#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
2 turkiye iklim degisikligi kongresi haziranda

Allan Savory ile Bereketli Topraklar Üstünde

Dünyada çölleşme son sürat devam ediyor. 17 Haziran ise her yıl Dünya Çölleşme ile Mücadele Günü olarak ilan edilmiş durumda. Allan Savory ise neredeyse kırk yılını çölleşmeye çare bulmaya adamış. Savory de önce birçoğumuzun yaptığı ve yapacağı gibi doğayla mücadeleye kalkışmış. Yanıldığını anlayınca çözümü de doğanın içinde bulmuş. Kimi konularda eleştiri alsa da, Savory’nin yaklaşımını dikkatle dinlemekte fayda var…

Binnaz Kirmanlı PİKE

Çölleşme ve kuraklık günümüzde yaklaşık 4 milyar hektar ala­nı ve 110 ülkede yaşayan 1,2 milyar nüfusu doğrudan tehdit ediyor. Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun son verilerine göre dünyadaki orman varlığı yılda yaklaşık 7.3 milyon hektar aza­lıyor. Gene de içiniz kararmasın. Yaşamının 40 yılını sürdürülebilir bir doğa adına çalışmalar yapmaya adamış Allan Savory’nin çölleşme­yi durdurmak ve hatta bunun da ötesine geçerek çölleşen arazileri verimli topraklar haline getirmek için yaptığı buluş ve uygulamalar umut vaat ediyor. Savory, dünyanın farklı yerlerindeki çalışmalarının meyvelerini çoktan almaya başladı bile. Bu yılın Şubat ayında TED Konferansı’na konuk olan Allan Savory, çölleşmeyle mücadelede na­sıl doğadan ilham aldığını anlatıyor. 17 Haziran Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü vesilesiyle, çorak alanların yeşermesinin basit ve eski bir yöntemle nasıl hayata geçtiğini anlamak için Savory’nin TED 2013 Konferansı’nda yaptığı iddialı konuşmasına kulak vermek şart.

“Üzerimize çöreklenen müthiş bir fırtına söz konusu. Bu büyük fırtına acı bir gerçeği de gözler önüne seriyor. Bizler bu gerçekle yüzleşir­ken, teknolojiyle olan sorunlarımızı çözeceğimize dair inancımızı da yitirmiyoruz. Giderek artan dünya nüfusu yakın bir gelecekte 10 mil­yara ulaşacak. Hiç kuşkusuz, nüfus artışı, toprağın çöle dönüşmesini ve iklim değişikliğini de beraberinde getiriyor. Bu sorunu yalnızca fosil yakıtlar yerine teknolojiyi devreye sokarak çözebiliriz. Aslında iklim değişikliğinin tek sorumlusu fosil yakıtlar değil. Çölleşme, çöle dönüşen toprağı tanımlamanın kibarcasıdır; Bu durum da, çorak arazi miktarının artmasının sonucu.
Yeryüzünde yıl boyunca yağış al­ması kesin olan bölgeler bulunu­yor. Öyle ki bu bölgelerde çoraklık neredeyse imkânsız. Yeterli yağış nedeniyle doğa bu bölgelerde kendi­ni toparlayabilme yeteneğine sahip. Ancak aylarca süren yağışa rağmen kuraklık çeken bölgeler de var. İşte çölleşme buralarda meydana geliyor. Uzaydan baktığımızda, dünyanın üçte ikisinin çölleşmekte olduğunu görebiliyoruz. Suyun ve karbonun yazgısı, topraktaki organik madde­ye bağlı olduğundan, toprağa zarar verirsek, topraktaki karbonu kaçı­rırsak, karbon atmosfere geri dönü­yor. Çölleşmenin yalnızca dünyanın kurak ya da yarı kurak bölgelerin­de gerçekleştiğine ve yağış miktarı yüksek olan otlaklarda görülmedi­ğine dair yanlış bir kanı var. Ancak o otlaklara değil de onların dibine bakarsanız, toprağın çoğunlukla çıp­lak ve bir alg kabuğuyla kaplı oldu­ğunu hemen fark edersiniz. Bu da yağmurun emilmemesi ve daha çok toprak üstünde kalarak buharlaşma­sı anlamına gelir.

