Avrupa Birliği’nin “Türkiye’de Sivil Toplumun Geliştirilmesi Hibe Programı” kapsamında desteklenen ve Temiz Enerji Vakfı’nın (TEMEV) yürütücülüğünde ve Küresel Denge Derneği (KDD) ortaklığında gerçekleştirilen “Yerelden Ulusala İklim Ağı” projesinin önemli çıktılarını, Küresel Denge Derneği Başkanı Dr. Nuran Talu ile konuştuk.
YAZI: Barış DOĞRU
“Yerelden Ulusala İklim Ağı” projeniz ve sonuçları hakkında bize biraz bilgi verir misiniz? Proje kapsamında hazırladığınız “Büyükşehir Belediyeleri İklim Envanteri” gerçekten etkileyici bir çalışma. Çok iyi bir kaynak oluşturacak bundan sonraki çalışmalar için. Biraz bu çalışmadan da bahsedebilir misiniz?
İklim değişikliğinin küresel bir sorun olması yol gösterici çalışmaların uzun süre uluslararası kapsamda ve ulusal/merkezi düzeylerde ele alınmasını gerekli kıldı, ancak geldiğimiz noktada hepimiz bu alanda yerel otoritelerin ve özellikle belediyelerin sorumluluğunun giderek ağırlaştığını görüyoruz. Onlar uygulamanın içinde olduklarından özellikle ön safhada mücadele etmek durumundalar.
Bu çalışma ile 30 büyükşehrin iklim değişikliği ile mücadelede bir çerçeve çizip, mevcut hizmetlerinin ve gelecek planlamalarının tabir yerindeyse röntgenini çektik. Bilgileri toplama yöntemi olarak büyükşehir belediyeleri için farklı sektörel ve tematik alanları içeren ayrıntılı anket soru setleri hazırladık. CBS tabanlı çevrimiçi bir bilgi toplama sistemi kurduk. Belediyelerin iklim değişikliği ile mücadele konularındaki bilgilerini interaktif olarak konum bazlı elde ettik ve toplanan bilgilerin tüm paydaşların erişimi için iklim envanteri başlıklı bir web sitesinde paylaştık.
Envanter çalışmasıyla temelde, büyükşehir belediyelerinin mevcut çalışmaları kapsamında hangi sektörlerdeki politikalarının ve uygulamalarının iklim değişikliği ile mücadeleye hizmet ettiği, kesiştiği ve ve/veya bütünleştiğini tespit etmeyi amaçladık. Envanter, yerel paydaşların yaşadıkları kentin ana organı olan büyükşehir belediyelerinin iklimdeğişikliği ile ilgili hizmetleri hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlamak ve büyükşehir ile ortak çalışma alanlarına işaret etmek açısından da önemli olabilir. Böylece yerelde çok paydaşlı bir çalışma dinamiğine de destek olacaktır diye düşünüyorum.
30 büyükşehir belediyesinin henüz iklim değişikliği ile mücadeleye karşı bir iklim eylem planı yok ancak hepsi belediyelerin bütçelerinin temelini oluşturan Stratejik Plan ve yıllık Performans Programlarında ayrıntılı olarak yer vermiş durumdalar. Bu planlarda bir dizi hedef kentlerinde/illerinde çeşitli sektörlerin faaliyetlerinden kaynaklanan seragazı emisyonlarının azaltılmasına ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamak amacıyla bu şehirlerin iklime dayanıklılığının artırılmasına cevap veriyor aslında. Meselenin stratejik ve bütüncül yaklaşılarak çözülmesine tohum atılmış anlaşılan.
Büyükşehir İklim Envanteri bir yandan da belediyelerin iklim değişikliği ile mücadele alanındaki kısıtlarını da ortaya çıkardı. Bu kısıtlardan biri genelde belediyelerin iklim değişikliği ile ilgili birimleri (İklim Değişikliği ve Sıfır Atkı Daire Başkanlıkları, Çevre Koruma ve Kontrol Dairesi Başkanlıkları, İklim Değişikliği Şube Müdürlükleri) ile diğer iç birimler (Ulaşım, İmar, Tarım, Kırsal Hizmetler Daire Başkanlıkları, Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlükleri gibi) arasında sürekliliği olan bir işbirliği ve koordinasyon ortamının varlığından söz etmek için henüz erken olduğudur.
