İklim

Afete Hazır (mı) İstanbul!?

15-16 Ağustos 2018 tarihlerinde AFAD ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ortaklaşa düzenlenen İstanbul’un Afetlere Hazırlık Çalışmaları Çalıştayı, afete dirençli kent planlama yaklaşımı, afet kültürü-farkındalık ve medya, afetlerde ekonominin sürdürülebilirliği, afet risk azaltma çalışmalarında ortak akıl gibi temalara ilişkin oturumlarla gayet verimli bir şekilde gerçekleştirildi.

Yazı: Doç. Dr. Murad TİRYAKİOĞLU, Afet Bilinci Derneği & Afetlerle Kalkınma Platformu

Başlıktaki soruya öncelikle bir soru ile karşılık verebiliriz: Hangi afet­lere? Afet dediğimizde aklımıza evvelâ deprem geliyor. Hatta “Afet ve Acil Durum Çantası” bile çoğunlukla “Deprem Çantası” olarak adlandırılıyor. Zira deprem, Türkiye’de yaşanan afetlerin %50’den faz­lasını oluşturuyor ve ülkemizin çok önem­li bir kısmı fay hattı üzerinde bulunuyor. Ancak son günlerde belirgin bir biçimde hissedilen iklim değişikliğinin etkileri ile şe­hir afetleri olarak da tanımlayabileceğimiz, genellikle ve şiddetli bir biçimde şehir ya­şantısını etkileyen sel, heyelan ve kuraklık gibi meteorolojik kökenli afetlerden de bah­setmek mümkün.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verile­rine göre, 2017 yılında ülkemizde görülen meteorolojik afetlerin oransal dağılımı ince­lendiğinde fırtına ve hortumun %36’lık bir pay ile ilk sırada yer aldığı görülüyor. İkinci sırada %31’lik pay ile şiddetli yağış ve sel, üçüncü sırada ise %16’lık pay ile dolu yer alıyor.

Türkiye’nin her ne kadar deprem maruziyeti yüksek olsa da son yıllarda mete­orolojik afetlerden etkilenme sıklığı da artıyor. En yakın tarihli örnek­lerden biri olarak, 24 Temmuz 2018 günü Beyoğlu-Sütlüce’de inşaat için açılan temel, yoğun yağışın etkisiyle toprak kaymasına sebep olarak yan­daki dört katlı binanın çökmesine sebep oldu. Betonlaşmanın artması, bilinçsiz-kaçak ve düşük önemli bi­naların yapılması, yağışların toprak tarafından emilmesini engelliyor ve sorunlu olan zeminlerin hareket­lenmesine ve bu tür felaketlerin yaşanmasına sebep oluyor. Aynı tarihlerde Yunanistan’da, Atina’nın doğu kıyısında başlayan yangın so­nucunda 80’den fazla insan hayatı­nı kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı ve binlerce kişi evsiz kaldı. Benzer biçimde Portekiz, İngiltere ve ABD de yangınlardan nasibini aldı. Yağ­murun az olması, diğer bir ifade ile kışın ve baharın kuru geçmesi, yan­gınları hızlandıran ve yayılmasını kolaylaştıran bir etken.

Son dönemde, (8 Temmuz 2018) Tekirdağ-Çorlu’da etkili olan aşırı yağış sonrası oluşan heyelan, Uzun­köprü-Halkalı seferini yapan trenin beş vagonunun devrilmesine, 24 ki­şinin hayatını kaybetmesine ve 318 kişinin yaralanmasına sebep oldu. Konu ile ilgili yayın yasağı olduğu ve TCDD’nin sitesinde kazaya iliş­kin bir açıklama-doküman bulun(a) madığı için bu kadarını zikretmekle yetinmek durumundayız. Yine geçti­ğimiz ay (8 Ağustos 2018) Ordu’da yaşanan aşırı yağış sel felaketine se­bep olarak yerleşim bölgelerini, yol­ları ve tarım arazilerini tahrip etti, toplumsal ve ekonomik yaşantıyı sekteye uğrattı.

