#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
hizmetciler 1 e1733926411791

Toplumsal bir Sorun Olarak Efendiler ve “Hizmetçiler”

Moda Sahnesi’nde Jean Genet’nin Hizmetçiler oyunu hakkında söyleştiğimiz tiyatro sanatçısı, yönetmen Kemal Aydoğan; sanatın politik bir işleve sahip olduğunu belirterek, günümüzdeki sınıfsal farklılıklardan kaynaklı bir efendi-hizmetçi çatışkısına dikkat çekmek istediklerini ifade etti.

Nihat NUYAN

Fotoğraflar: Orçun KAYA

Kurulu bir düzen var. Bu kurulu sistem elbette dünya genelinde şu an kapitalizm üzerinden yürüyor. Kapitalizmin içinde uyumlu bir yaşam formu mevcut. Tüketim alışkanlıkları dediğimiz, insanların tüketime odaklandığı ve fakat sınıfsal farklılıkların derinleştiği bir uyumdan söz ediyorum. Bir de sanatla direnen de bir kesim var. Jean Genet’ye bakınca biraz bu uyuma yönelik bir direniş görüyorum. Jean Genet’nin “Hırsızın Günlüğü” ilk okuduğum eseridir. Oradan tanımıştım. Kendisinin bir hırsız olması ve Sartre gibi dönemin önde gelen düşünürlerinin girişimleriyle hapisten çıkabilmesi ve ancak böylece edebiyata dahil olması gibi bir durum da söz konusu. Şimdi Jean Genet özelinde de düşününce aklıma bu geliyor: Aslında sanat biraz da sisteme, süregiden uyum ve bütünlüğe direnme biçimi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Hizmetçiler oyunu özelinde Jean Genet ve iktidar karşısında sanatçının direnme pratiği hakkındaki fikirlerinizi açıklar mısınız?

WhatsApp Görsel 2025 01 17 saat 14.25.42 4a8f0c62
Kemal Aydoğan

Genet, tabii ki toplumun egemen şiddetinin üzerinden geçtiği bir insan. Dolayısıyla şiddet sahibi bir erkin neye benzediği hakkında çok net bir fikri var. Özellikle Hizmetçiler’i okurken bu kadar kuvvetli bir kavrayışı, yani egemenin vasiyetine dair kuvvetli kavrayışı; dışarıdan, metni seven biri olarak bu kadar iyi anlayamamıştım. Şunu aşikar kılıyor: Bir eşitliğin olmadığını, bir iyilik cümlesinin egemenlerin ağzından sürekli olarak hizmetçilerin, ezilenlerin üzerine boca edildiğini ve bir tür uyuşturma görevi ile bunu yüklendiklerini… Dolayısıyla da elden ayaktan düştüklerinde de o pozisyondan hiç kurtulmasınlar istedikleri bir hizmetçiler, bir ezilenler, bir emekçiler sınıfının varlığı ve buradaki şiddetin de sadece bir zorbalık değil aynı zamanda söylemsel olarak da kurulu olduğu, duygusal olarak da kurulu olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Oyunda olduğu kadar kapitalizmde bahsedilen iyilikseverlikten söz ediyorum. Gelecekte iyi şeyler vadedecek bir efendinin varlığını gösteriyor. Genet ve dolayısıyla biz de onun sözünü devralmış ve bir süreliğine onun sözüne eşlik edecek olanlar da bir kere bu dünyada eşitliğin olmadığını ama kurulması gerektiğini ve bunun da acil bir insani ihtiyaç olduğunu, insanların en temel ihtiyaçlarından birinin bu eşitlik olduğunu hem düşünüyoruz hem de bunu konuşma fırsatı ya da topluma söyleme fırsatını Genet aracılığıyla elde etmiş oluyoruz. Sanat salt eğlenceye dönüşürse çok fakirleşen bir insan edimi hatta kapitalizmin eline geçmiş bir edim, bir araç haline gelir. Hatta artık onun kullandığı bir araç bile diyebiliriz. Bizi uyutması, görmemiz gereken şeyleri gözümüzden ırak tutması anlamında…