Yine iklim değişikliği birimlerde sınırlı sayıda, mesleki çeşitliliği az ve teknik yetkinliği görece zayıf uzman personel olduğunu gözlemledik. Bu nedenle, büyükşehir belediyeleri iklim projelerini daha çok danışmanlık hizmeti alarak yürütüyorlar. Belediyelerin hizmetlerine bakıldığında iklim değişikliği ile mücadelede daha çok seragazı emisyonu azaltım politikalarına cevap veren faaliyetlerinin önde olduğunu, iklim değişikliğinin etkilerine uyum hizmetlerinin yeterli sayıda olmadığını ve azaltım uygulamalarıyla eş değerlendirmeler yapılarak ele alınmadığını görüyoruz. Belediyelerin uygulamada uyum-azaltım sinerjisini de dikkate almaları için kapasitelerinin artması da gerekiyor aynı zamanda.
Envanterde özellikle su ve kanalizasyon idarelerinin, belediyelerin iklim mücadelesinde hem seragazı emisyonlarının azaltımı hem de afet risk yönetimi açısından vazgeçilmez kurumlar olduğu ortaya çıktı. Katı atık ve atıksu yönetiminde bir yandan fosil yakıt odaklı olmayan iklime dayanıklı geridönüşüm uygulamaları, diğer yandan iklime dayanıksız kritik alanlarda su, kanalizasyon ve yağmur suyu altyapısının güçlendirilmesi hizmetlerini öne çıkarmaya özen gösterdik. Büyükşehirler iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle kentlerde afet boyutuna gelen sellere, taşkınlara karşı yaşanan sorunlara yerinde ve öncelikle müdahale etme kabiliyetine sahipler, bu durum onları doğrudan sorumlu yapıyor ve tüm planlama süreçlerinde bu alanda halka verdikleri hizmetleri gözden geçirmeleri gerektiğini gösteriyor. Yasa da bunu söylüyor zaten. Ancak bunun için yönetsel kapasite, insan ve finansman kaynağı ihtiyacı büyük.
Bir başka sıkıntı, mevcut büyükşehirler iklim eylem planlarında sosyal kalkınma stratejilerinin ve eylemlerinin yer almaması. İllerde yaşayan çeşitli toplum kesimlerinin; yoksullar, engelliler, dış mekânda çalışan işçiler, mevsimlik tarım işçileri vb. iklim tehlikelerine karşı dayanıklılıklarının ve uyum ihtiyaçlarının dikkate alınmadığını görüyoruz. Yerel iklim eylem planları ekonomik sektörler ve doğa korumaya odaklanmış durumda. Bu planlarda sosyal kalkınma boyutu tamamen eksik diyebiliriz. Sosyal politikaları ve beraberinde gelen sorunları iklim mücadelesinde ele almazsak en çok etkilenecek ve dezavantajlı kesimlerin sesini kim duyuracak, belediyeler bu insanlara bu alanda nasıl hizmet edecek?
Bunun için başta savunmasız kesimler olmak üzere, toplumun çeşitli gruplarının (kadınlar, gençler, çocuklar, yaşlılar, etnik kökenliler, göçmenler vb.) iklim mücadelesi çalışmalarında temsil edilmelerine ve sorunlarını/çözümlerini onların dile getirmelerine zemin oluşturmalıyız. Belki o zaman afetler vuku bulmadan risk yönetimine odaklı uygulamalarla tehlikelere karşı bilimsel ve yönetsel olarak gardımızı daha hızlı alabiliriz. Bu temel soruna hem envanter hem de rehber çalışmasında dikkat çektik. Tabii bazı istisnalar var, örneğin İstanbul İklim Eylem Planı’nda bu beklentilerimizin yer aldığını görüyoruz.
Buradan bakıldığında, bazı büyükşehirlerin iklim değişikliği alanında diğerlerine göre daha fazla yol katetmiş olmaları fırsata dönüştürülebilir. Bu şehirlerin diğerlerine öncülük etmeleri ve diğerleriyle işbirliği zeminleri oluşturmaları mücadelenin hızını artırır. Nitekim bazıları şimdiden tarım sektörü gibi dertli sektörlerin iklime dayanıklılığı için kırsal hizmetlerin ifasında ortak hareket etmeye başladılar, tarım ve gıda sektöründe değer zinciri oluşturuyorlar illeri için.
