Geçen ayki yazımızda Aralık ayında Lima’da yapılacak olan iklim görüşmeleriyle ilgili beklentilerimizi tartışmıştık. O yazı yayına verildikten hemen sonra ABD ile Çin’in iklim değişikliğini engellemek için seragazı salımlarını azaltma yönünde bir anlaşmaya vardıkları duyuruldu. Gelecek yıl Aralık ayında yapılacak olan Paris iklim görüşmeleri öncesinde bu anlaşmanın ne anlama gelebileceğini sizlere anlatmaya çalışacağım.
Söze önce bu anlaşmanın en iyi tarafıyla başlayalım…
Bugüne kadar ABD de, Çin de iklim değişikliği konusunda herhangi bir seragazı azaltımı yapmaya yanaşmıyordu. ABD, Çin ekonomisinin büyüklüğünden bahsederken, Çin’in bir adım atmadan kendilerinin adım atmasının ekonomilerine büyük zarar vereceğini söyleyerek yan çiziyordu. Çin ise daha yeni büyümeye başladıklarını ve atmosferdeki seragazı miktarından aslında başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin sorumlu olduğunu ve önce onların adım atması gerektiğini belirtiyordu. Bu kadar ayrı görüşlere sahip iki ülkenin bir anlaşmaya varabilmiş olması bile kendi başına çok önemli bir noktadır.
ABD ve Çin’in üzerinde anlaştıkları konu şu: Amerikan Başkanı Obama, ABD’nin karbondioksit salımlarını 2025 yılına kadar 2005’teki salım miktarının %26-28 altına düşüreceğini kabul ediyor. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ise aslında bir indirim hedefi koymuyor, ancak Çin’in salımlarını 2030 yılından itibaren azaltacağını kabul ediyor. Anlaşma, Çin’in seragazı salımlarını ne zaman ve ne kadar azaltacağını belirtmese de 2030 yılından itibaren azaltım yoluna gireceğini kabul etmiş olması, aslında bu anlaşmanın daha da önemli parçasını oluşturuyor.
Anlaşmada Öne Çıkan Noktalar
Anlaşmanın geneline baktığımızda karşımıza çıkan önemli noktaları şöyle sıralayabiliriz:
- ABD, Kyoto Anlaşması’nı da imzalamıştı. Ancak bu anlaşmanın yasalaşabilmesi için Senato’da da kabul edilmesi gerekiyordu. Oysa Senato’da kabul edilmediği gibi, 0-95 oyla reddedildi, yani Senato’nun Cumhuriyetçi ve Demokrat kanatları hep birlikte bu anlaşmaya hayır oyu verdiler. ABD-Çin arasındaki anlaşmanın bundan farkı, kabul edilmesi için Senato onayına gerek olmamasıdır. Bu nedenle de Obama yönetiminin henüz Demokratların elindeki Senato’dan korkması için bir neden yok. Yalnız Kasım ayı başında yapılan seçimlerde Demokratlar Senato’da çoğunluklarını kaybettiler. Obama yönetimi açısından bunun getirdiği en önemli sorun, meclisten geçirmek istedikleri tüm yasama konularında Senato’da Cumhuriyetçi bir çoğunluğa karşı savaşmak zorunda kalacak olmalarıdır. Senato’da liderliği devralacak olan Cumhuriyetçi Kentucky Senatörü McConnell, anlaşmanın açıklanmasının ardından bu anlaşmanın Çin’e bir yükümlülük vermediğini belirterek anlaşmayı sert bir biçimde eleştirdi. Başkan Obama, kalan süresinde bu anlaşmanın yükümlülüklerini yerine getirebilmek için Senato’yu ikna etmek zorunda kalacak ve bunun neredeyse imkansız olduğu şimdiden açıkça görülüyor. Yani kısacası, ABD ile Çin bir anlaşmaya vardılar ama en azından ABD tarafında bu anlaşmanın bugün için yürütülebilmesine imkan yok.
- İklim görüşmeleri her ne kadar tüm devletleri kapsasa da kapalı kapılar ardında söylenen, Paris görüşmelerinin aslında anlamsız olduğu ve esas sonuca tüm devletler arasında değil, ABD-Çin-AB üçgeninde yapılacak anlaşmaları diğer devletlerin mecburen takip etmeleriyle ulaşılabileceğiydi. Bu üçgende yapılacak anlaşmaların ilki ve belki de en zoru ABD ile Çin arasında gerçekleştirildi. Şimdi AB, özellikle ABD kamuoyunda bu anlaşmanın sahip olacağı desteği inceleyerek kendi anlaşmalarını planlamaya başlayacak.
- AB’nin bu planları temelde kendi azaltım hedefleri ile de uyumlu olmak zorunda. AB seragazı salımlarını 2030 yılında 1990 seviyesinin %40 altına düşürmeyi kendiliğinden taahhüt etmiş durumda. Yakın gelecekte ABD ve Çin ile yapılacak ikili görüşmelerde de karşı taraftan benzer bir azaltım hedefi belirlemesini isteyecektir. Ancak bu hedef, özellikle ABD-Çin anlaşmasının Amerikan kamuoyunda kazanacağı desteğe sıkı sıkıya bağlı olacaktır. Eğer bu anlaşma, Amerika’da önemli destek bulmayacak olursa üçgeni tamamlayacak olan ABD-AB iklim anlaşmasının yapılabilmesi oldukça zor görünüyor.
Tüm bu politikaların ve görüşmelerin ötesinde bir de bilimin ne dediğine kulak vermemiz gerekiyor. Son yazımızda bu konuda kısaca şöyle demiştik:
“Eğer atmosfere 3.2 trilyon tondan fazla karbondioksit salacak olursak 2 derece ısınmanın altında kalabilme ihtimalimiz üçte ikiye düşüyor. Endüstri Devrimi’nin başından bu yana atmosfere 2 trilyon ton karbondioksit salmışız, yani tehlikeli limitlere yaklaşmamamız için elimizde salabileceğimiz sadece 1.2 trilyon ton karbondioksit var. Şu andaki hızımızla gidecek olursak, 2031 yılında bu 1.2 trilyon tonu da salmış olacağız. Ondan sonra saldığımız her ton bizi felakete biraz daha yaklaştıracak. Bu nedenle her ne yapıyorsak bunu şimdi ile 2031 arasında yapmalıyız. Bu limitin altında kalabilmemiz için salımlarımızı 2050 yılına kadar %70 azaltmamız, 2100 yılına kadar da sıfıra indirmemiz gerekiyor.”
Bu bağlamda ClimateInteractive web sitesinin hazırladığı bir grafiği biraz değiştirerek sizlerle paylaşmayı düşündüm. Bu grafik, fazla söze gerek kalmadan politika ile gerçeklik arasındaki farkı gözler önüne kolayca seriyor.