Sanatın rahatsız edici tonunun hep devrede olması gerekir. Yani sanat biraz bizi huzursuz edecek, gece rüyalarımızı kaçıracak bir insan etkinliği. Genet ve biz de, Moda Sahnesi de oyunu yapmaya niyetlenmiş tüm ekip de aslında bu ilkeyi çok benimsedik. Hem kendimize uyarıcı olarak kullanıyoruz “Hizmetçiler” metnini hem de seyirciler için. Hakikaten kapitalizm her şeyi bir tüketim nesnesine dönüştürebiliyor. Sanatı da bir eğlenceye dönüştürmüş durumda. Türkiye’de belki de şu anki tiyatro faaliyetinin büyük bir kısmı sadece eğlendirme peşinde. Ama hakiki sanat diyelim ya da sanat olmayı isteyen sanat diyelim, o biraz daha eğlenceyle arasına mesafe koymak zorunda.

Bazı kesimler sanatı hep bir rahatsızlık durumu olarak da nitelendiriyor. Aslında bizi onaylayan şey değildir sanat. Bizi düşündüren, konfor alanımızda rahatsız eden, bizi eyleme iten bir girişimdir. O açıdan tiyatronun rolünün de çok önemli olduğunu düşünüyorum, ama günümüzde özellikle sinema özelinde ciddi bir tekelleşme söz konusu. Yani benzer filmler, benzer biçimde, benzer kanallarda tekrar ve tekrar gösterime giriyor ve seyirci de işin açığı bunu talep ediyor. Tiyatroda durum nasıl?

WhatsApp Görsel 2025 01 17 saat 14.24.17 fe524719Bence benzer. Çünkü tiyatrocular aslında şu an ekonomik sıkıntıyla kıskaç altına alınmış durumda. Özellikle de özel tiyatro yapanlar. Devletin, devlet tiyatrolarının pozisyonu başka. Bence başka türlü değerlendirilmeli. Ama özel tiyatroların bir kere faaliyetin yürütülmesi için vergi mükellefi olması gerekiyor. Bu demek oluyor ki tüccarsın zaten. Para kazanarak yaşamak, gelecek parayla sistemini döndürmek zorundasın. Tam da ortalamayı belirlediği için kapitalist tüketim anlayışı ve bahsettiğiniz sinemada olan şey, eğlenceye gömülmek diyeyim, tiyatrocu da seyircinin salona gelmesini sağlayacak dışsal unsurlara bakıyor. Komedi olsun, oyun çok ağır olmasın, ünlü oyuncu olsun… Şimdi bu dışsal unsurları kuracağım derken oyunun bu bahsettiğiniz rahatsızlık veren tarafı, tiyatronun o aslında bize problem gösteren tarafı, bizi inciten tarafı hatta bile isteye gidip de incinmek istediğimiz tarafıyla ilişkimizi koparıyoruz. Biz aslında marketteki mercimeğe döndürüyoruz işi. Gidip taşsız, iyi paketlenmiş bir mercimek almanın peşine düşüyoruz. Bu durum temelde ekonomik sıkıntı merkezli. Ve devletin ya da yerel yönetimlerin tiyatro sanatını desteklemek adına bir modelleri yok. Kültür Bakanlığı veya kültür politikalarının tiyatrolardan bir beklentisi yok. Yani devletin sahiplerinin, mevkii idarelerin sahiplerinin tiyatro sanatının geçersizliğinden medet umdukları anlamına geliyor bu. “Halkı eğlendirsinler. Gitsinler, orada işte, gülsünler, eğlensinler ama suya sabuna dokunulmasın. Birtakım rahatsızlıklar insanlara aşılanmasın, gösterilmesin, damarlarına nakşedilmesin” istiyorlar. Mesela eşit olmadıklarını bilmesinler isteniyor. Özgür olmadıklarını bilmesinler istiyorlar. Bir yerde, bazı nedenlerle hor görülmüş ve yönetilmiş insanlar olduklarını bilmesinler istiyorlar. Dolayısıyla aslında bir tür eşitsizliğe herkesin razı gelmesini bekliyorlar. Sanat da bunlara hiç dokunmayarak aslında bu toplumsal problemleri ya da insani problemleri olduğu gibi olduğu yerde bırakıyor. Bu bence sanat yapanlar için ahlaksızlık, yani etik olarak hiç paylaşılabilecek bir düzey değil bu kısmı. Sanatçıysak, sanat diyorsak buna, tam da bu toplumla uyuşmadığımız, uzlaşmadığımız yerde gerçekleşiyor olması gerekir bu işin. Ve toplumun da bu çatışmayı zaten benimsiyor olması gerekir. Oysa şimdi herkes birbirine boyun eğdirme peşinde, razı etmenin peşinde. Devlet de diyor ki “sen o tür sanat yapamıyorsan, benim istediğim türden, o zaman sen aç kalırsın, zaten elenirsin.”

