2003 yılından beri ekoloji hareketinin içinde yer alan Dr. Alper Akyüz, akademik alanın ürettiği bilginin tek başına yeterli olmadığını, bu bilginin kullanılmasının da gerektiğini belirtirken ekliyor: “Türkiye’de iklim krizi ile ilgili farklı disiplinlerden çalışmaların yürütülmesi ve desteklenmesinde çok geç kalındığı ve üretilen bilginin yönetimler tarafından dikkate alınmadığı bir ortam mevcut.”
Bugün dünyanın her zamankinden daha çok nitelikli bilgiye ihtiyacı var. İnsanlığın sorunlarının çözülmesi için ihtiyaç duyulan bu bilginin üretilmesi gereken en önemli yapılar da elbette ki akademi. Peki bilim camiası bu görevi yeterince yerine getirebiliyor mu sizce?
Soruya COVID-19 pandemisinin hâlâ sonunun görünmediği bir dönemde ve bir pazar günü evde kapalı iken yanıt veriyor olmak oldukça anlamlı çünkü COVID-19 pandemisiyle iklim krizi arasında bazı paralellikler ve benzerlikler var; dolayısıyla çözümleri için getirilecek yanıtlar açısından da bir ayna tuttuğunu düşünebiliriz. İklim krizinin de COVID-19’un da nedenlerinin ve etkilerinin saptanması ve çözümler geliştirilmesi için sadece kendi dar alanlarıyla sınırlı kalmaması gereken disiplinler arası bilimsel bilgiye ihtiyaç duyuluyor. Bu bilgiyi üretmesi beklenebilecek en güçlü kurum da en geniş anlamıyla akademi. COVID-19 oldukça hızlı ilerleyen ve yayılan bir kriz oldu, değişen ölçülerde de olsa herkesi hızlı bir şekilde etkiledi. Dünya çapında akademi ve akademisyenler de hemen her alanda bilgi üretimi açısından üzerlerine düşeni yapmakta, sağlık bilimlerinden psikolojiye, ekonomiden sosyolojiye, işletme ve yönetimden ekolojiye kadar her alanda hem durum tespiti hem de çözümler ve öneriler geliştirilmesi için büyük bir çaba var. Ancak akademinin üzerine düşeni yapması, kendi başına üretilen bilginin politikalara dönüşmesi veya toplum ve yurttaşlar tarafından kullanılması anlamına gelmiyor. Bir yandan büyük bir bilinmezliğin ortasında olduğumuz için akademinin görevini ne kadar yerine getirebilmiş olduğunu da hâlâ bilemiyoruz. Öte yandan bilimin ve akademinin üretimlerine kuşkuyla bakan ve maalesef sesleri sayılarından daha gür çıkan bir kesim de var. Brezilya devlet başkanı Bolsonaro veya Donald Trump örneklerinde olduğu gibi bazı ülkelerde bu kesimin devletlerin en üst noktalarında bile olduğunu, çeşitli Avrupa Birliği ülkelerinde bile yanlış ve yetersiz uygulamalar sonucu virüsün yayılmasının bir türlü önünün alınamadığını görüyoruz. Türkiye’de ise akademinin üzerinde uzlaştığı önlem önerilerinin dahi “a la carte” veya eşitsiz olarak uygulandığını görebiliyoruz. Virüsten korunma yöntemleri “maske, mesafe, hijyen ve havalandırma” olarak çok basitçe ifade edilebilirken “ekonominin durmaması” adına kapanmalar yarım yamalak uygulanıyor veya yakın temasın önlenmesi adına sivil toplum ya da sanat ve kültür faaliyetleri durdurulurken siyasi parti kongrelerinin kalabalık olarak toplanması, üstelik “salgına rağmen”, diye bizzat Cumhurbaşkanı tarafından övülerek serbest bırakılıyor.
