Biyoçeşitlilik

Alışılmışın Dışında, “Limitlerin İçinde” İş Yapmak

biyoçeşitlilik

Biyoçeşitlilik kaybı ve bunun sonuçları daha görünür oldukça iş dünyasında biyoçeşitliliğin, yalnızca doğa için değil, aynı zamanda operasyonlarının sürdürülebilirliği için de hayati önem taşıdığı yönünde farkındalık artmaya başladı.

YAZI: Global Compact Türkiye

Bilim insanları, ekosistemlerin daha önce görülmemiş oranlarda yok olması nedeniyle insanların dünyayı yaşanabilir sınırların ötesine ittiği konusunda uyarıda bulunuyor. Bunun en çarpıcı kanıtını ise Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri (IPBES) tarafından hazırlanan rapor gözler önüne seriyor. Rapora göre, dünyadaki tüm türlerin dörtte biri artık yok olma tehdidi altında. Karasal alanların %75’i insanlar tarafından önemli ölçüde değiştirildi ve doğallığını kaybetti. Deniz alanlarının %60’ından fazlası yoğun insan etkisi altında ve sulak alanların %85’ini kaybetmiş durumdayız. Türkiye’de tehlike altında olan tür sayısı son 10 yılda dört katına çıkarak 400’e ulaştı.

İnsan Faaliyetleri ve Biyoçeşitlilik Kaybı

Yok olma süreci doğal bir süreç olsa da balıkçılık ve ormancılığın yaygınlaşması, kentleşme, enerji ve su talebinin artması, kirlilik, doğal kaynakların aşırı kullanımı gibi insan faaliyetleri doğal sürecin ötesine geçerek biyoçeşitlilik kaybının hızlanmasına neden oluyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı, yakın zamanda türlerin yok olma oranının insanın bu denli etki etmediği bir zaman dilimine göre 100 kat daha hızlı meydana geldiğini belirtiyor. Biyoçeşitlilik kaybı ve bunun sonuçları daha görünür oldukça iş dünyasında biyoçeşitliliğin, yalnızca doğa için değil, aynı zamanda operasyonlarının sürdürülebilirliği için de hayati önem taşıdığı yönünde farkındalık artmaya başladı. Biyoçeşitlilik üzerindeki etkilerin ve bağımlılıkların iyi yönetilememesi, bir şirketin rekabet gücünü ve kârlılığını etkileyebilecek ve uzun vadeli operasyonlarını tehdit edebilecek çok çeşitli risklere yol açıyor. Bunlar operasyonel, yasal, finansal risklerin yanı sıra itibar riskleri olabilir. Hattaşirketler ekosistem yönetimi konusunda hesap verebilir olmadıkları takdirde yasal yükümlülüklerle karşı karşıya kalabilir. Tüm şirketler temel hammaddeleri için doğrudan veya dolaylı olarak güçlü biyoçeşitliliğe ihtiyaç duyuyor: Moda endüstrisi kumaş için pamuğa, ilaç şirketleri bitkilerde bulunan organizmalara, inşaat endüstrisi ağaçlardan elde edilen ahşaba, gıda endüstrisi meyve ve sebzelerin üretimi için arılara ihtiyaç duyuyor. Biyoçeşitlilik azaldıkça, hammaddelerin bulunabilirliği tehdit altına giriyor ve bu durum hammadde maliyetlerini yükseltiyor. Yanı sıra doğal alanların tahribatı, sel veya toprak kaymaları gibi afetlerin sıklığını ve şiddetini artırıyor. Bu durum ise tedarik zinciri risklerini fazlalaştırarak operasyonları olumsuz etkileyebiliyor.

Biyoçeşitliliğin Etkin Yönetimi

Tüm bu risklerle birlikte biyoçeşitliliğin etkin yönetimi şirketlere yeni fırsatlar da sunuyor. Zira biyoçeşitlilik, alışılmış iş modellerinin dışına çıkan, yenilikçi ürün ve hizmetlerin kaynağı olabilir. Doğal çevre ile uyumlu ve çevre dostu çözümlerin, tüketicilerin ve yatırımcıların ilgisini çekiyor ve bu sayede şirketler rekabet avantajı kazanmaya başlıyor. Kaynaklarını daha verimli yönettikçe, riskleri azalttıkça ve daha iyi ürün ve hizmetler sundukça şirketler, sürdürülebilir iş sonuçları üreterek daha rekabetçi ve kârlı olabiliyor.

