Aslolan sanırım mücadeleyi hiç bırakmamak… Ama belki de en büyük hatamız, mücadelenin sadece tek bir yolu, yöntemi olduğunu düşünmekte… Sadece kendi yaptıklarımızı, kendi ufkumuzu, gelecek mücadelesinin yegane güzergâhı olarak görmekte… Halbuki hayat sonsuz çeşitliliğe sahip. Sonsuz olasılık, sayısız seçenek ve yol var. Tıpkı doğadaki gibi… Eğer tek seçenek ve yol olsaydı, canların evrimi mutlaka bir yerde tıkanır, bugüne kadar gerçekleşmiş beş büyük yokoluştan birinde pes ederdi. Yeryüzünde milyonlarca yıl besin zincirinin en tepesinde yeralan dinozorlar tarih sahnesinden tamamen çekildiler ama hayat başka yollar bularak akmaya ve gelişmeye devam etmeyi başardı…
İklim değişikliğinin, canlılar tarihinin milyarlarca yıllık serüveninde karşılaşılan en büyük meydan okuma olduğunu sık sık tekrarlıyoruz. Hızı ve kapsamı, on binlerce yıl içinde tedricen gelişen doğal iklim değişiklerinin kat be kat üstünde. Belki bir tek, dinozorları yokoluşa sürükleyen meteorun düşmesiyle karşılaştırılabilir (hem yok oluşu tetikleme hızı ve kapsamı açısından, hem de aynı “insan etkisi” gibi dışsallığından). Ne yazık bu anlamda, insanlık, yeryüzüne düşmüş bir meteora benziyor. Kendisini doğadan kopardıkça ve faaliyetleri, içinden çıktığı doğaya yabancılaştıkça, etkisi, uzayın karanlıklarından aniden süzülüp gelen asteroiti andırmaya başlıyor…
***
Ama bir asteroit ile insan arasında temel bir fark var: Birincisi, evrenin çekim yasaları ile hareket eden bir nesne iken, ikincisi, -evet çok tartışmalı bir nokta bu ama- bir bilince sahip. Yaptıkları, ettikleri üzerine düşünme yeteneği var. Maddi ve manevi yaratımlarına bakınca, insanın yaratıcılığının sadece yıkıcı yanlarını görmek bir parça haksızlık olmaz mı? Peki bu bilinç neden kendi yarattığı sorunun farkında değil ve bunun için harekete geçmiyor? Kolektif bilinci ve eylemi mümkün kılacak aygıt ve duyargalardan neden yoksun? Bu soruların çok farklı yanıtları tabii ki mümkün. Herkes kendi ideolojisine, bakış açısına veya meşrebine göre yanıt verebilir; zaten veriyor da…
Herhalde bütün mesele, insanın gezegene yabancı bir asteroit ruh halinden kurtulup, gezegenin bir parçası olduğunun bilinciyle, kendi bulunduğu yerden ileriye doğru gidecek yollar keşfetmesi. Dünyanın hemen her coğrafyasında kendine bir yaşama yolu bulan karıncalar gibi… Kendi yollarını bulurken, sonsuz dehlizlerde gıdalarını üretir, kendine yeterli yaşam biçimleri geliştirirken, içinde bulunduğu ekosisteme de sonsuz faydalar yaratan karıncalar, hem ateşli sabırları ve inatları, hem de topluluklar halinde davranma becerileri ile önümüzde duruyorlar…
İklim değişikliğinin devasa meydan okumasını, kendi dışımızdaki güçlerin, sözgelimi devletin veya özel şirketlerin mucizevi çözümlerine devretmek, bugün yaptığımız hataların en büyüğü herhalde. Hiçbir inisiyatifi ve getirdikleri, getirebilecekleri çözümleri dışlamayan ama mücadele yollarının bunlarla da sınırlı olmadığını bilen; içinde yer aldığı kurum ve birimleri, birlikte mücadele etme yetisine sahip topluluklar haline getirmek için durmaksızın çalışan ve bunun için hayal gücünü seferber eden bir başka duruş ve bilince ihtiyacımız var sanırım. Toplulukların kolektif emeği ve hayal gücü; varolan çözümleri yenilemek, dönüştürmek ve güçlendirmek için sonsuz bir kaynak. Ve ancak bu kaynak harekete geçtiğinde, gerçekten bir şansımız olacak gibi…