Gıda

Dünyayı Yemeden Yaşamak: Klimataryen Beslenme

klimataryen beslenme

Prensip olarak bitki bazlı olan klimataryen beslenme; lokal, mevsimlik, organik ve sürdürülebilir tarım ürünlerini önceliklendirerek düşük işlem görmüş gıdaları esas alır. Gıda israfının önüne geçmeyi amaçlayan bu beslenme şekli, böylelikle Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın (SKA) ilk ikisi olan “Açlığa Son” ve “Yoksulluğa Son” amaçları başta gelmek üzere, 17 Amaç’ın 12’siyle doğrudan ilişkili olarak; kapitalist düzenin sosyal refah eşitsizliğini kısmen de olsa gidermeye yönelik bir politik arka plana sahip.

Nihat NUYAN

İlk kez 2015 yılında New York Times gazetesinde bahsi geçtikten bir yıl sonra Cambridge Sözlüğü’ne giren “klimataryen” beslenme kavramı; insanların beslenme alışkanlıklarından kaynaklanan karbon salımı ve tatlı su israfı gibi hassasiyetleri esas alan, gezegenin ve biyoçeşitliliğin korunması adına doğa dostu bir beslenme biçimi olarak ortaya çıktı. Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, insan kaynaklı seragazı salımının yaklaşık 3’te 1’i beslenme alışkanlıklarından ileri geliyor. Besinlerin üretilmesi için kullanılan kimyasallar, tüketilen elektrik kaynaklı karbon emisyonları, fabrikasyon süreçleri ve özellikle gelişen dünyanın uluslararası ticaret ve nakliyat sistemleri, sofraya gelen besinin doğaya verdiği zararın da artmasına yol açıyor. İklim değişikliğini hızlandıran unsurların başında gelen seragazı salımlarını azaltmak için ise endüstriyel ve toplumsal düzeyde olduğu kadar bireysel düzeyde de bir hareket sahası yaratma amacı güden bir beslenme modeli olarak klimataryen, çevreye duyarlı bir gıda tüketim ağını oluşturmayı amaç ediniyor.

Prensip olarak bitki bazlı olan klimataryen beslenme; lokal, mevsimlik, organik ve sürdürülebilir tarım ürünlerini önceliklendirerek düşük işlem görmüş gıdaları esas alır. Gıda israfının önüne geçmeyi amaçlayan bu beslenme şekli, böylelikle Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın (SKA) ilk ikisi olan “Açlığa Son” ve “Yoksulluğa Son” amaçları başta gelmek üzere, 17 Amaç’ın 12’siyle doğrudan ilişkili olarak; kapitalist düzenin sosyal refah eşitsizliğini kısmen de olsa gidermeye yönelik bir politik arka plana sahip.

Küresel gıda arzının 4’te 3’ünün, aralarında mısır, pirinç ve buğdayın başı çektiği yalnızca 12 bitki türü ile sınırlı tutulması; gezegenin sağlığı açısından daha ekonomik olan besinlerin göz ardı edilmesi ve toprağın gereğinden fazla zarar görmesine neden olmakta. Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilara Koçak’ın dergimizin bu sayısında yer alan yazısında da belirttiği gibi “Toprak, hava ve su hasta iken insan sağlığından bahsetmemiz ne yazık ki mümkün değil. Gezegenin dilinden konuşmamız kıymetli.” Yeryüzü ve insan sağlığının dengeli bir seyir izlemesinin gerekleri, beslenme alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirmeyi elzem kılıyor.

Bireyden topluma ve toplum tarafından geliştirilen reflekslerin endüstriyel bir dayatma haline gelmesiyle etkili ve sağduyulu bir sonuca yönelik olan klimataryen beslenme, etik ilkelerini doğayı koruma gayesine dayandırıyor. “Bitki bazlı diyetler, genellikle daha az doymuş yağ ve kolesterol içerir, bu da genel sağlığımızı iyileştirebilir. Organik ve sürdürülebilir tarım ürünleri sentetik gübre ve pestisit kullanımını azaltarak toprağı ve suyu korur” diyen Prof. Dr. Oğuz Özyaral’ın da vurguladığı gibi insan sağlığını doğrudan ve derinden etkileyen başlıca güncel sorunların çözümünde de klimataryen beslenmenin ilkeleri yer alıyor.

Klimataryen beslenmenin organik beslenme, vegan ve vejetaryen beslenme biçimleriyle benzerlik ve ilişki içinde olduğu düşünülebilir. Bu noktada kavramları birbirinden ayıran en önemli hususun etik yaklaşım farklılıkları olduğu söylenebilir. Bu sayımızdaki yazısında Bahar Nihal Ersözlü’nün de işaret ettiği gibi, endüstriyel tarımın hayvanları doğal olmayan koşullarda ve onları birer tüketim ürünü olarak sınıflandırarak işlemesi; bütün bir tarih boyunca yer kürenin ortak paydaşları olan canlıların, insanların besin ihtiyaçlarının bir karşılığı şeklinde konumlandırılması vegan ve vejetaryen beslenmenin etik önceliğini belirliyor. Klimataryen beslenme ise odağına etik olarak doğa ve sürdürülebilirliği yerleştirerek, bu kavramlar arasındaki ortaklıklardan yola çıkarak hayvan refahını göz ardı etmeyen bir dengeli beslenme şekli oluşturmayı önemsiyor. Kısacası, dünyayı yemeden yaşamak mümkün mü sorusuna yanıt arıyor…

Bu yazı, ekoIQ’nun 113. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.

About Post Author