EKOIQ Dış Haberler Editörü Zeynep Heyzen Ateş, 4 Kasım 2014’te Seas at Risk Vakfı’nın Avrupa Parlamentosu’nda düzenlediği “Denizleri Çöplüğe Dönüştürmeyelim” konferansına katıldı. Konferans boyunca ağırlığı hissedilen yeni bir eylem planı, sık sık dile getirildi: Günü kurtaran tedbirler yerine sürdürülebilir çözümlere odaklanmak.
Deniz kirliliğinin önüne geçilmesi için hem politik arenada aktif savaşan, hem de ülkelerin bilinçlendirilmesini hedefleyen projelere destek vererek yerel çözümlerden küresel çözümlere gidilebileceğini savunan Seas at Risk Vakfı, 4 Kasım’da Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda “Denizleri Çöplüğe Dönüştürmeyelim” isimli bir konferans düzenledi. Avrupa Çevre Politikaları İdari Birimi (Directorate-General-DG) Başkanı Karl Falkenberg’in konuşmasıyla açılan konferansa, DG daimi üyelerinden Deniz Kirliliği ve Su Endüstrileri Bölüm Başkanı Joachim D`Eugenio, Plastik Üreticileri Birliği temsilcisi, PlasticsEurope Tüzük Danışmanı Dr. Martin Engelmann, Avrupa Çevre Komisyonu Çevre Sorunlarının Engtegrasyonu ve Değerlendirmesi Komisyon Şefi (IEA) Jock Martin, Amsterdam VU Çevre Araştırmaları Enstitüsü temsilcisi ve CleanSea Projesi Koordinatörü Dr. Heather A. Leslie ve Denizleri Koruma Derneği Başkanı Sam Fanshave gibi konuşmacılar katıldı. Deniz kirliliği ve denizlerin kirlenmesinde plastiğin rolü gibi konuların ele alındığı konferans, sorunların günümüzde geldiği vahim noktayı vurgulaması ve getirdiği yöntem değişikliği önerilerine verilen ağırlık açısından ilginçti.
Çevre kirliliğinin Demokles’in Kılıcı misali her hükümetin, her insanın tepesinde sallandığını hatırlatan bir konuşmacı, eğer hükümetler harekete geçip gerekli yasal önlemleri alma yoluna gitmezse AB Çevre Komisyonu’nun günü kurtarmayı bırakıp, kılıcın düşmesine izin vermesi gerektiğini dahi söyledi: “Çevre politikaları, hiçbir politikacının favori siyasal gündemi değildir; çünkü hem paranın talepleri hem de halkın alışkanlıklarının değişmesi için yaptırımların tatbik edilmesini gerektirir. Haliyle pek çok politikacı, geçici çözümleri benimsemenin ötesine geçmez. Artık bıçak kemiğe dayandı. Bilimin gösterdiği, yıllardır topladığımız ve toplamaya devam ettiğimiz örneklerin, analizlerin, verilerin gösterdiği sonuç bu. Belki bıçağın kemiği kesmesine izin verme zamanı gelmiştir; çünkü son 15 yılda önerilen hiçbir çözüm, kaçınılmaz sonu geciktirmekten ve içten içe durumu daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramadı.”
Yere Hiç Çöp Atar mısınız?
4 Kasım, Seas at Risk’in tarihçesi açısından da önemliydi; çünkü AP’deki bu konferansla vakıf 25’inci yılını da kutluyordu. Belki de bu nedenle iyisiyle kötüsüyle pek çok başlık ve proje tartışıldı; neyin işe yaradığı, hangi tercihlerin uzun vadede beklenen verimi sağlayamadığı dürüstçe konuşuldu. Ancak bütün konferans boyunca ağırlığı hissedilen yeni bir eylem planı, sık sık dile getirildi: Günü kurtaran tedbirler yerine sürdürülebilir çözümlere odaklanmak. Örneğin, temizliğe değil de çöp miktarını azaltmaya yönelik projelere ağırlık verilmesine vurgu yapıldı. Halkı bilinçlendirmenin ötesine geçip, hükümetleri çöp politikaları konusunda yasal yaptırımlar uygulamaya yönlendirmek de bu eylem planının bir parçası. Özetle üzerinde konuşulan konular; tüketimi azaltmak, tek kullanımlık ürünlere yönelik tüketici alışkanlıklarını değiştirecek sivil projelerin yaygınlaşması, sanayide üretim modelini değiştirip geridönüşümü desteklemek oldu. En dikkat çekici uyarıysa “plastik” denildiğinde çok geniş bir ürün yelpazesinin kastedildiğiydi. Hepsi “plastik” olarak anılsa da kimi zararsız kimi ölümcül kimyasalları birbirinden ayırmak ve her biri için farklı önlemler almak gerekiyordu. Konferansa katılan bilim insanlarının üzerine basa basa belirttiği üzere, pet şişede kullanılan plastik ile naylon torbada kullanılan plastik bir değil. Farklı plastik türlerinin doğada çözünme süresi, doğayı zehirlemesi, mikroplastikler, kimyasallar, geri dönüştürülebilir ve dönüştürülemez ürünlerin doğaya verdikleri zararı değerlendirmek gerektiğinde nasıl ki farklı kategorilere giriyorlarsa, yarattıkları sorunların çözümlerine de ayrı yaklaşımlar gerekiyor.
