#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Antroposen Çağında Sürdürülebilir Tüketim: Engeller ve Çözüm Önerileri

Doç. Dr. Ahu ERGEN, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi
[email protected]

Dünya üzerinde 689 milyon insan, günlük 1.9 doların altında gelire sahip. Her yıl 1.3 milyar ton yiyecek ise çöpe gidiyor. Bu yıl, 22 Ağustos Dünya Limit Aşım Günü’ydü. Yani, insanlığın doğa üzerindeki yıllık talebinin, dünyanın bir yılda sağlayabileceği kapasiteyi aştığı gün. Hürriyet gazetesinin 16 Aralık 2020 tarihli haberine göre, yeryüzündeki tüm plastik, tuğla, beton ve diğer insan yapımı nesneler, ilk kez gezegendeki bitki ve hayvanların ağırlığını aşmak üzere. İnsan yapımı nesnelerin tahmini ağırlığı bir teratona (1 trilyon ton) ulaştı. Yeryüzündeki her insan, her hafta kendi vücut ağırlığı kadar nesne üretiyor. Bu rakamlar, insanın dünya üzerindeki etkisini göstermek amacıyla İsrail’deki Weizmann Bilim Enstitüsü’nden bir ekip tarafından hesaplandı. İnsanlığın dünyaya olan etkisinin en üst seviyede olduğu, yeni bir jeolojik dönemdeyiz. Bu çağın adı ise Antroposen (İnsan Çağı).

Hepimizin bir şekilde parçası olduğumuz, son yüzyıldaki ekonomik büyümenin, bugün tüm canlıların yaşamını tehdit ettiği artık bir gerçek. Diğer yandan gezegenin geleceğini tehlikeye atan ekonomik büyüme modelinin sürdürülebilir kalkınmaya doğru evrilmesi için 80’li yıllardan beri çaba sarf ediliyor. Sürdürülebilir kalkınma, çağımızın önemli bir kavramı. Sadece ekonomik büyüme değil, bununla birlikte sosyal ve çevresel gelişme, yani gelecek nesillerin kaynaklarını ve yaşamlarını tehlikeye atmayacak bir kalkınma hedefleniyor. Bu noktada, Birleşmiş Milletler (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA) yol gösterici rol oynuyor. 17 SKA içinde, yoksulluğa son, açlığa son, toplumsal cinsiyet eşitliği,iklim değişikliği, biyoçeşitlilik, sağlık ve kaliteli yaşam, temiz su ve sanitasyon, erişilebilir ve temiz enerji gibi başlıklar var. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarından 12’ncisi ise sorumlu üretim ve tüketim.

BM tahminlerine göre bugün olduğu gibi üretip tüketirsek ve 2050 yılında dünya nüfusunun 9.6 milyara ulaşması halinde, neredeyse üç gezegenlik doğal kaynağa ihtiyacımız olacak. Belki esas sorun da bu cümlede gizli. Yaşam
tarzımızdan ödün vermemek için gezegeni bir doğal kaynak üreticisi, bir fabrika gibi görmek… Onun tıpkı bizler gibi canlılardan oluştuğunu unutmak… Limnoloji Profesörü Meryem Beklioğlu, antroposen çağında olduğumuz için belki 100 bin yılda olacak tür kayıplarının artık neredeyse 10 yıl gibi kısa sürelerde gerçekleştiğini söylüyor.

Bugün mevcut kapitalist düzenin devamı için, “ekonomilerin, şirketlerin büyümesi, kâr elde edebilmeleri için üretmek ve tüketmekten vazgeçilemez” anlayışı hakim. İnsanlık elbette mevcut sistemle birlikte sağlık, beslenme, temiz suya erişim gibi pek çok alanda ilerleme kaydetti. Ne var ki “ne pahasına” diye baktığımızda sonuç ortada. Gelir adaletsizliğindeki artış ve gezegenin doğal kaynaklarının hor kullanımı pahasına bu ilerlemeler gerçekleşti. Diğer yandan, dünya nüfusunun büyük bir kısmı ise halen kendi temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyecek düzeyde düşük tüketime sahiptir. O halde şirketlerin, devletlerin ve biz bireylerin, yani tüm paydaşların sürdürülebilir kalkınmada rolü çok büyük. Sürdürülebilir tüketime geri dönecek olursak, gezegen üzerinde biz bireylerin tüketim davranışlarının ve tercih ettiğimiz yaşam tarzlarının etkisi tahmin edilenden de fazladır.

