#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“AVM’ye Değil, Ormana Gidilmesi Lazım”

İTÜ Maden Mühendisliği Bölüm ve Anabilim Dalı Başkanı; Benin Cumhuriyeti Fahri Başkonsolosu, Türkiye Gezginler Kulübü Kurucu Başkanı, Sarıay Derneği Başkanı, Vanuatu Cumhuriyeti Fahri Başkonsolos Yardımcısı. Kartvizitinde yazılı bu unvanlara Guinness Türkiye Temsilciliği’ni de ekleyin. Üzerine yaklaşık 35 yıldır verdiği binlerce konferansı, yaptığı televizyon-radyo programlarını, tiyatro ve müzikalleri, yer aldığı dizi ve sinema filmlerini, sigaraya karşı verdiği amansız mücadeleyi de koyun. Karşınıza çıkan tablo Prof. Dr. Orhan Kural’ın sıra dışı hikayesine dair bir fikir verebilir. İTÜ’deki odasında Orhan Kural’la neyi ne için yaptığını ve bekleyen projelerini konuştuk.
Yazı;Berkan ÖZYER
Fotoğraf: Özgür GÜVENÇ

İsraf, sigara, tüketim, doğa… Bir­çok konuda çok uzun yıllardır çalı­şıyorsunuz. Derneklere başkanlık, iki ülkeye fahri konsolosluk yapı­yorsunuz, hem gezi hem iş sebe­biyle bütün dünyayı dolaştınız. Ne­reden başlayalım ben bilemedim, en iyisi siz söyleyin…
Ben hemen hemen bu işe 35 yı­lımı verdim. Bu süre içinde belki dünya rekoru sayılabilecek şekilde 5000’e yakın konferans verdim. Amacım değişik kitlelere ulaşmak. Bunun için sadece konferansları da değil, olabilecek her imkanı kul­landım, 10 yıldır TV programı var, Bloomberg’de radyo var, müzikal yaptık bu sene. Onunla ilgili güzel bir haber var, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ilgili komisyonundan projemiz geçti, Nisan ayından itiba­ren oynamaya başlayacak. Geçen sene tiyatro yaptım. Hep çevreyi gündeme getirecek şekilde diziler­de, filmlerde oynadım. 6 Mantı dizi­sinde israfı gündeme getirdim, Eski Hikaye adlı dizide matematiğin öne­mini anlatmaya çalıştım. Hatta man­kenlik bile yaptım, orada da mesaj vermeye çalıştım. Her fırsatı değer­lendiriyorum. Türkiye temsilciliğini yaptığım Guinness’i değerlendiri­yorum. 2 Mart’ta Türkiye’ye gelen Suriyelilerle ilgili Kilis’e gittim. Orada da konuşmalarımda çevreyi gündeme getiriyorum. Bu da benim için halka ulaşmak adına bir araç. 5000 konferans aklınıza gelebile­cek her yerde yapıldı, pikniklerden askeri alanlara, camilerden mahalle muhtarlıklarına ve kahvehanelere… Okulları saymıyorum bile, onun binlercesine gittim. Ve gittiğim hiç­bir yerden para almıyorum, onu da söyleyeyim. Ama tabii yol paramı veriyorlar.

Bu konuşmalarda ne anlatıyorsu­nuz peki?
En başta israfı anlatıyorum. Çünkü en büyük problemimiz fazla tüketim ve insanların yetinememesi. Ben de devamlı tüketimle mutlu olmalarını sağlayan sisteme, popüler kültüre karşı çıkıyorum. Bunu teşvik eden insanları eleştiriyorum. İnsanları tüketime alıştırıyorlar. Zaten moda tehlikeli bir kelime, iyi bir şey ol­saydı devamlı değişmezdi. İnsanları yeni şeyler almaya yönlendirmek için devamlı değişiyor. Ben ikinci el giyiniyorum mesela.

Bir gün de israf etmemek moda olur belki…
İnşallah ama o da moda olmasın, kalıcı olsun. Moda “mod” kelimesin­den geliyor, o da en çok tekrarlanan sayı demektir. Anlattıklarım kalıcı olsun, insanlar azla mutlu olsun istiyorum. Mutluluk ufak detaylar­dadır.