Bir pet şişenin plastik kapağı, tek başına koca bir denizi, okyanusu ne kadar kirletebilir ki, diye sorabilirsiniz kendinize. Kuzey Denizi Vakfı (North Sea Foundation) sponsorluğunda gönüllülerin 31 günlük katılımıyla yapılan bir deney, bu soruyu yanıtlıyor. Gönüllüler bir aylık süreçte turistik olmayan Boskalis sahilinden 3300’den fazla kapak topluyorlar! Bunların bir kısmı, buraya gelenlerin kuma veya denize attıkları çöpler, bir kısmı da başka yerlerde denize atılan ama dalgaların sürükleyip Boskalis sahiline bıraktıkları. Sonuç: 100 metrelik sahil şeridine 160 kapak! Sanatçı Merijn Tinga, “geridönüşüm” başlığı altında bu kapaklardan Avrupa Parlamentosu’nda sergilenen Man- Cap adında bir “sanat eseri” üretse de, her plastik kapağın gönüllüler tarafından toplanıp sanat eserine dönüştürülmesini bekleyemeyiz. 31 günlük bu deney, Kuzey Avrupa sahilleri gibi sınırlı sayıda turistin gittiği görece kontrollü bölgelerde dahi durumun ne kadar kötü olduğunun ispatı.
Bir de Akdeniz gibi milyonlarca insanın faydalandığı kumsallarla süslenmiş sıcak denizleri düşünün… Sıradan bir haziran ayında Antalya kumsallarından kaç adet plastik kapak toplanacağına dair bahse girecek değilim ama 100 metreye 160 kapaktan fazlasını bulacağımıza eminim.
Sayısal tahminimde sosyoekonomik bir cehalet göndermesi veya “elitist” bir tavır bulmayın lütfen. CleanSea adına konuşan Heather Leslie, üniversitenin yürüttüğü bir araştırmanın sonuçlarından bahsetti: Anket yapılmış ve öğrencilere “Yere hiç çöp atar mısınız?” diye sorulmuş. %99’u hayır demiş. Heather Leslie, gülerek araştırmanın ilk aşaması olan anket sonucunu değerlendiriyor: Kimse yere çöp atmıyorsa üniversitenin bahçesindeki, yerlerdeki onca çöp nereden geliyor/du?
Araştırmanın ikinci bölümünün ortaya koyduklarıysa bildiğimiz ama itiraf edemediğimiz gerçekler. Hiçbirimiz evimizdeyken çöpümüzü yere atmıyoruz. Ne var ki sokaktayken kağıt mendili veya bir gofret ambalajını yere atabiliyoruz. Burada bilinçli, eğitimli insanlardan bahsediyorum ama evimizde bir kere bile yere çöp atmazken sokakta, sahilde, hele çöp kutusu kumsalın diğer ucundaysa bir kere dahi olsa çöpümüzü yerde bırakmamız; atıkların idaresi konusunun, bilinçlenmemiş toplumlar daha çok çöp atar gibi genellemelerle açıklanamayacak kadar karmaşık olduğunun ispatı. Öyleyse bizim önerimiz, yere çöp atmak konusunda kırmızı ışıkta geçmek veya emniyet kemeri takmakta olduğu gibi caydırıcı cezai yaptırımlara başvurulması (İzmaritler denizleri kirleten nesneler arasında ilk 10’a giriyor. İzmariti yere/ sahile atmanın cezaya bağlandığı ülkelerde miktarın çok kısa zaman dilimlerinde %70’lere varan oranlarda azaldığı saptanmış).
Ya Mikroplastikler?