Sürdürülebilir Tüketim Ne Anlama Geliyor?

Sürdürülebilir tüketmek, sadece yeşil ürünler satın almak anlamına gelmiyor. Çok daha fazlasını kapsıyor. Atığımızı ve israfı azaltmak, düşünerek satın almak yani sürdürülebilir seçeneği tercih etmek, plastik kullanmamak, daha az et tüketmek, alışveriş için bez çantamızı yanımızda taşımak, organik ve yerel ürünler satın almak, geridönüşüm ve yeniden kullanım yapmak, enerji tasarruflu cihazlar satın almak, duşumuzu kısa tutmak, yakın yerlere giderken araç kullanmak yerine yürümek, gereksiz yere su ve elektrik harcamamak gibi daha pek çok sorumlu davranışı içeriyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ise sürdürülebilir tüketimi “temel ihtiyaçları karşılayan ürünlerin kullanımını ve daha iyi yaşam kalitesini sağlarken, doğal kaynakların ve zehirli malzemelerin kullanımını minimize eden, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını tehlikeye atmayan tüketimdir” şeklinde tanımlıyor.

Bizi Neler Engelliyor?

Bugün üzerinde çokça araştırma yapılan ve aslında çoğumuzun belki de farkında olduğu ve aşmaya çalıştığı bir problem var. Sürdürülebilir davranma konusundaki tutum-davranış boşluğu meselesi. Yani, istekli olsak, farkında olsak ve niyetimiz olsa da bunu sürdürülebilir davranışa dönüştürememek. Ya da yeterince dönüştürememek. Araştırmalara göre, insanları sürdürülebilir davranıştan alıkoyan pek çok faktör var. Bunları şöyle sıralamak mümkün: Yeşil ürüne erişimin zor olması ya da pahalı olması, yeşil davranışların çoğu zaman fedakarlık gerektirmesi, zahmetli olduğuna yönelik inanç, alışkanlıkların kolay değişmeyişi, algılanan bireysel faydanın düşük
olması, çevre sorunlarının algılanan ciddiyetinin düşük olması (“o kadar da değil canım, İstanbul’a kuraklık mı gelecekmiş?”), sürdürülebilirlik hakkında bilgi sahibi olmamak, bazı yeşil ürünlerin fonksiyonelliğine dair sorunlar (iyi temizlemeyen bazı organik deterjanlar gibi), atadan kalma bazı eğilimlerimiz ve yeşil gösterme. Yeşil gösterme, gerçekten yeşil uygulamalar için çaba sarf etmek yerine, yeşil olmanın iletişimini yapmaya daha fazla zaman ve para harcayan kurumlara atıfta bulunularak kullanılan bir kavram.

Bunların yanı sıra, popüler kültürün ya da farklı değerlerin, psikolojik unsurların etkisiyle tüketerek mutlu olmak, maddi varlıkları yaşamda başarının sembolü olarak görmek ve doğadan uzaklaşmak da sürdürülebilir davranışın önündeki engeller arasında.

Sürdürülebilir Davranışı Kolaylaştırmak Mümkün mü?

Bahsi geçen engellerin altında yatan nedenleri, farklı gruplar bazında araştırmak ve ortadan kaldırmak için neler yapılabilir? Neler yapılıyor? Sürdürülebilir tüketim üzerine yaptığım araştırmaları kısaca toparladığımda; çözüm için ilk adım engellerin tespitti. Ardından da basitleştirme yolu ile o davranışı yapılabilir kılmak. Örneğin, Danimarka uzun yıllar başkentinde çöp sorunu yaşamış bir ülke. İnsanların çöp atma davranışının nedeni ise şehir merkerinzindeki çöp kutularının farkına varmamaları. Bunun üzerine, yaya trafiğinin fazla olduğu caddelerde, yerlere yeşil renkli ayak izi görselleri yapıştırılarak çöp kutularına yönlenmeleri sağlanmış. Bir başka çözüm yolu ise küçük yaşlardan itibaren doğayla bağı güçlü kurabilmek. Araştırmalar gösteriyor ki, doğayla bağı güçlü olan, biyosferik değerleri yüksek insanlar daha sürdürülebilir davranıyorlar. Bir başka çözüm ise, sürdürülebilir davranışı; bir şeylerden feragat etmek, zorlanmak ya da Taş Devrine dönüş gibi sunmak yerine, “kaliteli ve mutlu yaşama geçiş” şeklinde, bir ödül gibi sunmaktan geçiyor. Bundan 50 yıl önce birine, “Haydi bakalım bugünkü 10 bin adımımızı atmadık. Yürüyüşe gidelim” deseydik, sizce nasıl bir cevap alırdık? Bugün sağlıklı yaşam için bunu yapmanın anlamlı olduğunu öğrendik ama o yıllarda böyle bir bilginin iletişimi yapılmadığından, büyük bir zahmet ve anlamsız bir iş olarak algılanabilirdi.

