#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Avrupa’yı Bekleyen İklim Felaketleri

Değerlendirme raporu, Avrupa için beş geniş alanda (ekosistemler, gıda, sağlık, altyapı ve ekonomi) 36 ana iklim riski tanımlıyor. Risklerin yarısından çoğu halihazırda alınan önlemlerden daha fazlasının yapılmasını gerektiriyor.

Elif Gökçe ŞAHİN, gsahin@alumni.harvard.edu

Avrupa Çevre Ajansı (European Environment Agency – EEA) Mart ayında ilk kez “Avrupa İklim Riskleri Değerlendirmesi” (European Climate Risk Assessment) raporunu yayımladı. Rapora göre, son yıllarda Avrupa kıtasında sıkça görülen aşırı sıcaklıklar, kuraklık, yangınlar ve sellerin en iyi senaryoda dahi artarak devam etmesi bekleniyor. Ve Avrupa bu risklere tam olarak hazırlıklı değil.

Değerlendirme raporu, Avrupa için beş geniş alanda (ekosistemler, gıda, sağlık, altyapı ve ekonomi) 36 ana iklim riski tanımlıyor. Risklerin yarısından çoğu halihazırda alınan önlemlerden daha fazlasının yapılmasını gerektiriyor. Sekiz risk ise ekosistemlerin korunması, sıcağa karşı insanların korunması, insanların ve altyapıların yangın ve sellerden korunması ve Avrupa Birliği’nin (AB) bağımsız ekonomisinin güvence altına alınması amacıyla “acil” olarak değerlendiriliyor.

Öncelikli olarak ele alınması gereken riskler: Sıcaklık baskısı, ani seller ve akarsu selleri, sahil ve deniz ekosistemlerinin sağlığı ve Avrupa kıtasının felaketlerle mücadele etmesi için gereken bağımsız fonlar olarak değerlen-diriliyor. Avrupa’nın güneyi ise aşırı sıcaklıklardan kaynaklanan yangınlara karşı daha savunmasız; bu nedenle bölgenin öncelikli konusu yangınlar.

Şimdiye dek alınan tedbirlerin yeterlilikten hayli uzak olduğunun belirtildiği raporda, risklerin birleşerek, çoğalarak ve birbirlerini tetikleyerek daha büyük felaketlere yol açabileceği öngörülüyor. Örneğin Güney Avrupa’da sıcak hava, bölgenin kuraklaşmasının yanı sıra ekin kayıplarına ve su kaynaklarının tükenmesine neden oluyor. Ayrıca kuruyan toprak katılaşıyor ve yağmur anında, su emilemiyor. Bundan dolayı da ani sellere, ekili alanların kurumasına ve kaybına sebebiyet vermekle birlikte yangınların hızla ilerlemesine de zemin oluşturuyor.

Sanayi Devrimi’nden günümüze, Avrupa kıtası dünya ortalamasına göre iki kat fazla hızlı ısınmış durumda. Raporda, yüzyıl ortasına kadar “düşük” ve “yüksek” ısınma olmak üzere iki senaryo değerlendiriliyor. Avrupa’da iklim risklerinin halihazırda kritik seviyelere ulaşmış olmasından dolayı katı yaptırımlar uygulanmaz ise yüzyıl sonuna dek katastrofik sonuçların doğması öngörülüyor.

Enerji Hızla Yenileniyor

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Ocak ayında, “Yenilenebilirler 2023” (Renewables 2023) adlı raporunu yayımladı. Rapor, 2028 yılına dek elektrik üretimi, ulaşım ve ısınma sektörlerindeki yenilenebilir enerji uygulamalarının ön görünümünü sağlarken sektörün karşılaşacağı zorlukları ve büyümesinin önündeki engelleri de tanımlıyor.