Meteorolojik Kökenli Afetler

Küresel iklim değişikliği sonucun­da yaşanan sıcaklık artışı ve artan kuraklık tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de belirgin bir biçimde etkilemeye devam ediyor. Grafik 1’den de izlenebileceği gibi alansal yağış miktarları bölgeler arası farklı­lık gösteriyor olsa da Türkiye geneli için mevsim normalinin üzerinde. Marmara ve Karadeniz bölgeleri mevsim normallerinin çok üzerinde yağış aldığı için de yukarıda bahse­dilen meteorolojik afetler ve etkileri çok belirgin olarak yaşamı hem eko­nomik hem de toplumsal boyutuyla etkilemeye devam ediyor. Grafik 2 ise sıcaklık değerlerinin 2018 yılı Temmuz ayı değerleri ile uzun yıllar Temmuz ayı ortalamasını karşılaştır­malı olarak gösteriyor. Grafikten de görülebileceği gibi, 2018 yılı Türki­ye için de, tüm küre gibi sıcak bir yıl oluyor. Gezegenin ısınmaya devam ediyor olması meteorolojik kökenli afetleri artırıyor ve doğal afetlerden daha tehditkâr bir hal alıyor.

Ezcümle, sıcaklıklar artıyor, yağış­lar azalıyor, tarımsal üretim başta olmak üzere ekonomik faaliyetler ve toplumsal yaşam etkileniyor. Türkiye’den ve dünyadan son dö­nemde gelen afet haberlerinin sık­lığı artıyor ve sebep olduğu kayıp­lar her geçen gün ağırlaşıyor. Bu sebeple de afetlere hazırlıklı olmak için hangi afetlere açık olduğumuzu bilmek ve alınacak önlemleri de bu şekilde tasarlamak en önemli adım.

İstanbul’un Afete Hazırlık Çalışmaları

Başlıktaki soruya, “Hazırlanıyor…” şeklinde alternatif bir cevap vermek de mümkün.

Bu iyimser cevabımın sebebi, 15-16 Ağustos 2018 tarihlerinde Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (ya da bilinen kısaltılmış adıyla AFAD) ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ortaklaşa olarak düzen­lenen İstanbul’un Afetlere Hazırlık Çalışmaları Çalıştayı’ndan öğrendik­lerim. Bu iki günden öğrendiklerimi iki kelime ile özetlemem gerekirse: Umudum arttı.

İstanbul, Türkiye’nin gözbebeği olan; tarihi, konumu, nüfusu, eko­nomisi ve daha pek çok özelliği itibarıyla büyük öneme ve ağırlığa sahip o güzel şehir. Ancak afetler ve yıkıcı etkileri hakkında fikri olan herhangi biri bile o çok afili gök­delenlerin üst katlarından şehr-i İstanbul’a şöyle bir baktığında muhtemel bir afetin etkilerini çok belirgin bir biçimde tahayyül ede­bilecektir. Şahsen benim gözümün önüne gelenler tüylerimi diken di­ken etmeye yetiyor.

Dünyanın en güzel şehri olan İs­tanbul 15 milyonu aşan nüfusu, 4.460 kilometrekarelik yüzölçü­müne kurulu 39 ilçesi ve yaklaşık 1,2 milyonluk bina stoku ile Tür­kiye ekonomisinin neredeyse dört­te birini oluşturuyor. Dolayısıyla İstanbul’un afetlere hazırlığı bir an­lamda Türkiye’nin afetlere hazırlığı anlamına geliyor. Ancak çalıştayın açılış konuşmasında AFAD Başkanı Dr. Mehmet Güllüoğlu’nun da ifade ettiği gibi, afetlere hazırlık kolektif hareket etmeyi gerektiren bir süreç: “Afet yönetimi birlikte çalışmayı ge­rektirir. Tek başına AFAD’ın değil, tüm kurum ve kuruluşların birlikte çalışması, işbirliği yapması esastır.”