İnsanların eğitim, sosyal sorumluluk kampanyaları, pazarlama iletişimi gibi yollarla sürdürülebilirlik hakkındaki farkındalığını artırmak, kişisel sorumluluklarının altını çizmek, sağlıklı ve iyi yaşama vurgu yapmak faydalı olabilir. Diğer yandan, sürdürülebilir tüketmenin kişisel faydasının ve hedonik boyutlarının vurgulanması da önemli. Yeşil ürünlere güven sorununun önüne geçmek için ise sertifikaların ve logoların ne olduğunu, nasıl verildiğini açık, basit ve şeffaf şekilde anlatmak gerekli. Değerlerimizin de tüketim alışkanlıklarımızı etkilediğini biliyoruz. Egoizm, rekabetçi düşünme ve yüksek tüketim odaklı değerler de sürdürülebilir tüketime

olumsuz etki ediyor. Elbette bu değerlerin oluşumunda çocukluk dönemi, eğitim, aile ve sosyal çevre gibi pek çok etken söz konusu. Biyosferik değerlerin yani insanın doğanın bir parçası olduğuna, ona hükmeden ve ondan daha üstün bir varlık olmadığına yönelik anlayışın çevre dostu davranışla yakın ilişkili olduğuna dair araştırmalar mevcut.

Sürdürülebilirlik Farkındalığının Davranışa Dönüşümünde Eğitimin Rolü

Bireylerin yıllar boyunca oluşmuş değerleri, anlayışları, farkındalıkları ve davranışlarını değiştirmek kolay değil, ama imkansız da değil. Bunun için gerekli olan en önemli araç eğitim. Küçük yaşlardan başlayarak eğitim sisteminin hem içerik hem de metodoloji olarak sürdürülebilirlik anlayışı ve biyosferik değerlere uygun olarak yeniden tasarlanması gerekiyor. Ancak bu şekilde bireyler gezegeni koruyacak davranış değişikliklerini sahiplenebilmek için gerekli farkındalık ve yetkinliği kazanabilir. Sürdürülebilirlik eğitimi birçok ülkede müfredata girmeye başladı. Türkiye’de bu konunun yaygınlaşması için çalışan kurumlardan biri de Yönetici ve Liderler için Uluslararası Eğitim Merkezi CIFAL Istanbul. Birleşmiş Milletler Eğitim ve Araştırma Enstitüsü (UNITAR) ve Bahçeşehir Üniversitesi ortaklığında kurulan bu merkez, öncelikli olarak k12 ve üniversite öğrencileri
olmak üzere sürdürülebilirlik farkındalığı ve anlayışını eğitim içerik ve sistemlerine entegre etmek için projeler ve etkinlikler yapıyor. Elbette burada arzulanan, farkındalığın aşamalı olarak davranışa geçmesi ve bireylerin dünyanın güncel sorunlarını çözmek için gerekli sorumluluk ve yetkinliğe sahip olmaları. Merkez, 18 ülkedeki 20 merkezden biri olarak faaliyetlerini, ulusal ve uluslararası özel sektör, sivil toplum, akademi ve kamu kurumlarını bir araya getirerek geliştirmeyi ve sürdürülebilir kılmayı planlıyor. 2020 yılında sürdürülebilir kalkınma için küresel çalışmaların hızlanması amacıyla BM tarafından ilan edilen Eylem On Yılı pandemi sebebiyle sekteye uğradı. Bu duraksamayı bitirmek ve amaçlar için harekete geçmek 2021’den itibaren birey ve kurumların en önemli önceliği olmalı. Unutmayalım ki hayatlarımızın sürdürülebilirliği için önce gezegenin sürdürülebilirliğini sağlamamız gerekiyor.

Prof. Dr. Ahu Ergen

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi | Sürdürülebilir Tüketim