Son COP toplantısında AB’nin de dahil olduğu 130’dan fazla ülke 2030 yılına kadar dünyadaki yenilenebilir enerji kapasitesini üç katına çıkarma taahhüdü verdi. Rapor, bu hedefe yönelik ülkelerin detaylı analizlerini kapsıyor. Raporda öne çıkan bulgular şu şekilde:

  • 2023 yılında, küresel yıllık yenilenebilir kapasitesi artışı %50 oranında artarak 510 GW seviyesine ulaştı. Bu da her yıl rekor kıran yenilenebilir kapasite artışındaki son 20 yılın en büyük artışı anlamına geliyor.
  • Avrupa, ABD ve Brezilya’da rekor artışlar yaşanırken Çin’de solar PV kapasitesinde 2022’deki tüm dünyanın kapasite artışı oranında bir artış yaşandı. Çin ayrıca rüzgar kapasitesini de %66 oranında artırdı.
  • Halihazırdaki politikalar ve Pazar durumlarına bakıldığında, 2028 yılına dek küresel yenilenebilir enerji kapasitesinin 7.300 GW seviyesine ulaşması bekleniyor. Bu artış ile 2030 yılına kadar günümüzün 2,5 katına çıkması öngörülen kapasite, COP28’de verilen “üç katı” taahhüdünü karşılayamıyor.
  • Günümüzde G20 ülkeleri küresel yenilenebilir enerji kapasitesinin %90’ına sahip.
  • 2028 yılına kadar Çin’in küresel yenilenebilir enerji kapasitesinin %60’ına sahip olacağı öngörülüyor.
  • 2023 yılında solar PV modül fiyatları yıllık %50 oranında azaldı. Üretim kapasitesi ise 2021 seviyesine göre üç katına çıktı.
  • 2023 yılında yeni kurulan solar PV ve karasal rüzgar enerji santrallarının %96’sının enerji üretim maliyeti, yeni kömür ve doğalgaz santrallarından daha düşük oldu.

Rapora göre, önümüzdeki beş yıl gerçekleşmesi öngörülen gelişmeler ise şu şekilde:

  • 2024 yılında, rüzgar ve solar PV enerjileri birlikte hidroenerji kaynaklarından daha fazla elektrik üretecek.
  • 2025 yılında, yenilenebilir enerji kaynakları ilk kez kömür kaynağını geçerek en büyük elektrik üretim kaynağı olacak.
  • Rüzgar enerjisi 2025 yılında, solar PV enerjisi ise 2026 yılında nükleer enerji üretim kapasitesini geçecek.
  • 2028 yılında, yenilenebilir enerji kaynakları küresel elektrik üretiminin %42’sine denk gelecek.
Enerji Talebini Azaltmak

Danışmanlık şirketi PwC ile Dünya Ekonomik Forumu’nun Uluslararası İşletme Konseyi (World Economic Forum’s International Business Council) Ocak ayında “Enerji Talebini Dönüştürmek” (Transforming Energy Demand) başlıklı bir rapor yayımladı.

STK’lar ve araştırma kuruluşları genellikle enerji arzını tartışsa da enerji talebi de unutulmuş fakat önemli bir alan. Enerji talebini yönetmek ekonomik çıktının artırılması, seragazı salımlarının azaltılması ve küresel enerji erişiminin genişlemesine katkıda bulunabilir. Bu rapor, özel sektörün enerji talebini yöneterek, yeni teknoloji kurulumu gerektirmeden, maliyet açısından verimli adımlar ile çıktı düşüşü yaşamadan enerji talebinde %31 düşüş sağlayabileceğini gösteriyor. Bu sayede hem Paris Anlaşması hedeflerine hem de COP28’de 120 ülke tarafından verilen küresel enerji verimliliği oranının iki katına çıkarılmasına çok büyük katkıda bulunulabilir.

2030 yılına kadar önlemler yeterli şekilde alınırsa %31 oranında enerji yoğunluğu (GSMH birimi başına kullanılan enerji) düşüşü ile yıllık 2 trilyon ABD Doları seviyesinde tasarruf elde edilebilir. Ayrıca bunun sonucu olarak verimli kullanılan enerjinin başka alanlara yönlendirilmesi ile ekonomik büyüme de beklenir. Şirketler açısından ise hem maliyet tasarrufu hem de seragazı salımı azaltımı yapmak kaydıyla rekabet avantajı sağlanır.

2050 yılına kadar dünya nüfusunun 2 milyar artması, GSMH toplamlarının da iki katına çıkması bekleniyor. Yükselen ve gelişmekte olan ekonomilerin bu büyümeyi sağlamak için çok miktarda ve düşük maliyetli enerjiye ihtiyaçları olacak. Aynı zamanda dünyada enerji arzının karbonsuzlaştırılması üzerinde de çalışılıyor. Dolayısıyla hem arz hem talep kısmının birlikte düşünülmesi ve planlanması hedeflere ulaşmayı kolaylaştıracaktır.