Şimdi İran sineması ile ilgili aklımda kalan çok güzel bir anekdot vardı. Bazı filmleri sırf İran’ın varoşlarını, yoksul halkını gösterdiği için sansüre uğruyordu. Çünkü “sen ülkeyi yanlış tanıtıyorsun” ya da “kötü gösteriyorsun” gibi bir çizgi mevcut. Keza Türkiye’de de benzer sansür durumları söz konusu oluyor. Sinemada, mevcut durumu gösterdiğinde dahi “ülkeyi mi karalıyorsun devleti mi kötülüyorsun” gibi bir geri dönüş, egemenler tarafından sunulabiliyor. Tiyatroda da söylediğiniz şey biraz bunu anımsattı. Sanki var olan sistemle, müesses nizamla ilgili en ufak bir eleştiriyi kaldırmayan bir durum söz konusu. Geçtiğimiz yıllarda Moda Sahnesi’nin problemleri vardı. Onlar giderildi mi? Buna yönelik bir şey söylemek ister misiniz?

WhatsApp Görsel 2025 01 17 saat 14.24.17 e955f8d7

Biz iki yıl önce “elektrik faturalarını ödemeyeceğiz” demiştik çünkü faturalar üç katına çıkmıştı. Bu herkes için hem vatandaşlar için hem de bizim gibi sanatla uğraşan, temel enerjisi elektrik olan ve bunu kullanmak zorunda olan yerler için de geçerliydi. Biz aslında bir tür itirazı dile getirmek, itirazı somut hale getirmek istemiştik. Yoksa durum ekonomik olarak bu parayı karşılayamayacak olmamızdan kaynaklanmıyordu. Fakat bizim dışımızda herhangi bir tiyatro bu sürece katılmadı. Herkesin parası varmış ve itiraz etmeye de mecali yokmuş diye anladık biz bunu. Şöyle bir şey oldu ama finalde, bir tiyatronun aslında bir yere bir çizik atması diyelim, tarihe bir iz bırakması şekillenmiş oldu. Şimdi herkes bunu hatırlıyor ve bunu konuşuyor. Bu iyi bir şey. Tarih zaten biraz Walter Benjamin’in tarih anlayışı gibi. O, orada duruyor ve dönüp oradan bir kere daha bakacağız ona, ona döndüreceğiz yolumuzu. Dört beş ay sürdü o eylem. Sonra pandemi devam ettiği için, sağlık sorunları açısından klima ve havalandırma sistemini çalıştırmak için faturamızı ödedik ve yolumuza devam ettik. Yani paramız vardı zaten.

Ama bu politik bir tutum olarak değerli bir şey. Protesto hakkı aslında.