Bu durumun yaygınlaşarak devam etmesi yerel stratejilerin kapsayıcılığı ve uygulamaların hızı açısından çok önemli. Zaten bu çalışmanın amaçlarından biri de buydu. 30 büyükşehir belediyesinin iklim değişikliği ile mücadele alanında, çeşitli sektörel alanlarda yürüttükleri hizmetlerden karşılıklı haberdar olmalarını sağlamak, dolayısıyla kazanılan deneyimlerin, benzer ya da ortak sorun alanlarının çözümüne yürümek için aralarında uzmanlık ve bilgi paylaşımına elverecek tipolojik bir çerçeve çizmek lazımdı. Önemli bir gelişme olarak büyükşehir belediyelerinin iklim değişikliği ile mücadelede çeşitli sektörel alanlarda (ulaşım, tarım, sulama vb.) e-belediye uygulamaları, dijitalleşme ve yazılım projeleri kapsamında yenilikçi hizmetleri giderek artırdıklarına şahit olduk, envanterde bu uygulamalara geniş yer verdik.
Hepsinde enerji dönüşümüne odaklı anlamlı ilerlemeler var, yenilenebilir enerji hizmet alanlarında ve yatırımlarında hangi alanlarda (insan, finansman kaynağı, mevzuat engelleri, veri kısıtları vb.) kısıtları olduklarının resmi çıktı ortaya. İştirakleri, enerji üreten şirketleri varsa yenilenebilir enerji uygulamaları daha çok yayılıyor, aksi halde mevzuat gereği kendi hizmet alanlarında yenilenebilir enerjiyi üretebiliyorlar. Aslında envanter, büyükşehir belediyelerinin, ülkenin enerji dönüşümünde tetikleyici bir role sahip olduklarını iyice açığa çıkardı. 30’u da yetki alanlarında iş binaları, katı atık ve atıksu tesisleri, sosyal tesisleri, sokak aydınlatmaları, okullar, hastaneler, stadyumlar, otobüs duraklarına kadar pek çok yerde küçük/orta ölçeklerde de olsa yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişe hazırız diyorlar ve merkezi otoriteye de bu kaynakları birlikte üretmeye hazırız mesajı veriyorlar. Böylece belediyelerin kendi politikalarını oluşturacakları yenilikçi politikalar ve örnek uygulamalarla ulusal politikaların da güçlenmesine destek olacaklarını da görüyoruz.
Karbon kredileriyle gelir sağlayan büyükşehir belediyelerinin sayılarının çoğalması açısından bakıldığında, belediyelerin mevcut/planlanan karbon azaltım faaliyetlerini fiyatlandırmak, gelir sağlamak, kredilendirmek ve ilgili sertifikasyon süreçlerine dahil olmakla ilgili kapasitelerinin geliştirilmesine ihtiyaç olduğunu ayrıca tespit ettik. Büyükşehir belediyelerinin iklim eylem planlaması süreçlerinde bir başka temel sorun veri çıkmazı. Hem seragazı emisyon azaltımı hem de etkilere uyum çalışmalarında özellikle geleceğe dair somut hedefleri belirlemek açısından zor bir durum. Çünkü iklim değişikliği etkilenebilirlik ve risk analizleri güncel, istatistiki ve güvenilir verilere ihtiyaç duyuyor, aksi halde iklim eylem planları jenerik ve tavsiye nitelikli tedbirler demeti olarak kalıyor. Bu durum hemen her sektörde uzun süre bilimsel ve akademik araştırmalara ve güvenilir veri bankalarına, portallara -mevcutları değerlendirerek tabii- ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
Büyükşehir belediyeleri il düzeyinde iklim değişikliğinin etkilerinin ve gelecek için zamansal değişimlerin nedenolduğu/olacağı iklim tehlikelerini (aşırı hava olayları, kuraklık, seller, hortumlar, deniz kabarmaları vd.) iklim modelleri ile uzun vadeli olarak tahmin etmeleri lazım, veri olmadan olmaz.
Belediye başkanlarının iklim eylem planlamalarını oy aldıkları insanların yaşam ortamlarında ortaya çıkacak riskleri bilerek, verilerle hesaplayarak yapması lazım. Hem kentsel hem kırsal alanlarda ilçelerde ve mahallelerde ‘iklim risklerinin mekânsallaştırılması’ gerekiyor.
Bu durumda büyükşehirlerin iklim eylem planlaması süreçlerinde ilçe belediyelerinin ihtiyaçlarının ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum ve dayanıklılık politikalarının birlikte oluşturulması, dolayısıyla ilçeler düzeyinde planlanan ve uygulanan hizmetlerin büyükşehrin çalışmalarıyla bütünleştirilmesi lazım.