Son mücadeleniz de avcılığın ya­saklanmasına yönelik…
Evet, bunu Avcıları Avlama Kulübü’yle yapıyorum. Avcılığın Türkiye’de yasaklanmasını istiyo­rum, bir milletvekiliyle görüşüp kanun teklifi verilmesini bekledim. CHP’den Niğde milletvekili Fethi Gürer ile görüştüm. “Kahraman olun, insanlar bunu duymaya baş­lasın, çıkmasa bile konuşmaya başlayın dedim. Sigara yasasını ilk çıkardığımda üstüme yürüdüler, dövdüler beni. Şimdi herkes ‘Allah razı olsun’ diyor. Benim gibi düşü­nen milyonlarca insan arkanızda olacak” dedim. Bana en son bir mail attı ve yazdıkları hiç yakışmadı. Özet olarak “Sadece Türkiye’den geçmiyorlar ki, zaten göçmen kuş­ları biz avlamasak Rusya’da avlar­lar, onlar avlamadan biz avlayalım” demek istiyor. Bu nasıl bir söylem, “O zaman biri birini öldürecekse biz daha çabuk davranıp öldürelim. Onların yaptığı yanlışı biz de mi ya­palım ve kahraman olalım?” dedim. Bunu Suudi Arabistan, Butan kralı, Palau yasakladı. Dolayısıyla son mü­cadelem bu, avcılığın tamamen ya­saklanması için çalışıyorum. Kaçak avcılık lafını hiç kabul etmiyorum. Hepsinin içinde öldürme dürtüsü var, hepsi öldürmek istiyor. Hiçbiri “Bu zavallı bir anne, yavrusu var, öldürmeyeyim” diye bakmıyor.

Yeni çalışmalarınıza ilham vere­cek, geçmişte başarılı olan girişim­leriniz neler?
Sigara yasasını çıkartan benim. Si­garanın hak olduğunu iddia ediyor­lardı. Bir olay anlatayım. Bir gün Antalya’ya gittim dönüyorum, o zaman otobüslerde sigara içiliyor. Burdur’da mola verdik, tam dönüş­te bir süre sigara içmezler diye dü­şünürken otobüse kim adım attıysa yaktı sigarayı. Ben de kalktım “Has­ta var, çocuk var, nefes alamıyoruz, Allah aşkına içmeyin” dedim. Bir kişi benim tarafımı tutmadı. Ben de bağırdım, attılar beni otobüsten. Ama yasaları çok iyi bilirim, öldüre­cekler beni diye emniyete çektirdim arabayı. Hepsinin ifadesi alınıyor, o zaman bilgisayar da yok. Bir kişinin­ki 25 dakika sürüyor. Vazgeçeyim diye yalvarıyorlar. Sonunda baktım bir saat geçti, üç kişinin ifadesi alın­mış sadece, olacak gibi değil böyle. Komiserin yanına gittim “Bırakın gitsinler ama ben bununla devam edemem, beni başka bir otobüse bindirin” dedim. O günlerden bu­günlere geldik. Tayyip Bey’i ikna etmem de kolay olmadı, çünkü o zamanlar kendisi istese de partinin tabanı istemiyordu. “AKP büyük oy kaybeder, Türkiye’nin yarısı sigara içiyor, kahvelerde problem çıkar” diyorlardı. Ben aynı zamanda ista­tistik hocasıyım, çocuklara anket yaptırdım. Sigara içenlere sigara yasası çıkarsa olacak şeyleri sordu­lar. Sonrada A&G şirketine sonuç­ları yolladım. Gelen sonuçlara göre Türkiye’nin %83’ü kanuna olumlu bakıyor. Tayyip Bey’in önüne so­nuçları koydum, “Adil Gür’e güve­niyor musunuz?” dedim. “Tabii ho­cam, seçimleri en iyi o biliyor” dedi. “O zaman buna da güvenin, bu yasa sizin Türkiye’de yapacağınız en iyi iş olacak” dedim. Oldu da. İzlanda ve İrlanda’dan sonra en kapsamlı kanun o. Ben 234 ülkeye gittim. Hâlâ Japonya’da kapalı alanlarda sigara içiliyor, Viyana’da belli alan­larda izin var.

