Yürüyüp yola devam etmekten başka bir çare yok ama nereye. Yapılacak en iyi şey elbette, geride kalanların dertlerini, tasalarını azaltmak. Onlara yardım etmekten öte, kader birliği, dayanışma içinde olduğumuzu göstermek.
Yazı: Barış DOĞRU
Ocak-Şubat sayımızı tamamlamak için harıl harıl çalışırken geldi felaket. Sonrasında aklımız durdu. Konuştuğum, görüştüğüm herkes aynı şeyi söylüyordu: “Aklım yerinde değil”. Nasıl olsun ki! Binlerce yıllık kentler birkaç dakikada neredeyse yok oldu. Resmi rakamların ne yazık ki çok ötesinde bir can kaybımız olduğunu açık bir şekilde biliyoruz. Kayıplarımızın sayısını bile tam bilmiyoruz. Çoğunun bedenine bile ulaşıp, toprağa veremedik.
Kurtulanlar ise açlıktan susuzluğa, barınaksızlıktan soğuğa, kimsesizlikten psikolojik bozukluklara kadar uzanan bir, bir… Gerçekten hiçbir kelime bulamıyorum. Hiçbir kelime karşılamıyor. Hiçbir cümle tarif edemiyor. Bunlara sorun denmez, denemez. Lugatlarımızda olmayan duyguların, dertlerin içine düştük…
Yürüyüp yola devam etmekten başka bir çare yok ama nereye. Yapılacak en iyi şey elbette, geride kalanların dertlerini, tasalarını azaltmak. Onlara yardım etmekten öte, kader birliği, dayanışma içinde olduğumuzu göstermek. Kısa bir süre bulunduğum deprem bölgesinde, ekmek, su ve çadır kadar ihtiyaç duyulan bir şeyin de bir sıcak sohbet, dertleşme, sarılma, paylaşım olduğunu derinden hissettim. Samandağ’daki masada, mis kokulu mandalinaları bizimle paylaşan Semir ve Murat kardeşlerime, sevgili eşleri, çocukları, anneleri ve babalarına çok selamlar. Bir masanın etrafında kalmaya, bir ortak sohbeti büyütmeye niyetli dostlarımıza bir selam…
Ama hepimizin başka sorumlulukları da var. Bir yandan da hayatta kalanların devam edebilmelerini sağlamak için yapacak çok işimiz var. Kimse bu görevin, sorumluluğun birkaç gün veya ayda biteceğini sanmasın. Gidenler çok daha iyi fark ediyor ki, o kocaman bölgede hayatın yeniden kurulması için gidilecek daha çok ama çok yol var. Ancak dediğim gibi başka işlerimiz de var… Bunların başında ise, kurulacak yeni hayat ve kentler üzerine çok daha fazla düşünmek, uğraşmak geliyor.
Şunu kabul edelim ki, dünyada yerinin altı en çürük iki ülkeden biriyiz. Diğeri olan Japonya, onyıllar boyunca geçirdiği korkunç deprem felaketlerinden sonra, bilime ve akla dayalı yöntem, tutum, mevzuat ve anlayışla bu sorundan büyük oranda sıyrıldı. Ancak ne yazık ki bizim altımız gibi üstümüz de çürük. Kabul etmeliyiz ki, akla, bilime, norma dayalı, hukuka ve dolayısıyla yaptırımlara dayalı bir anlayıştan neredeyse tamamen kopmuş durumdayız. Bunu hem yıkımın büyüklüğünde (1999 depremi sonrası yapılan birçok binanın da çökmesi bunun açık bir kanıtı), hem de arama kurtarma çalışmalarındaki sefaletten görebiliyoruz. Dolayısıyla bir yandan yaraları sararken, “halk ve devlet”, “kamu, kamusal alan ve kamusal hayat”; “hak, hukuk ve adalet”, “birey ve toplum”, “kentler ve kültür” gibi uygarlığın temel meseleleri üzerine tekrar ve tekrar düşünmemiz gerekeceğine yürekten inanıyorum. Ancak bu şekilde yaraları sarabilir, deprem riski olan kentleri rehabilite edebilir; yıkılmayacak ve eskisinden daha yaşanabilir, ekolojik kentler inşa edebilir ve hepsinin ötesinde adil ve dirençli, normlara ve hukuka dayalı bir kamusal hayat kurabiliriz…
Zor ama imkansız değil. ekoIQ, bundan sonraki yayın hayatında, bu tartışmalara ve bilgi birikimine katkı sağlamak için elinden geleni yapacak. Sürdürülebilirlik, bundan başka zaten nedir ki…