Çalıştay, afete dirençli kent planla­ma yaklaşımı, afet kültürü-farkında­lık ve medya, afetlerde ekonominin sürdürülebilirliği, afet risk azaltma çalışmalarında ortak akıl gibi tema­lara ilişkin oturumlarla gayet verim­li bir şekilde gerçekleştirildi. Heye­canla sonuç raporunu beklediğimiz bu çalıştayın en önemli vurgusu Türkiye’de afetlere hazırlık konu­sunda çok güçlü bir gönüllü kesi­min olması. Amatör telsizcilerden tutun da sağlık konusunda müdaha­le edecek ekiplere, arama kurtarma süreçlerinde aktif rol oynayabilecek yetenekteki STK’lardan tutun da afet öncesi planlama ve farkındalık odaklı çalışan ekiplere kadar çok önemli bir güçten bahsetmek müm­kün. Bununla birlikte bu çalıştayın vesile olacağı bir koordinasyon ve akreditasyon bu dağınık ama potan­siyeli yüksek ekiplerin harekete geç­mesi için önemli bir adım teşkil etti.

İstanbul için yapılmakta olanlardan bahsetmek için seçici davranacağım ve sürdürülen diğer tüm faaliyet­lerin çok değerli olduğunu vurgu­layarak izninizle buradaki yerimiz kısıtlı olduğu için İstanbul Valiliği Proje Koordinasyon Birimi tarafın­dan yapılan çalışmalara değinece­ğim. Muhteşem ve çok enerjik bir ekip. Heyecanlanmamak ve hayran olmamak mümkün değil. Koordina­tör Kazım Gökhan Elgin’in açılış pa­nelinde yaptığı sunum, özellikle de okul ve hastanelerin güçlendirilme­si, yeniden yapılanların “Yeşil” ola­rak tasarlanması, yağmur suyu top­laması, güneşten enerji elde etmesi ve en önemlisi çocukların hoşuna gidecek harika bir mimariyi öncele­yerek bunların yapılması çok dikkat çekici. Aynı zamanda okullar birer toplanma alanı olarak tasarlanmış ve sığınakları sayesinde büyük bir deprem anında ilk 72 saati güven­li bir şekilde geçirmeyi sağlamak mümkün kılınmış.

Ancak bu iyimser tablonun İstanbul’un tamamı için geçerli olabilmesi için kat edilmesi gere­ken mesafe çok uzun, sarf edilme­si gereken çaba çok zahmetli gibi gözüküyor. Çalışmalar etkin ama yeterli değil. İstanbul için toplanma alanı sayısının 3000’e yakın olduğu söyleniyorsa da büyük bir afetin ardından bunların ne kadarı toplan­ma alanı özelliğini sürdürülebilir, tartışmalı. Öte yandan hızla devam eden inşaatlar, artan çarpık ve dü­zensiz yapılaşmaya bağlı olarak ar­tan betonlaşma, kişi başına düşen aktif yeşil alanın çok düşük olması ve belki de tüm bu önemli sorunla­rı çok daha önemli hale getirecek olan farkındalık eksikliği üzerinde durulması ve gündemde sürekli yer bulması gereken konular.

Sonuç olarak, Türkiye, öngörülebi­lir ve önlenebilir sebepleri ortadan kaldırarak yaşanması muhtemel afetlerdeki can ve mal kaybını en aza indirmeyi başarabilecek bir kapasiteye ve yetenek birikimine sahip. İhtiyacımız olan bu yetenek­lerin etkin bir şekilde koordine edil­mesi, sivil toplumun güçlendirilmesi ve halkın bilinçlendirilerek afet kül­türünün yaygınlaştırılması.

Ülkenin ekonomik kriz ile karşı karşıya olduğu şu sıcak gündemde afetler gibi can sıkıcı bir konudan umutvar haberler duymak ve pay­laşmak gibisi yok.

About Post Author