Yine “İklim Değişikliğini Yerelleştirmek / Paydaşlar için Bir Çerçeve” çalışması da gerçekten etkileyici. Sizinle bir araya geldiğimizde çok sık konuştuğumuz ve sizin her zaman altını çizdiğiniz, iklim krizini yerel bir sorun ve mücadele alanı haline getirebilmek için çok önemli kaynaklar bunlar. Bu konuda genel düşüncelerinizi aktarmanızı istesem…
Yerel iklim eylemi yerel iklim eylem planlarından ibaret değil. Bunlar sadece yol gösterici planlama araçları, üstelik hazırlanmalarından ve uygulamalarından sadece belediyelerin sorumlu oldukları zannediliyor.
Mevcut durumda, yerel düzeyde iklim eylem planlaması süreçlerine dair ülkemizde hazırlanan rehberler genelde belediyelere yol gösteriyor, dolayısıyla diğer yerel paydaşların beklentilerini karşılamıyor. Biz “İklim Değişikliğini Yerelleştirmek/Paydaşlar İçin Bir Çerçeve” dokümanını bu boşluğu kapatmak için hazırladık. Çalışmada yer alan bilgiler ışığında tüm yerel paydaşların yaşadıkları kentlerde iklim değişikliği ile mücadele alanında çalışma konularının belirginleşeceğini, iklim risklerini yönetme kapasitelerinin güçleneceğini, politikalardan beklentilerinin su yüzüne çıkacağını ve böylece uygulanabilir planlama kararları için yerel yöneticilere destek olacaklarını bekliyoruz.
Çalışmamızı, yerel paydaşların farklı kesimleri temsil ettiği öngörüsü ile geniş bir yelpazeyi dikkate alarak, yerel iklim eyleminde ortak anlayış, bilinç ve bilgi düzeyine hitap edebilecek bir çerçeveye oturttuk. Dolayısıyla yerel paydaşların hangi temel konularda birbirleriyle iletişim ihtiyacı duyduklarına ya da duymaları gerektiğine işaret ettik. Örneğin belediyeler ve sivil toplum oluşumlarının işbirliği gibi. İletişim paydaş konsültasyonu için önkoşul. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı için 2020’de hazırladığın “İklim Değişikliği Ulusal İletişim Stratejisi ve Eylem Planı”ndaki senin ifaden bu. İklim değişikliğinin kısa, orta ve uzun vadeye yayılan ve çeşitli kurumlar ve toplumsal kesimler (yaşa ve cinsiyete özel hedef gruplar, kadınlar çocuklar ve gençler ebeveynler, çiftçiler KOBİ’ler, hassas gruplar ve diğer) üzerindeki farklı etkilerini, bu alandaki bilgileri, tartışılan konuları ve uygulamaları aynı anda birçok disiplini bir araya getirerek konuşmanın zorluğuna ve yaratacağı sorunlara değinerek bu alandaki iletişim faaliyetlerine planlı bir stratejiyle yaklaşılması ihtiyacını önemle vurgulamıştın o dönem.
Aklın yolu bir. Biz de bu çalışmada iklim değişikliği ile mücadelenin yerelleştirilmesinde paydaşların motivasyonunun güçlendirilmesi, katılımcı, kapsayıcı ve saydam bakış açılarıyla oluşturulacak konsültasyon ve işbirliği zeminlerinin önemini vurguladık. İklim adaletini, eşitliği, hakkaniyeti ve adil dönüşümü anlatan yol gösterici bilgileri titizlikle derledik, yorumlarımızı kattık. İklim krizinin çözümünde vizyonumuzu güçlendiren anahtar alanlar bunlar.
Çok kademeli yönetişim anlayışını yerelde-ulusal düzeyde de tabii- iklim değişikliği ile mücadele eylemine içselleştirmemiz gerekiyor. Bu çalışmada temel vurgu bu. Çerçeve’yi her bireyin/paydaşın bugün ve gelecekte iklim değişikliği ile mücadelede sadece il ve ilçe düzeyi değil, mahalleler buluşsun diye çizdik. Çoklu paydaş vurgusu ve dürtüsünün önemini vurguladık burada. Bu zeminlerde sürekliliği ve işlevselliği olan etkileşimi nasıl tesis edeceğiz? Özellikle bu soruyu sorgulayarak hazırladık bu dokümanı.