Bir de israf konusu var tabii, çok önem verdiğiniz.
Bence Türkiye’nin en büyük prob­lemleri popüler kültür ve israf. Bir de tabii profesyonel futbol. Franco 44 yıl sonra giderken “İspanya’yı bunca yıl nasıl yönettiniz” sorusu­na cevaben “Üç tane 100 bin kişilik beşik yaptırdım” dedi, Barcelona, Real Madrid, Atletico Madrid stat­larını diyor. Salazar, Portekiz’i 50 yıl yönetti, “Halkı 3F ile uyuttum” dedi. Gelir gelmez de yaptığı ilk iş dünyanın parasını Benfica’ya ver­mek oldu, onu dünya çapında ku­lüp yaptı, Portekiz halkını futbolla uyuttu. Türkiye’de de aynı sistem var, bunun mücadelesini çok veriyo­rum. Bir de AVM’lere çok karşıyım. Üniversitenin yakınlarında bir tane AVM var, bunca senedir üç kere gittim. İkisi sevgili dostum Nasuh Mahruki’nin sergisi, diğeri de bir test içindi. Üniversitenin laboratu­varındaki cihazları aldım, oksijen testi yaptım. Havada %21 oranında olması gereken oksijen oranı %18,5 çıktı. Çünkü insanlar aptallaşsın, alışveriş yapsın istiyorlar. Sistem yönlendiriyor bunları, bunlarla mü­cadele ediyorum.
Son haber; içinde oturduğum evi Kastamonu Taşköprü Belediyesi’ne adıma sağlık meslek yüksekokulu yapılması için armağan ediyorum. 800 bin lira değerinde satılıyor. Karar çıktı, valilik arazi verdi. Ne­den Taşköprü derseniz; Taşköprü ve Kastamonu İstiklal Savaşı’nda en çok şehit veren ildir, ikincisi Taşköprü beni sevdi. Birkaç defa gittim, çok sıcak bir ilgi gördüm. İstanbul’da okul yaptırsam kim kime dum duma ama Taşköprü benden sonra sahiplenir. Bir de be­nim eski yardımcım Taşköprülü. O da benim ölümümden sonra okula sahip çıkar diye düşündüm. Olabil­diğince azla yaşamaya çalışıyorum. Mühim olan öldükten sonra hatır­lanmanız, doğru işler yapmanız.

Konferansları verdiğiniz süre içe­risinde hitap ettiğiniz kesimlerin algısında bir değişiklik görüyor musunuz?
Şunu söyleyeyim, inan ki gittiğim okullarda öğretmenler “Biz sizi ilkokulda dinledik” diyorlar. Ge­çenlerde Eskişehir’de Kırka Bor İşletmeleri’ne gittim, oradaki orman şefi “Siz bize ilkokulda gelmiştiniz, demiştiniz ki ‘Futbolculara değer veriyorsunuz, düşünün futbolcular­dan biri siz kaza geçirseniz, yerde yatıyor olsanız, yanınıza gelip ilgile­nir mi? İlgilenirse anneniz babanız ilgilenir’ demiştiniz, bu sözü unut­madım. O gün bugün futboldan so­ğudum” dedi. Benim için en büyük mutluluk bu, böyle yüzlercesini duydum, babama sigarayı bıraktır­dım diyenler, fast food yemiyorum diyenler, kola içmeyenler…

