#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“Biyolojik Çeşitlilik için Tek Çözüm Daha Az Tüketmek”

Paris-Saclay Üniversitesi AXA Kürsü Başkanı Franck Courchamp, ekoloji alanındaki çalışmaları ile tanınan; biyoçeşitlilik kapsamında biyolojik istilalar, biyolojik istilaların ekonomik maliyeti ile birlikte iklim değişikliği alanında da akademik üretimde bulunan bir bilim insanı. Organizasyonunda Fransız Kültür Merkezi, Adım Adım Sıfır Atık, Akdeniz Koruma Derneği ve ODTÜ’nün bulunduğu “Akdeniz: Baskı Altında Bir Deniz” etkinliği dolayısıyla katıldığı seminerin ardından sorularımızı yanıtlayan Courchamp, biyoçeşitliliğin korunması için bugün ödenmesi gereken bedelin gelecekte çok daha pahalıya mal olacağını belirtti ve asıl sorunun enerji tüketim alışkanlıklarımız olduğunu vurguladı.

Nihat NUYAN

Denizlerin ısınmasıyla birlikte Türkiye kıyıları aslan balığı gibi daha önce hiç görülmemiş yeni türlerle karşılaşıyor. Deniz sularının ısınması biyoçeşitliliği ve istilacı türleri nasıl etkiliyor?

Akdeniz’deki durum küresel durumdan ve özellikle karadaki durumdan çok farklı. Biyolojik istila, bir türün ait olmadığı bir ekosisteme dahil olmasıdır. Eğer yerleşik hale gelirse -ki bu her zaman böyle olmaz- ve bir etki yaratırsa “istilacı” olduğu söylenir. İki aşamadan söz edebiliriz: Bir türün girişi ve ardından istila etmesi. İklim değişikliği girişi etkilemez. Küreselleşme ve uluslararası ticaretteki artış, giriş olduğu ve olacağı anlamına gelir. İklim değişikliği, daha önce uygun bir iklime sahip olmadığı için türlerin yerleşmesini engelleyen termal bariyerlerin olduğu yerlerde, giderek daha fazla türün yerleşmesini sağlayacaktır.

Çok geniş bir tür kartelası üzerinde çalışan ekibimiz, iklim değişikliğinin bir sonucu olarak ortalama neredeyse %20 oranında daha fazla alan kazandıklarını tahmin ediyor. Şimdi şunu söyleyebiliriz ki Akdeniz farklı bir hikaye çünkü türler aktif olarak taşınmıyor, Süveyş Kanalı’ndan pasif olarak geçiyor, yani insanların iki deniz arasında açtığı bir kanaldan kendi başlarına geçiyor. Aslında, iklim değişikliği sonucu kuzeye doğru hareket eden iklimi takip ediyor. 20 yıl önceki bölge iklimi 100-200 km daha kuzeyde bulunuyordu. Bunun yerine, 100 ila 200 km daha güneyde olan iklimle karşı karşıyayız. Aslında, dünyadaki türlerin çoğu kuzey yarım kürede Kuzey Kutbu’na, güney yarım kürede ise Güney Kutbu’na doğru göç eder. Akdeniz’de ise Kızıldeniz’den gelen türler bu kanaldan geçerek Akdeniz’e ulaşıyor. Dolayısıyla bu istilaları etkileyen ve tetikleyen yalnızca iklim değişikliğidir, türlerin aktif olarak taşınması değildir.

İstilacı türlerin ekonomik maliyeti ne olabilir? Daha önce geliştirilen mücadele yöntemleri göz önüne alındığında istilacı türler için nasıl bir ekonomik planlama yapmayı önerirsiniz?