İşletmelerin enerji talebini dönüştürmek için yapması gerekenler şu şekilde sıralanıyor:

  • Baz seviyede enerji kullanımı, enerji tasarrufu, enerji verimliliği ve değer zinciri ile işbirliği konularında çalışanlara doğrudan mesuliyet verilmesi ve bir program oluşturulması.
  • Bu çalışmanın ve hedef koymanın tedarik zincirini de kapsayan kapsamlı bir enerji dönüşümü planına dönüştürülmesi.
  • Değişimi yönlendirmek için enerji maliyetlerinin ve fırsatlarının iyi analiz edilmesi.
  • Enerji yoğunluğu hedefleri verilmesi (Örneğin enerji yoğunluğu iyileştirmesinin iki katına çıkarılması).
  • Detaylı politika çerçevelerinin ve enerji dönüşüm planlarının geliştirilmesi; atılacak adımların önündeki engellerin kaldırılması için politika yapıcılar ile işbirliği yapılması.
İnsani Kalkınmada Yeni Eğilim: Kutuplaşma

Birleşmiş Milletler Kalkınma Ajansı (UNDP) düzenli olarak hazırladığı “İnsani Kalkınma Raporu”nun 2023-2024 versiyonunu Mart ayında yayımladı. Raporun ana teması “Kısır Döngüyü Kırmak: Kutuplaşmış bir Dünyada İşbirliğini Tekrar Hayal Etmek” (Breaking the Gridlock: Reimagining cooperation in a polarized world) şeklinde belirlendi. Covid-19 pandemisi sebebiyle 2020 ve 2021 endekslerinde görülen keskin düşüşlerden sonra kişi başı milli gelir, eğitim ve hayat beklentisi gibi insani gelişmişlik kriterlerini ölçen endeks, 2023-2024 yıllarında küresel ölçekte yükseliş rekoruna imza attı. Fakat yine de pandemi öncesi 2019 yılında 2023 yılı öngörüsüne ulaşamadı. Yani 15 milyon kişinin ölümüne yol açan, hayatına devam edenlerin sağlık sorunlarının sürmesi ve kaybolan eğitim yıllarının geri gelememesi sebebiyle pandeminin insani kalkınma açısından olumsuz etkileri kalıcı iz bırakmış gibi gözüküyor.

Bu yılki rapor öncelikli olarak gelişmişlik konusunda ülkeler arası uçurumun arttığını vurguluyor. Zengin ülkeler insani kalkınma açısından rekor seviyelere ulaşırken dünyanın en yoksul kesimlerinin yarısı geriye düşüş yaşıyor. Bu adaletsiz kalkınma, politik kutuplaşma ve güvensizlikle birlikte acil önlem gerektiren tehlikeli bir kısır döngüye sebep oluyor.

Raporda öne çıkan bulgular şu şekilde:

  • İnsani Kalkınma Endeksi’nin 2023 yılında rekor seviyeye ulaşması bekleniyordu, fakat gelişme zengin ve yoksul ülkeler arasında oldukça dengesiz.
  • Küresel eşitsizlikler ekonomik yoğunlaşma ile birlikte daha da derinleşiyor:

Küresel ticaretin yaklaşık %40’ı yalnızca üç ülkede gerçekleşiyor.

  • Demokratik süreçleri engelleyen liderler ve demokrasi prensiplerinin birlikte var olması durumu olarak tanımlanan “demokrasi paradoksu” uluslararası ortak adımlar atılmasını engelliyor.
  • Politik kutuplaşma ve güçsüzlük hissi iklim değişikliği ve sayısal düzenlemeler gibi acil adım gerektiren konularda küresel işbirliğinin önünü kesiyor.

Yükselen kutuplaşma ve güvensizliğe karşın raporda ortaya konan olumlu gelişmeler de var. Örneğin son 10 yılda artan insani kalkınma seviyelerine karşın gezegene yapılan baskı aynı oranda artmadı. Daha önceki yıllarda birlikte artan bu iki göstergenin beraber artış göstermemesi, insani kalkınmanın bundan böyle çevreye zarar vermeden de gerçekleşebileceğini kanıtlanıyor.

Bu yazı, ekoIQ’nun 111. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.

Elif Gökçe Şahin

Sürdürülebilirlik Alanında Danışman ve Eğitimci | Veri-Analiz