Üniversitede verdiğiniz dersler, yer aldığınız çalışmalar nelerdir?
Ben mevcut görevim olan maden mühendisliği bölüm başkanlığıyla hiç yetinmedim. Örneğin matematik mühendisliği bölümünde Olasılık ve İstatistik dersini üstüme aldım, yak­laşık 15 senedir İngilizce ve Türkçe olarak bu dersi veriyorum. Doğru bilgi olmadan yapılacak her türlü hesap yanlıştır ve bilgiye ulaşmak için de istatistiğin temelinde anket vardır. Amaç en az örnekle en doğ­ru sonuca ulaşmaktır. Bu dersle matematik bölümünün yaptırmadı­ğı kadar anket yaptırıyorum. Çev­re, geridönüşüm, mutluluk, sigara yasakları gibi konularda bugüne kadar 15 anket yaptırdım, çoğu da haberlerde yer aldı.
İkinci olarak bütün bölümlerin alması gereken bir saatlik mühen­dislik etiği dersi veriyorum. Bu, ahlaklı, çevreyi koruyan mühendis­ler yetiştirmek için verilen bir ders. İTÜ bölümlerine ABD üniversitele­riyle denklik sağlayan ABET adlı oluşuma başvurduğumuz zaman, bu dersin üniversitede olmasını is­temişlerdi. Felsefe ağırlıklı olmasına rağmen yaklaşık 10 yıl gönüllü ola­rak devam ediyorum. Burada vaka­ları inceliyoruz. Mesela diyoruz ki; bir araba fabrikasında çalışıyorsu­nuz ve üretilen bir parçanın yanlış olduğunu anladınız, ne yaparsınız? Öğrenciler de bu sorunun üzerine raporlar hazırlıyorlar.
Son olarak da, ki bence en önem­lisi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde “Çevre ve Toplum” dersi veriyorum. Buna devamlı dışarıdan güzel işler yapan ko­nuklar çağırıyorum. Öğrenciler bu derste okullara gidiyorlar. İki sene Zeytinburnu’nda, bu senede Şişli’deki okullar seçildi. Bir dö­nem boyunca dört defa bu okullara gidip, onlara verdiğimiz listedeki maddelerin durumunu kontrol edi­yorlar. Örneğin akıtan musluk var mı, bahçelerinde ağaç var mı, çöp­ler toplanıyor mu, depoları hijyenik mi, yemek artıkları ne yapılıyor gibi maddeler bunlar. Belli aralıklarla okulda atılan adımlar denetleni­yor, yarışma yapılıyor, kazananlara ödüller veriliyor. Ayrıca bir siteyi, bir okulu veya bir işyerini esas alıp geridönüşüm durumunu ince­liyorlar, atık yağların, pillerin, kı­yafetlerin nasıl dönüştürüldüğünü araştırıyorlar. Ve bir proje hazırla­yıp bana getiriyorlar. Geçmişte üç sene boyunca öğrencileri hayvan bakım merkezine veya Kocaeli’deki Anel Doğa Entegre Geri Dönüşüm Tesisi’ne götürdüm, öğrenciler ge­ridönüşüm süreçlerini inceleyip ra­porlar hazırladılar.

Mühendislik öğrencilerinin iklim konularına yönelik ilgisine dair gözlemleriniz nasıl?
Şu bir gerçek, bir defa bu konuda en duyarlı olanlar ilkokullar. Daha masumlar, bu konuda daha içtenler. Maalesef yaş ilerledikçe, sisteme ayak uydurdukları için duyarlılıkları azalıyor. Liselerde bozulmaya başla­yıp, üniversitede iyice değişiyorlar. Onun için mühendislik öğrencile­ri bu konuda çok duyarlı değiller. Şunu anlatayım; İTÜ’de yıllar önce bir ekoloji kulübü kurulmuştu. Ben de danışmanları oldum. Onlara ya­rın öbür gün bırakacaklarsa hiç başlamamalarını tavsiye etmiştim. İki ay devam etti, toplantılara bir kişi gelir oldu. Ben de dilekçe ver­dim, kulübü kapattım. 20 bin kişilik koskoca üniversitede 20 öğrenci bulamadım. Diğer kulüpler çok faal ama bir ekoloji kulübü yok. Bu olay genel duruma dair çok fikir veriyor. Zaten çok istekli öğrenciler beni buluyorlar. Ama çok çok düşük bir oran. Binde bir bile değil.

Çevre konularında Türkiye’deki akademik camiayı nasıl değerlen­diriyorsunuz?
Kabuklarından çıkmalarını öneri­yorum. Hiçbir konferansa gitmi­yorlar, halkla buluşmuyorlar. Bunu doğru bulmuyorum. Halkla buluşa­rak, camilerden okullara ulaşarak her fırsatta çevreciliği anlatmaları gerekir.