COVID-19 krizini iklim krizinin toplumsal etkileri ve şiddeti açısından daha hafif, ama işleyiş olarak hızlı çekim bir demonstrasyonu olarak görebiliriz. En başta iklim krizinin nedenleri ve çözüm yolları açısından akademi içinde önemli bir konsensüs var; temel nedenler de, başlıca çözümler de çok net ve herkesin anlayabileceği kadar basit olarak ifade edilebiliyor. Ancak fiziksel temelde yakın ve orta gelecekteki etkilerinin küresel ve kıtasal düzeyde ne olacağı farklı senaryolarda oldukça net iken iklimin kaotik yapısı nedeniyle yerel ölçekte çok kesin olarak ortaya konulamıyor. Dolayısıyla yerel düzeyde iklimle doğrudan bağlantılı politika ve yönetim alanlarında (enerji, gıda, sağlık, afet ve kriz yönetimi, doğa koruma ve çevre, kentsel ve bölgesel planlama, ekonomi vb.) hâkim olması gereken anlayış seragazı emisyonlarının hızla azaltılması kadar “bilinmezliği veri olarak kabul etmek”, ihtiyatlı davranarak olası en kötüye hazırlıklı olmak ve dayanıklılığı geliştirmek olmalı. Ancak bu bilinmezlik alanı ve COVID-19 krizinin ilerleme hızına kıyasla suyun “daha yavaş ısınıyor” olması akademinin ürettiği bilginin görmezden gelinmesi, bilimsel çözümlerin “ekonomik gerekçelerle” sürekli ertelenmesi ve ötelenmesi için de bir alan açıyor. Birçok ülke bilimin ve akademinin önerilerine göre yetersiz de olsa iklim krizine dönük önemli adımlar atıp politikalarına geçirirken içlerinde Türkiye’nin de olduğu bir dizi ülke bu önerileri görmezden gelme ve yapılması gerekenleri olabildiğince öteleme peşinde.
Son olarak akademinin görevini yerine getirebilmesi için en başta özgür ve özerk olması, sonra iklim krizi gibi yakıcı sorunların bütün disiplinlerde çalışılmasına dönük teşvik edici ve cesaretlendirici bir ortam olması, en önemlisi de üretilen bilginin değerli ve işe yarayacak olduğunun hissettirilmesi gerekir. Türkiye’de ise tam tersine akademideki zaten sınırlı olan özgürlük ve özerkliğin ve dolayısıyla kurum olarak akademinin kırıma uğratıldığı, iklim krizi ile ilgili farklı disiplinlerden çalışmaların yürütülmesi ve desteklenmesinde çok geç kalındığı ve üretilen bilginin yönetimler tarafından dikkate alınmadığı bir ortam mevcut. Üretilen tezlerin ve yayınların kapsamı oldukça sınırlı ve iklim kriziyle ilgili özellikle sosyal ve beşeri bilimler alanında çalışılmamış çok konu var. Maalesef iklim krizinin etkilerinin giderek daha yıkıcı olacağı bir ortamda farklı disiplinlerdeki bilgi altyapımızın çok yetersiz olacağını söyleyebiliriz.
Kendi alanınızda dünyada ve Türkiye’de hangi çarpıcı araştırmalar var? Genç araştırmacıların ve konuyla ilgilenenlerin, hangi araştırmacıları, akademisyenleri takip etmesini önerirsiniz?
Öncelikle kendi çalıştığım alanı tanımlamanın oldukça zor olduğunu söylemeliyim. Mühendislik kökeninden gelsem de 2003 yılından bu yana sivil toplum ve sosyal hareketler ile yönetim-organizasyon alanında çalışıyorum ve şu anda Sanat ve Kültür Yönetimi bölümünde görev yapıyorum. Faaliyetlerim sadece akademiyle sınırlı değil; kendimi aslen bir sivil toplum aktivisti olarak tanımlıyorum ve aktivizmi bilgi temeli üzerine kurmaya çalışıyorum. Bu en çok da iklim krizi için geçerli; bu yüzden de kamusal alanda ve kamusal fayda için olabildiğince çok yer almaya çalışıyorum. İklim krizi konusunda ilginin olası etkinin büyüklüğü ve aciliyet durumu ortaya çıktıkça son yıllarda her alanda çok arttığını gözlemlemek tabii ki mümkün. Benim ilişkili olduğum siyaset bilimi, Avrupa Birliği çalışmaları, sosyoloji, kültürel çalışmalar, kültür ve sanat yönetimi ve yönetim-organizasyon alanları için de bu geçerli. Ancak yinelemek gerekirse Türkiye’de akademi de iklim krizini çalışmaya çok geç başladı, dolayısıyla büyük bir boşluk varlığını hâlâ sürdürüyor. Benim akademi içinde birebir karşılaştığım ilgi alanları daha çok sivil toplum ve sosyal hareketlerde iklim krizi söylemleri ve iklim iletişimi, örgüt yönetimlerinde ve özellikle sivil toplum kuruluşlarında, kültür ve sanat kurumlarında iklim kriziyle ilgili çalışmalar, iklim krizine yanıt olabilecek yeni ve yenilikçi dayanışma ve örgütlenme biçimleri ve dayanıklılık geliştirme olarak sıralanabilir.