Sürüler Olmayınca Çölleşme Başlıyor
Çölleşmeye karşı savaşırken, Afrika’da 40 bin filin öldürülmesi gibi radikal bir karar aldım ve uygu­lattım. Bu benim hayatımdaki en bü­yük yanılgıydı. Durum eskisinden de kötü oldu. Bu utanç beni çözüm bul­mak için daha da kamçıladı. ABD’ye geldiğimde ise büyük bir şaşkınlık yaşadım. Ülkedeki ulusal parklar da aynı sorunu yaşıyordu. Çölleşmenin küresel bir tehdit olduğunu işte o zaman fark ettim. O dönemde bilim insanları, arazi kuraklığının doğal olduğunu iddia ediyor, çölleşmenin nedenini de bilinmeyen süreçlere bağlıyorlardı. Çölleşmeye çiftlik hay­vanlarının neden olduğuna inanıyor­lardı. Bir zamanlar dünyanın düz ol­duğuna inanırken nasıl yanılıyorsak bu konuda da yanılıyorduk. Çünkü ABD’nin batısının tamamında, sığır­ların uzaklaştırıldığı her yerde çölleş­menin daha da arttığını gördüm.
Çölleşme bugüne kadar birçok uy­garlığı yok etti. Örneğin, bir metreka­relik toprağı çorak hale getirdiğinizi düşünün. Şafak vakti daha soğuk, öğle saatlerinde ise çok sıcak olaca­ğını fark edeceksiniz. Aslında yaptığı­mız, toprağın mikroklimasını değiş­tirmekten başka bir şey değil. Çorak topraklar dünyadaki tüm arazilerin neredeyse yarısı. Bu miktar arttıkça mikroklima da buna paralel olarak değişiyor. Aslında çölleşmenin miladı bundan on bin yıl öncesine dayanı­yor. Ancak son yıllarda, bu değişimin hızı ne yazık ki arttı.
Dünyanın mevsimsel yağış alan böl­geleri, toprak, bitki örtüsü ve otla­nan sürülerle birlikte gelişti. O sü­rüler de, çete halinde avlanan vahşi yırtıcılarla birlikte bu sistemin bir parçası. Esasen onların avcı çetelere karşı ana savunması sürü oluştur­mak. Çünkü ne denli kalabalık olur­larsa o denli güvendeler. Bu sürüler yedikleri bitkilerin üzerine dışkılar­ken, bir yandan da hareket etmek zorundalar. İşte bu hareket hali, aşırı otlanmayı önleyen bir durum. Üstelik yürürken çiğneyip geçmeleri­nin de, toprağa ayrı bir faydası var: O da yürüdükleri yüzeyin tamamen gübreyle kaplanması.
Otlaklar biyolojik olarak çürümez­se oksidasyona geçer. Bu aslında oldukça yavaş bir süreç. Çorak top­rağı ve otlakları öldüren şey karbo­nun serbest kalması. Bunu önlemek için, normalde otları yakardık. Ancak yangın da toprağın çıplak kalmasına ve karbon salımına neden oluyor. Örneğin, bir hektarlık çayırı yak­mak, altı bin arabanın ürettiğinden daha fazla kirlilik yaratır. Afrika’da her yıl bir milyar hektarın üzerinde arazi yakılıyor. Bilim insanları ise bu yangınları onaylıyor. Çünkü böylece, ölü bitkiler temizleniyor ve yeniden yetişebiliyor.
Tek seçeneğimiz var, o da düşünül­meyeni yapmak. Çözüm, hep kötüle­diğimiz, sürü halinde yayılan çiftlik hayvanlarını eski sürülerin yerine kullanarak, yani doğayı taklit ederek mümkün. Kurumuş bir toprakta do­laşan sığır sürüleri sayesinde çayırlar dışkı, sidik, saman örtüsü vb. ile kap­lanabilir ve bu da toprağın yağmuru emmesi ve tutması demek. Toprağa zarar verecek yangınlar çıkarmadan da başarı mümkün.
Yüzyıllık bir geçmişi olan modern sulama yöntemimiz de çölleşmeyi hızlandırdı. Bu gerçekle Afrika’da yüzleştik, ABD’de ise adeta sağlama­sını yaptık.