Şirketler için Ortak Adımlar

Her şirket biyoçeşitlilik üzerindeki etkisine ve bağımlılığına göre farklı stratejiler uygulamalıdır. Bu yönde gerçek bir ilerleme kaydetmek isteyen şirketler için UN Global Compact, “Kurumsal Eylem için Çerçeve: Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri” raporunda şirketlerin atmaları gereken ortak adımları şu şekilde tanımlıyor:

  • Şirketin bağımlılıklarının yanı sıra biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetleri üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkileri belirlemek.
  • Ekosistem üzerindeki olumsuz etkileri önlemek, en aza indirmek ve telafi etmek için mekanizmaları belirlemek. Bu yaklaşımın tedarik zinciri boyunca benimsenmesini teşvik etmek. Biyoçeşitliliğin korunmasına yönelik gereklilikleri tedarik planlarına entegre etmek ve tedarikçilere destek sağlamak.
  • Doğal kaynaklara bağımlı yerel toplulukların geçim kaynaklarını koruyarak onları karar alma süreçlerine dahil etmek. Stratejinin geliştirilmesi ve uygulanması aşamalarında yerel topluluklar ve yerel yönetimler gibi ilgili paydaşların katılımını sağlamak. Daha fazla etki elde etmek için diğer kuruluşlarla (şirketler, sivil toplum kuruluşları, akademi vb.) işbirlikleri geliştirmek.
  • Biyoçeşitlilik yönetiminin iş faaliyetlerine daha iyi entegre edilmesi için elverişli bir ortam yaratacak kamu politikalarının şekillendirilmesine katkıda bulunmak.
  • Net pozitif etki elde etmeye veya biyoçeşitlilikte net kayıp olmamasına odaklanan hedefler belirlemek.
  • İlgili biyoçeşitlilik ve ekosistem performans göstergelerini kullanarak biyoçeşitlilik etkilerini izlemek, değerlendirmek ve raporlamak.
Bilimi Temel Alan Yaklaşım

Bu noktada hedeflerin yalnızca belirlenmesi değil, bunların bilime dayalı, ölçülebilir, hayata geçirilebilir ve zamana bağlı hedefler olması önem taşıyor. Şirketlerin hedef belirleme ve raporlama süreçlerini bilimi temel alan bir yaklaşımla yürütebilmelerinde şirketlere destek olmak amacıyla Bilime Dayalı Hedefler Ağı (Science Based Targets Network- SBTN) hayata geçirildi. Bilim Temelli Hedefler Girişimi’nin (SBTi) ivmesi üzerine inşa edilen SBTN, dünyanın önde gelen şirketlerinin ve şehirlerinin 2025 yılına kadar su, toprak, okyanus ve biyoçeşitlilik alanlarında bilime dayalı hedefleri benimsemiş ve iklim için harekete geçmiş olmalarını hedefliyor.

SBTN, geçtiğimiz Mayıs ayında Doğa için Bilim Temelli Hedefler’in ilk sürümünü açıkladı. Açıklanan bu ilk doğa hedefleri, şirketlerin tatlı su kalitesi ve tatlı su miktarı üzerindeki etkilerini iyileştirmelerine ve karasal ekosistemleri korumalarına ve restore etmelerine yardımcı olmayı hedefliyor. Bu yıl pilot aşamasına dahil olan şirketler ilk hedeflerini açıklamak üzere çalışırken 2024 yılında hedefler, tüm şirketlerin taahhüdüne açılacak.

Türkiye’de Bilim Temelli Hedefler İnisiyatifi’ne katılarak karbon emisyon azaltım taahhüdü veren şirket sayısı her geçen gün artarken Doğa Hedefleri konusunda nasıl bir yaklaşım sergileneceğini önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Türkiye’nin zengin doğal kaynaklara sahip olan ancak bu kaynakları büyük oranda risk altında olan bir ülke olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda şirketlerimizin bu riskleri doğru yönetmesi ve sorumluluk alması önem taşıyor. 2024 yılında Türkiye’nin ev sahipliği yapacağı BM Biyoçeşitlilik Sözleşmesi 16. Taraflar Konferansı* (COP16), hem ülkemizin ulusal ölçekte atacağı adımların hem de iş dünyasının konuyu ne kadar sahiplendiğinin ortaya konması açısından özel bir önem taşıyacak.

* Önemli not: Derginin hazırlanma sürecinde Türkiye, 2024 yılında Türkiye’de yapılması öngörülen Birleşmiş Milletler (BM) Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 16. Taraflar Konferansı’na (COP16) ev sahipliği yapamayacağını bildirdi. Hükümet, konferans başkanlığından çekilme kararına gerekçe olarak Şubat 2023’te meydana gelen ve ülkenin birçok ilinde büyük can ve mal kaybına yol açan depremleri gösterdi.

About Post Author