepsi çok net engelli insanların hayatında var olan unsurlar. Ben, hâlâ yeteri kadar erişilebilir olmadığımızı düşünüyorum ki erişilebilirlik deyince herkesin aklına rampa geliyor. Rampanın çok ötesinde erişilebilirlik koşulları vardır. Ama bunların hiçbirini biz şu an sağlayamıyoruz.

Konu iklim krizine geldiğinde hükümetler engelli insanları sistematik olarak görmezden geliyor. Oysa engelli insanlar aşırı hava olaylarının etkileri karşısında ciddi tehlike altında…

Şöyle söyleyeyim, Kuzey’de biliyorsunuz seller oldu bundan iki yıl önce. Kuzey’deki sellerde bize üç bildirim gelmişti. Sadece tekerlekli sandalye kullanan üç farklı kişi evini terk edemediği için boğularak öldü. “Nasıl önlemler alınabilir?” derseniz, haritalama çalışmaları yapılabilir. İnsanların yaşadıkları, kullandıkları mekanlar haritalandırılabilir. Engelli kişilere ilk anda müdahale edebilmek için görev ekipleri oluşturulabilir. O görev ekipleri böylece o kişinin nerede oturduğunu tespit edip, olay çıkar çıkmaz gidip o kişiyi kurtarabilir. Ama bizde bu insanlar maalesef vefat ettiler. Çünkü tespit edilene kadar, insanlar bir yerlere ulaşana kadar iş işten geçmişti. Ve tekerlekli sandalyedeki üç kişi böylece boğularak vefat etti. Bunlar önemsenmiyor ama iklim değişikliği doğrudan insanları etkiliyor. Kopenhag’da bir toplantıya gitmiştim. Kopenhag ne deprem bölgesi ne öyle büyük sellerin olduğu bir şehir. Ama inanılmaz bir haritalandırma yapmışlardı şehrin içerisinde. Ve siz hangi engel türünü söylerseniz söyleyin, haritadan seçebiliyorlardı. O haritadaki kişiye ulaştığınızda, kimlerin ulaşacağı ile ilgili bir görev dağılımı da yapmışlar. İlk önce komşuları, daha büyük çemberde bölgedeki itfaiye ekibi, daha büyük çemberde ise oradaki AFAD gibi kurumlar görev alıyor. Böyle planlamalara ihtiyacımız var bizim de ülkemizde.

Engelli yurttaşlar en çok ötekileştirilen gruplar arasında yer alıyor. Aynı zamanda araştırmalar bize daha az maddi gelire de sahip olduklarını söylüyor. Bir kısır döngü içerisindeler. Bunu kırmak için neler yapılabilir?

Ekonomik düzeyle engellilik arasında ters orantı var. Engellilik arttıkça ekonomik düzey de düşüyor maalesef. Sosyal politikalar geliştirilmeli. Biz çok fazla bakım odaklı bir sosyal politika güden bir ülkeyiz. Hane halkı geliri üstünden bakım parası veriliyor. Bu, ailenin diğer sağlam bireylerine de engelli kişiye bakım yapma mecburiyeti getiriyor. Dolayısıyla istihdama katılamamasına sebep oluyor. Bu figürler de genellikle ailedeki kadın figürleri oluyor. Kadınlar, anne, kız kardeş, abla, yenge gibi kadın figürleri ne yazık ki istihdamdan alıkonuluyor. Ve kişinin bakımını üstlenmek durumunda kalıyor. Aksi takdirde o da istihdama karışsa hane halkının toplam geliri artacağı için bakım parasını alamayacak. Bakım parası alınamayınca da o kişiye kim bakacak sorusu ortaya çıkıyor. Biz de diyoruz ki bakım parasını hane halkı geliri üzerinden yapmak yanlış. Şu anki koşullarda resmen yoksulluğa itiliyor insanlar. Yoksulluk politikasını bakım politikası olarak lanse ediyorlar. Bu yanlış bir şey. Onun yerine kişiye bakım ücreti sağlanmalı; onu da bağımsız, kişisel asistanlar aracılığıyla yapmalı. Bunun yanı sıra aileye birtakım ek destekler de sunulmalı.

Bu yazı, ekoIQ’nun 111. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.