10 yıldır istilacı türlerin ekonomik maliyeti üzerinde çalışıyorum. Küresel olarak tür başına, ülke başına, faaliyet sektörü başına maliyetleri aşağı yukarı belirledik. Küresel ölçekte, hasar ve kayıp maliyetlerinin (balıkçılık, tekneler, vb.) istilacı türlerin yönetim maliyetlerinden yaklaşık 10 kat daha yüksek olduğunu tespit ettik. İstilacı türleri yönetmenin maliyetinin yaklaşık %10’u proaktif, önleyici; %90’ı ise reaktif, yani zaten çoğalmakta olan bir türü kontrol etmeye çalışmaktır. Buradaki önemli ders, proaktif olmanız gerektiğidir. Türlerin gelmesini engellemelisiniz. Bu biyogüvenliktir. Bir tür yeni geldiğinde, bu konuda bir şey yapamayacağınız kadar büyük alanlara ulaşmadan önce onu derhal ortadan kaldırmanız gerekir. Bunun bir maliyeti olsa da gelecekte karşılaşabileceklerimizden çok daha az maliyetli bir tutumdan söz ediyorum. Size karasal bir örnek vereceğim: Güney Amerika’dan gelen ve ABD’yi istila eden küçük ateş karıncası. Tarımsal kayıplar, sağlık kayıpları ve kontrol maliyetleri açısından yılda birkaç milyar dolara mal oluyor. İnsanı soktuğunda çok acı veriyor ve yılda 100 binden fazla kişi hastaneye kaldırılıyor. Her yıl yaklaşık 100 kişi bu küçük karıncalar yüzünden anaflaktik şoktan hayatını kaybediyor. Yakın zamanda Avustralya’yı da istila etti ve şimdiden ülkeye yılda birkaç milyar Avustralya dolarına mal oldu. Yani tüm model gösteriyor ki, geldiğinde sorun yaratacak! Yeni Zelanda’yı üç kez istila etti. Yeni Zelandalılar üç kez son derece hızlı tepki verdiler. Auckland Havaalanı çevresinde, bu karıncalar daha yerleşik hale gelmeden önce, birkaç karınca yuvası ve birkaç koloni olduğu fark edildi. Küçük koloniler geliştirmiş olabileceği düşünülen tüm alan derhal temizlendi. Bunun neredeyse hiçbir maliyeti olmadı ve önümüzdeki her yıl için milyarlarca dolar tasarruf sağladı. Küçük ateş karıncası Avrupa’ya ve Akdeniz’e yeni geldi. Geçen yıl Sicilya’ya ulaştı. Şu an için hiçbir şey yapmıyoruz. Bu coğrafyada olduğunu biliyoruz. Bürokrasinin devreye girmiş olmasına karşın şu an için hiçbir şey yapılmıyor. Eğer kıtaya yayılırsa Kuzey Afrika’ya, Türkiye’ye ya da Fransa’ya ulaşırsa son derece sorunlu olabilir çünkü o noktadan sonra istilayı durdurmak mümkün değil.

Enerji üretme şeklimiz biyolojik çeşitliliğin kaybına yol açabiliyor. Örneğin Türkiye’de inşası devam eden Akkuyu Nükleer Santralı için kullanılan soğutma suyunun ve ortaya çıkan atıkların, fokların üreme alanını yok edeceğine dair bilimsel raporlar var. Enerji üretme biçimlerimiz Altıncı Kitlesel Yok Oluş bakımından nasıl bir tehdit yaratıyor?

Bu zor bir soru, siyasi anlamda değil çünkü Fransa’da da aynı sorunları yaşıyoruz ama karmaşık ve çetrefilli bir sorunla karşı karşıyayız. Bildiğimiz üzere fosil yakıtlar küresel ısınmaya neden oluyor ve bu da biyoçeşitlilik de dahil olmak üzere bütün ekolojik sistem için çok kötü. Nükleer santrallar, kömürlü termik santrallar ve rüzgar santrallarının, biyoçeşitlilik üzerinde doğrudan etkisi var. Ancak enerjiye de ihtiyacımız var. Dolayısıyla mükemmel olan ve iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik için sorun yaratmayan bir sistem bulmak zor. Bazı şeyler diğerlerinden daha kötüdür ve fosil yakıtların genel olarak daha kötü olduğunu biliyoruz. Nükleer enerjinin iklim açısından daha temiz olduğunu, karbondan arındırılmış bir enerji olduğunu biliyoruz ancak burada da nükleer atık sorunu ve güvenlik sorunu karşımıza çıkıyor. Bunlara ek olarak termal kirlilik sorunu ise flora ve fauna için bir bütün olarak sorun teşkil ediyor. Ancak, tüm uzmanların altını çizdiği çözümden farklı bir çözümüm yok: Tek çıkış yolu daha fazla enerji verimliliği, daha az enerji talebi. Basitçe ifade edecek olursam; “Daha az tüketmek”. Çünkü enerjinin gelişimindeki her aşamada yani kömürden gaza, petrolden nükleere ve hatta yenilenebilir enerjiye geçişte var olan enerji kaynaklarına ve enerji üretimine yenilerini ekledik. Mevcut enerji üretimini devam ettirdik ve eskiden bu yana var olan enerjiyi azaltmadık. Bir yandan şu anda da yenilenebilir enerji parkları oluşturuyoruz ama fosil yakıtları azaltmıyoruz. Yalnızca daha fazla tüketiyoruz ve sorun da burada yatıyor. Daha az tüketmemiz gerektiğini kabul etmeliyiz ve bunu yapmak kolay bir şey değil. Mağaralarımızda yaşamaya geri dönmek istemiyoruz, hepimiz bir akıllı telefona sahip olmaktan memnunuz, hepimiz seyahat etmekten hoşlanıyoruz. Dolayısıyla bu, bireysel ve kolektif seçimlerin yanı sıra hükümetlerin ve şirketlerin yapması gereken zor seçimlerle ilgili bir sorudur. Astronomik bir hızla duvara çarpmaya doğru gidiyoruz. Hızdan sarhoş olmuş durumdayız ve fren yapmak istemiyoruz çünkü hızdan sarhoş olmak çok keyifli. Şu bir gerçek ki ne kadar geç frene basarsak, o kadar büyük bir etkiyle karşılaşacağız.

Bu yazı, ekoIQ’nun 112. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.