Projenin temelde bir sivil toplum destek projesi olması doğal olarak önce mevcut gönüllü oluşumların yereldeki sorumluluklarına ağırlık vermemizi gerektirdi. Örneğin kent konseylerine gözümüzü dikmemiz de ondan. Belediyelerin kentin tüm paydaşlarıyla buluşma aracı bu konseyler. Kent konseylerinin kadın, çocuk ve gençlik meclislerinin daha aktif hale gelmelerini, iklim değişikliği konularında halkın bilincini, bilgisini artırmaya öncülük etmelerini ve kentlerde örnek projelere imza atmalarını istiyoruz. Toplumun farklı kesimlerini (gençler, kadınlar, engelliler, yoksullar, işsizler, sendikalar, vb.) temsil eden paydaşların karar verici aktörlerden olarak iklim değişikliği mücadele politikalarının üretimine ve eylemlerine dahil edilmesi ihtiyacının iyi anlaşılması lazım.
“Toplum” söylemiyle vatandaşları tek bir grup olarak kabul etmek, her kesimin sorunlarını ve ihtiyaçlarını ortaklaştırıp, tek bir kefede çözmeye çalışmak son derece yanlış. Çünkü iklim krizinin orantısız etkileri var. Toplumu demografik, sosyoekonomik gelişmişlik durumlarına göre ve en çok da refah adaleti ölçülerine göre farklı farklı ele almazsak, gözlemlemezsek, hepsine aynı çözümleri sunarsak sınıfta kalırız. Ve o zaman aşağıdakilerle yukarıdakiler arasındaki makas daha da açılır ve sürer gider bu iklim siyasetinde. Yeni katılımcı yapılanmalar kurmadan önce mevcutlarda zihniyet dönüşümü için çaba sarfetmeliyiz. Aksi halde ağlar, platformlar, komisyonlar, kurullar vb. enflasyonu olacak, üstelik iklim mücadelesi ile ilgili bir fikri olan bilgi sahibi olmadan işlere soyunacak. Bu tehlikeli bir durum, yeni birçok projede de işaretleri var bu sıkıntının. Birbirimize esaslı sorular sormalı ve cevaplarını sağlıklı vermeliyiz ki, bu meşakkatli yolda aydınlanarak yürüyebilelim.
Sivil toplum oluşumlarının iklim çalışmalarında hizmet alanı nedir? Biz STK’lar özellikle yerelde, kırsalda, kentte mevcut iklim politikalarında ve uygulamalarında topyekün bir duruş sergileyebilir miyiz? Ülkemizin içinde bulunduğu bu konjonktürde kısa vadede hangi paydaşlarla yerelde daha yakın işbirliği kurmalıyız ki hızlı çözümler elde edebilelim; sadece birbirimizle, belediyelerle, akademi camiasıyla, sermaye sahiplerinin oluşturdukları çatı oluşumlarla ya da hepsiyle mi bir arada? Üst otorite tarafından sürekli vurgulanan sıfır atık ile iklim değişikliği arasındaki dar, uzak ve hatta yanıltıcı bağa ve bu zihniyetin yerelde kurumsallaşmalarına karşı hiç mi itirazımız yok? Görmüyor muyuz, mesele çöp meselesini çoktan aştı, bugün artık kalkınma paradigmalarındaki ve adalet ve eşitlik anlayışımızdaki çarpıklıklar konuşuluyor. Böyle tepeden inme arzularla iklim eylem planlarımıza bütüncül bakış kazandıramayız diyemiyor muyuz? Üstelik adil dönüşüm tam da sivil toplum kuruluşlarının hareket alanı değil mi? Sevindirici olan ülkemizin birçok yöresinde iklim değişikliğinden ve tehlikelerinden haberdar olan kesimler giderek çoğalıyor, taksi şöförü, tarladaki çiftçi, pazar çantasını dolduramayan kadın… Ancak bununla beraber donanımlı sivil örgütlenmelerle ters giden politikalara ve uygulamalara karşı hesap sorma gücümüzü vakit kaybetmeden artırmalıyız, aksi halde sadece farkındalığımız artar ama kent sellerinde boğulmaya, kuraklıktan kavrulmaya devam ederiz diye düşünüyorum ben.
Özetle, 2,5 yılı aşkın bir sürede birçok çevrimiçi ve yüz-yüze toplantılar ve eğitimlerle, masabaşı çalışmalarımızla yerel paydaşlar arasında çeşitli sektörel ve tematik alanlar için oluşturulacak diyalog ve dayanışma ortamlarının yerel iklim eylemi süreçlerindeki görev payını enine boyuna değerlendirdik. Bu mücadelede gönüllü işbirliği ağları oluşturmanın işlevselliğine özel dikkat çektik.