Aynen öyle. Bu bir vatandaşın protesto hakkı. O çok sevdiğimiz ama hiçbir zaman yaklaşamadığımız Batı medeniyetinin insanları hani üç kuruş ulaşıma zam geliyor, hemen isyan ediyorlar. Biz burada üç katına çıkmış bir elektrik faturasına itiraz edemedik. Enerji sermayesinin borçlarını ödedik bir de. Yani karşılığı da buydu. Yoksa ülkenin, memleketin bu paraya ihtiyacı var deseydiler dört katını da öderdim. Sermayeyi borçtan kurtarma çabasıydı bu aynı zamanda. Ama tarihe bir işaret, bir şey kaldı, itiraz etme hakkımızı kullandık. Bunun da çok olağan bir vatandaşlık hakkı olduğunu herkese bildirmek istedik aslında.

Son olarak; Jean Genet’nin Hizmetçiler oyunu yaklaşık seksen yıldır sahnelenen bir oyun. Jean Genet tiyatroda en çok uyarlaması yapılan yazarlardan biri. Siz sosyolojik ve politik olarak bu oyunu Türkiye’ye, Türkiye’nin sosyopolitik yapısına uygun hale getirdiğinizi düşünüyor musunuz? Jean Genet’nin Hizmetçiler’i ile bir yönetmen olarak sizin Hizmetçiler’inizin arasında nasıl bir fark var?

BiletiniAl Banner post 07Oyun neredeyse evrensel bir hizmetçiler kavrayışı içinde bence. Dolayısıyla buradaki de İran’daki de Afganistan’daki de Çin’deki hizmetçiler de hepsine dair bir şey söylüyor diye sanıyorum. Çünkü yazar temelde bir ezme-ezilme ilişkisini kavramış, hem güçlü yanlarını hem güçsüzlüklerini de kavramış, hizmetçiyi romantize etmemiş, olmayan hiçbir şeyi yüklememiş, böylece haksızlık da etmemiş, gereksiz bir yücelti içine de girmemiş…

Bu ezilme ilişkisinin dinamiğini; hem sosyolojik, hem politik, hem de psikolojik dinamiklerini, Efendi’ye nasıl hayran olduğumuzu, ama onu aynı zamanda ortadan kaldırmayı da nasıl düşündüğümüzü ama buna ne kadar gücümüzün yettiğini, nerede yettiğini ya da ne zaman yettiğini sorgulayan; evrensel olduğunu düşündüğüm, illaki yerel denilen motiflerle bezenmese de Türkiyeli bir perspektifle algılandığında buradaki seyircilerin de kavrayacağı bir metin. Ki iki günlük izleyici sayımızla bunun böyle olduğunu gördük. Zor bir metin olduğu söylendi. Hep böyle sayılmıştı. Fakat iki oyun sürecinde seyirci tarafından herkesin oyunu anladığını, kavradığını, problemi anladığını veya anlaşılmayan hiçbir şey olmadığını gördük. Eğer yapanlar anlarsa seyirci anlıyor. Bence anahtarı bu. Yapanların önce anlaması ve bunu sahneye getirme tutkusuna sahip olması gerekiyor ve bununla derdimizi anlatma isteğinde olması gerekiyormuş. Yoksa Jean Geneti’nin cazibesine kapılırsak Genet’nin hiç istemediği bir fetiş duruma getirme problemi yaşayabilirmişiz. Bize onu da gösterdi. Genet’yi çok seviyoruz, çok sevdik. Hatta ben oyunu yönetmeye başlamadan öncesinden daha çok seviyorum şimdi. Ama Genet tam da o kişisel hayatında bahsettiği gibi hiç hayranlık beklemeyen biri. İki tane eşit gibi davranalım istiyor. “Eşitin olursam seninle bir hasbihal edelim yoksa, yüzüne tükürürüm” diyen de bir yazar bence. Tam da bunu öğretti bize aslında. Genet’nin eşiti nasıl oluruz? Genet’yi eşitimiz nasıl yaparız ve birlikte nasıl bir yol yürürüz? Türkiyeli bir zeminde böyle durduk, böyle bulunduk.

Nihat Nuyan

#ekoIQ Editörü | Politik Kamera