Pek çok alanda kitaplar kaleme aldınız. Özellikle “Dünya İçin Bir Şey Yap” başlıklı el kitabınız çok biliniyor. Kaç dile çevrilmiş du­rumda son olarak?
Şu ana dek İngilizce, Fransızca İs­panyolca, Arapça, Rusça, Almanca dillerinde yayımlandı. Boğaziçi Üni­versitesi Konfüçyüs Enstitüsü tara­fından Çinceye çevrildi, şu an ba­sımda. Japoncası bitti, ikinci okuma yapılıyor. Portekizcesi Portekiz Bü­yükelçiliği tarafından yapılıyor. On­dan sonra Farsçasını da hazırlayıp bitireceğim. Bu kitaplar satılmıyor, büyükelçiliklere, o ülkelerdeki okul­lara, Türkiye’deki o dilde eğitim ve­ren okullara dağıtılıyor. Çok günlük ve basit bir dille yazılan bu kitap her vatandaşın yapması gereken pratik bilgileri içeriyor. Hiçbiri uy­gulanmayacak şeyler değil. 30 baskı yapıldı, her baskıyı değişen şartlara göre adapte ettim. Yağlardan araba kullanımına, israftan ağaç dikimine, bayat ekmeklerin değerlendirilmesi­ne, izolasyondan okullardaki çevre kollarının neler yapabileceklerine dair pek çok konuda önerilerde bu­lunuyorum.

Halihazırda başka kitap hazırlığı­nız var mı?
Bir tane matematik kitabı hazır­lamıştım ama ikincisini yapmaya­cağım. 15 tane gezi kitabım var, 16’ncısına başlayacağım. Ayrıca çok iyi iki tane kitap projemiz var. Türkiye Gezginler Derneği Ankara temsilcimiz Timur Özkan ile Gezgin Gözüyle İslam Coğrafyası diye bir kitap hazırlıyoruz. Burada bütün İs­lam ülkelerine yer verilecek. İkinci olarak da Unutulmaz Gezi Anıları diye bir kitap hazırladık. Ahu Aysal, Fatih Portakal gibi isimlerin de bu­lunduğu 101 yazarın gezi sırasında başından geçen olaylar bu kitapta yer alacak.

“Her Seferinde Aynı Şey Oluyor”
Kafanızdaki yaşam tarzına uygun bir hayat için insanlar nereden başlamalı?
Mutluluğu ufak detaylarda aramak gerekir. Mutluluğu futbolda, dizilerde değil; belgesellerde, kitaplarda araması lazım. AVM’ye değil, ormana gidilmesi lazım. Hayat stilinin değiştirilmesi lazım, arzu ettiğim birinci şey bu. Tüketim ve tüketirken tükenmek üzerine bir sistem var. Ona karşı mücadele etmek kolay olmuyor. 1,5 saatlik konuşma yapıyorum ama buna mukabil her yerde insanların karşısına reklamlar çıkıyor. Ben hayatım boyunca tabağımda yemek bırakmadım, bırakanlarla da mücadele ettim. Bir şey anlatıp biraz güldüreyim sizi. Konferansa gittiğimde, kaldığım yerlerde kahvaltı oluyor, çoğunlukla açık büfe tabii. Önce uslu uslu bir yere oturuyorum. Adamın biri alıyor tabağını dolduruyor, yarısını bırakıp çıkıyor, koşuyorum peşinden “Beyefendi, beyefendi yememişsiniz” diyorum, “Sana ne aptal mısın, manyak mısın, televizyon şakası mı bu, parasını ödedim, o benim göz zevkim” diyor. “Ama Müslümansın değil mi?” diyorum, “Allah’a şükür” diyor. Ben de “Haram bu, Peygamber efendimiz tabağını sıyırırdı” diyorum. Üstüme yürümeye çalışıyor. Garsonlar koşuyor. Her seferinde aynı şey oluyor. Ben de polis çağırıyorum, “Beni öldürecek” diyorum. Gidiyoruz karakola, orada “Bela mısın sen, işim gücüm var” diyor. Komiserin yanına çıkıyorum, beni de tanıyorlar artık, “Benim ifademi alın ama bunu biraz tutun” diyorum.

EkoIQ Editör