Karbonu Çayırlarda Saklamak
İnsanlık, tarih boyunca, doğanın kar­maşıklığıyla hiçbir zaman bugün ol­duğu kadar karşı karşıya kalmamıştı. Tekerleği yeniden icat etmemek için, yapılan başka çalışmalara baktı­ğımda, ihtiyaçları karşılayacak bazı planlama teknikleri bulunduğunu gördüm. Doğanın tüm karmaşıklığı­na, toplumsal, ekonomik ve çevresel karmaşıklığa bir yanıt olarak buldu­ğum ve “Bütüncül Otlak Yönetimi” (Holistic Management) diye adlandır­dığım şey işte tam da bu.
Bugün artık Afrika köylerinde genç kadınlar, hayvanların nasıl büyük sürüler haline getirilebileceğini öğ­retiyorlar. Doğayı taklit eden bir otlanma şeklini, geceleri hayvanları nerede tutacaklarını, sürüleri yırtı­cı dostu kılarak nasıl süreceklerini biliyorlar. Tarlalarda ürün miktarın­da da büyük artışlar var. Örneğin Zimbabwe’de bu yöntemi uyguladı­ğımız arazilerde büyük başarı elde ettik. Dünyanın birçok yerinde eroz­yona uğramış topraklarda da verimli sonuçlar aldık.
Kaderimizi belirleyen dünya arazile­rinin çoğu, -buna sadece hayvancılık yapılabilen en çetin bölgeler de da­hil- toprağın yüzde 95’ini kullanıyor. Bu yüzden küresel ölçekte yaptıkla­rımız, iklim değişikliğine fosil yakıt­larla aynı ölçüde, hatta belki onlar­dan daha bile fazla etki ediyor. Daha da kötüsü, bu durum açlığa, yoksul­luğa, şiddete ve savaşa neden oluyor.
Böyle devam edersek, fosil yakıtları kullanmasak bile, iklim değişikliğin­den geri dönüş şansını kaybedece­ğiz. Biz aslında bu değişimi yarat­maya başladık. Sadece örnek olması amacıyla, beş kıtada, onbeş milyon hektar arazide ve ne yaptığını bilen insanlarla birlikte, hesaplayabilece­ğimizin çok üzerinde karbonu depo­ladık bile. Bu yöntemi uygulamaya devam edersek atmosferden yeterin­ce karbon çekip binlerce yıl boyunca güvenli bir şekilde çayırlarda depola­yabiliriz. Bunu dünya çayırlarının sa­dece yarısında uygulayabilmek bile, bizi endüstri öncesi döneme götü­rebilir. Üstelik aynı anda insanların da karnı doyar. Dünyamız, çocukla­rımız, torunlarımız ve bütün insanlık için, bundan daha büyük bir umut beslenebilir mi sizce?”

Bütüncül Otlak Yönetimi
Savory Enstitüsü, 2012’nin en etkili çevreci örgütlerinden biri olarak anıldı. Enstitü, otlakların sürdürülebilirliğini sağlamak için, mevcut tarım uygulamalarına doğrudan cephe aldı ve otlaklar üzerinde hayvanlarla insanların işbirliğine dayanan Bütüncül Otlak Yönetimi (Holistic Grassland Management) adlı bir sistemi hayata geçirdi. Sistem aslında çok basit. Temelde ekolojik yenilenme, ekonomik tutarlılık ve dünya üzerindeki otlakların sosyal planlaması gibi üç önemli dayanağı var. Sistemle otlaklar büyük sürüler kullanılarak doğal döngülerini devam ettirebiliyor.

Allan Savory Kimdir?
Hayatını çölleşmeyle mücadeleye adamış Savory, Güney Afrika, Rodezya doğumlu. Kariyerine araştırmacı biyolog olarak başlayan Savory, bugün Zimbabwe olan Güney Rodezya’da yaşadığı yıllar boyunca, çiftçilik, toprak sahipliği, politikacılık ve uluslararası danışmanlık yaptı. 1960’larda, artan yoksulluğun neden olduğu problemler üzerinde çalışırken otlak alanlardaki ekosistemin bozulması ve çölleşmesiyle ilgili çarpıcı bir buluşa da imza attı. Bu buluşun hemen ardından da, sürdürülebilirlik çözümleri geliştirmek için dört kıtada birden, çok fazla sayıda paydaşla birlikte, özkaynaklarla ilgili yönetim danışmanlığına el attı. Savory, arazi kaybını engelleyen ilk çalışmalarının meyvesini para kazanarak aldı ama her zaman tekrarladığı söz, başarısızlıklarının da en az başarıları kadar etkileyici olduğu. Nihayet, 80’lerin ortalarında, Allan Savory için, çalıştığı konuya dair eksik bazı kilit parçalar da yerine oturdu. O zamandan beri de, onun “bütüncül yönetim” diye adlandırdığı yöntem bilimini izleyen doğal hayat yöneticileri, sayısız toprak ve çiftlik hayvanı üzerinde tutarlı sonuçlara ulaşıyorlar. Zimbabwe’deki iç savaş sırasında, milletvekilliği ve muhalefet partisi liderliği yapan Savory, 1979’da hükümet karşıtı tutumu yüzünden ülkesinden sürüldü. Bunun üzerine Amerika’ya iltica etti. Orada karısı Jody Butterfield ile, kâr amacı gütmeyen, “Uluslararası Bütüncül Yönetim Örgütü”nün temellerini attı. 2003’te dünya çapında çevre için en fazla çalışma yapan kişi olarak, Uluslararası Banksia Ödülü’ne layık görüldü. Bütüncül Yönetim’in Afrika Merkezi ise dünyanın en tehditkâr problemlerini çözmeye uğraşan örgüt olarak, 2010 Buckminster Fuller Ödülü’nü kazandı. Savory halen kendi adıyla kurduğu enstitünün başkanı.

EkoIQ Editör