COVID- 19 krizi vesilesiyle özellikle performans mekanlarının ve tiyatroların kapanması ve destek mekanizmalarının bulunmaması nedeniyle yaşanan güçlükler, iklim krizi sonucu aşırı hava olaylarının getireceği güçlüklerle benzerlik gösteriyor; bu alanda hızlanan arayış ve araştırmaların kültür kurumlarının iklim krizine uyumu açısından da yararlı olacağını söyleyebiliriz. İklim krizi ve araştırmalarla ilgili en başta gelen ve düzenli olarak izlenmesi gereken kurum IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) ancak IPCC’nin de kendisinin derleme yapan ikinci el bir kaynak olduğunu ve raporlarının sonuçta hükümetlerin onayına bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Nature ve Science dergileri ve bağlantılı dergi toplulukları iklim kriziyle ilgili sadece iklim bilim veya doğa bilimleri değil, sosyal bilimler alanından da araştırmalara ve haberlere yer veriyorlar ve sadece akademik makalelere değil, popüler dildeki özetlerine ve değerlendirmelere de erişilebiliyor. Türkiye özelinde Sabancı Üniversitesi’nin İstanbul Politikalar Merkezi’nin ürettiği raporlar ve çalışmalar ile düzenli olarak yaptığı söyleşi ve seminerler takip edilmeli. Bunlar dışında Türkçede bilimsel çalışmalarla ilgili EKOIQ, İklim Haber ya da Yeşil Gazete gibi popüler ortamlarda karşılaşılan haberlerin birincil kaynakları olan makaleler ve raporlara ulaşılması, ayrıntılı incelenmesi ve gerekiyorsa yazarlarıyla bağlantıya geçilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Şu anda bu bağlamda hangi konu veya konular üzerine çalışıyorsunuz? Hangi konularda araştırmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz?
Bu aralar kriz kavramının kendisi üzerine çok düşünüyorum ve iklim krizinin paralel ve ardı sıra gelen diğer krizlerle etkileşimi üzerine okuyorum; buradan sivil toplumu da içerecek şekilde kapsamlı bir çalışma çıkarmaya niyetliyim. Ayrıca kültür ve sanat alanında ekoloji ve iklim krizinin yer alma biçimleri, ekolojik belleğin yitirilmesine karşı kültür ve sanat kurumlarının iklim krizine yanıt olarak yürüttüğü çalışmaları değerlendirmeye çalışıyorum. İklim krizinin üstel olarak artacak etkileri hakkındaki farkındalık, bu etkilere karşı geliştirilecek toplumsal ve yönetimsel dayanıklılık, ekoköyler ve ekolojik yerleşkeler gibi kendine yeterli iradi topluluklar, iklim krizi hakkındaki bilimsel bilginin etkili iletişimi gibi birbirleriyle ilintili çalışılması gereken birçok konu var ve bunlar daha önce düşünülmemiş çok sayıda farklı konu ve alanda yeni düşünme ve değerlendirme biçimlerine de kapı açıyorlar.
Son olarak neler söylemek istersiniz? Özel olarak vurgulamak istediğiniz bir şey var mı?
Akademi sadece kendi kum havuzunda oynamayı tercih edecek olursa işlevini yerine getirmiş olmaz; bu iklim krizi gibi kapsamlı ve yıkıcı bir olgu hakkındaki çalışmalar için özellikle geçerli. Üretilen nitelikli ve eleştirel bilgi toplumun yararına sunulamıyorsa ve yönetimler tarafından kullanılmıyorsa var olmamızın da bir anlamı yok. Aynı şekilde akademi yönetimlerin yaptıklarına ve yapmadıklarına bilgi temelli bir eleştiri getiremez hale gelir, eleştirel akademisyenler akademiden veya ülkeden uzaklaştırılır ve kalanlar zaten karar verilmiş politikaları meşrulaştırma rolünü üstlenirse iklim krizinin giderek zorlaştıracağı bir dünyada en çok ihtiyaç duyacağımız kurumlardan birisi de ortadan kalkmış olacaktır.