Proje sürecinde başta sivil toplum oluşumları olmak üzere çeşitli fırsatlarla iletişim kurduğumuz diğer yerel paydaşları dijital bir çatı altında buluşturan Yerel İklim Ağı Platformunu oluşturduk, güncel durumda Platforma 50’ye yakın üye bulunuyor.
Geçtiğimiz ay Mısır’da İklim Değişikliği 27. Taraflar Konferansı (COP27) gerçekleştirildi. Yerelde iklim eylemi ya da iklim eyleminin yerelleştirilmesi bağlamında, COP27’de yeni bir adım ya da ilerleme gördünüz mü? Genel olarak müzakereleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yıllardır COP’larda çalışmış biri olarak gözlemlediğim ve alışılagelmiş olan, gelişmiş ülkelerin iklim krizinde sorumluluk almaktan kaçınmaları, bunu hepimiz biliyoruz. Dün, bugün ve yarın da bu böyle gidecek, düzenin değişmesi için masaya konan yeşil yemeklerin hazmı zor onlar için. Bu ülkeler temelde iklim krizinin ve neden olduğu ekolojik ve ekonomik krizleri kendilerinin yaratığı gerçeğine karşılar, fakir ülkelerin iklim afetleri nedeniyle uğradıkları kayıp ve zararların kendileri tarafından tazmin edilmesine karşılar, daha da önemlisi meselenin hak, adalet ve eşitlik boyutunu anlamaya da karşılar.
Ama devran dönüyor… İklim değişikliği görünür oldukça dünyanın bilinç ve endişe seviyesinin arttığını COP27’de daha net gördük. Örneğin Kuzeyli ülkelerin, Güney’in kayıp ve zararlarına olan tazminat borçlarının azaltılmasına dair yeni kararlar alındı bu konferansta, gecikmiş ama anlamlı bir karar bu, belki de iklim adaletine yaklaşıyoruz mesajıdır diye bardağın dolu tarafına bakmak istiyorum.
İklim tehlikelerinden, felaketlerden haksız yere en çok etkilenen savunmasız grupları gerçekten önemsiyorsak birçok etkeni dikkate alarak yürümeliyiz. Sadece afetler vuku bulduğunda sosyal hizmet vermek, yaralarınızı sarmaya geldik demekle olmuyor bu işler. Ülkeler iklime uyum politikalarını sosyal kalkınma politikaları ile karşılaştırmak durumundalar, iklim mücadelesinde gerçekten samimi iseler ve çoklu fayda sağlamak istiyorlarsa vatandaşlarının refahı için hak ve menfaat temelli yaklaşıma ve fırsat eşitliğine odaklanmalılar. Uygulamalarını iklim değişikliğinin toplum katmanları üzerindeki orantısız etkilerini dikkate alarak ve toplumsal cinsiyet eşitliği tarafından bakıldığında da nüfusun oransal denkliğini görerek yapmak durumundalar.
Eklemek, vurgulamak istedikleriniz…
Küresel Denge Derneği geçen yüzyılın 90’lı yıllarından bu yana çevre ve iklim değişikliği ile ilgili politika belirleme süreçlerine dahil ve müdahil. Son dönemlerde çalışmalarımızı iklim mücadelesinde sivil alanı güçlendirecek alternatif politika alanları ve bu politikaların yerel düzeyde uygulanma pratiklerine yoğunlaştırdık. Biz iklim değişikliği ile mücadeleyi hepimizin dünyayı anlama biçimimize, gündelik hayatımıza ve politik bakış açımıza taşımak için çabalıyoruz. Bu projenin çıktıları da bu yaklaşımları yansıtıyor.
Projemizin anafikri aslında, “Ankara Gecikiyor, Yerelden Ulusala Bir An Önce Ayağa Kalkmalıyız”. Umuyorum ki, bu ve benzeri emeklerle merkezi otorite samimiyeti sorgulanacak jenerik vaatlerden bir an önce uzaklaşır ve yerelin sesine kulak verir.
Bu çalışmaya küçük, dinamik ve gençler ağırlıklı bir ekip olarak emek verdik, tüm katkı koyanlara, büyükşehir belediyelerinin uzman ve yetkililerine ve bu yolda bizimle yürüyen paydaşlarımıza teşekkürü borç biliriz.