Avrupa Parlamentosu Çevre Komisyonu’nun “Denizlerin Kirlenmesi” çerçevesinde ele aldığı ikinci bir asal sorun ise “denizi çöplüğe dönüştürmek”. Plastik atıkları ne yapıyoruz? Karaya gömüyoruz. O bölgelere de çöplük diyoruz. Peki, bu alanlar daraldıkça ne oluyor? Çöpler denize dökülüyor! Okyanuslar nasılsa büyük; zannediyoruz ki ne atarsak atalım dolmaz. Plastiği gömerken toprağı zehirlediğimizi, denize çöp döktüğümüzdeyse bunun çok daha büyük bir besin zincirini hesaplanması güç ölçülerde etkilediğini görmezden geliyoruz. Eğer denize çöplük muamelesi yaparsanız, ne yazık ki o çöp gelip sizin tabağınızda yemek oluyor. “Ben hiç deniz mahsulü yemek yemem” demenin sizi kurtaracağını düşünebilirsiniz belki ama ben olsam buna pek güvenmezdim. İşlenmiş balıkların gübreden hayvan yemine pek çok alanda kullanıldığını, kimyasalların karıştığı su kütlelerinin buharlaşma-yağmur döngüsü içinde karadaki ürünlere geçtiğini aklınızdan çıkarmamalısınız. CEFAS Mikroplastik Programı Sudaki Kimyasalları Gözlemleme Enstitüsü’nden Thomas Maes’in bize verdiği kötü haber bu: Plastik kapakları topluyorsunuz toplamasına ama o plastiklerden suya karışan mikroplastiklerin yayılmasını nasıl engelleyeceksiniz?
CEFAS, Kuzey Denizi’ndeki besin döngüsünü sürekli analiz eden bilimsel bir kuruluş. Lobici veya para peşinde koşan vakıflardan olmadıklarından, Maes’in konuşması sırasında herkesin tüyleri diken diken oluyor. Baltık ve Kuzey denizlerindeki midyeleri uzun süredir test ediyorlarmış; son bir yılda bu midyelerde asla yenilmemelerini gerektiren miktarda mikroplastik bulunmuş. Mikroplastik denildiğinde kastedilen, mikroskopik boyutlardaki petro-kimyasallar ve parçalanmış plastik atıklar. Bu midyeleri yiyen balıklar var; balıklar bu kimyasalları sindiriyor, o balıkları yiyen balıklar da var ve sonunda testlerde yunuslara kadar her tür deniz canlısında az zehirliden çok zehirliye kadar sıralanabilecek mikroplastiklere rastlanıyor. Gözle görülemeyen bir şeyi nasıl temizleyeceksiniz? Balıkların işlenip nelere dönüştürüldüğünü bilseniz, aldığınız bir vitamin hapından yediğiniz sushi’ye kadar nerelerden hayatınıza girdiğini bilseniz, yemek yemeden hayatta kalabilmek için bilimsel araştırmalara başlarsınız! Her plastik aynı değil ve insanlar bir balık yedi mi zehirlenmiyor, sindirim sistemimiz mikroplastikleri atacak kadar güçlü. Ancak “düzenli olarak balık yememenizi tavsiye ederim” diyor bilim insanları. 20 yıl öncesinin “en sağlıklı besin listeleri” düşünüldüğünde ne hazin bir son. İyi haber ise şu: Yapılan deneyler, iki gün sağlıklı beslenen balıkların da mikroplastikleri sindirim sistemlerinden attığını göstermiş, su temizlendiğinde, döngünün kendisini tamir etme becerisi var.
Plastik üreticilerini temsil eden Martin Engelmann ise geridönüşüme sonuna kadar destekte bulunduklarını ve tasarım aşamasında “çöpe” dönüşmeyecek, tekrar tekrar kullanılabilecek ürünlere ağırlık vererek aktif bir şekilde plastik atıkla mücadele ettiklerini açıklıyor. Plastik şişenin plastik kapağı olmazsa kimse plastik kapağı düşürmez/ yere atmaz mantığıyla yola çıkıp bugünkü “evrim geçirmiş” şişeye yapışık plastik kapak modeline ulaşmış ve Avrupalı üreticilerin sanayi üretiminde o kapak tasarımını kullanmaya geçmesini sağlamışlar. Kapağın yere atılmaması neyi çözer, diyebilirsiniz. İnsanlar plastik şişeleri her gün artan oranlarda geridönüşüm kutularına atıyor. Ayrılabilen plastik kapaklar ise başka bir sorun. Burada kilit nokta, daha üretim aşamasında bir sorunu dahi olsun ortadan kaldırmak ve kimsenin bunu küçümsemeye hakkı olduğunu sanmıyorum. Bilimsel veri, zaten Engelmann’ın yeni tasarımının başarı iddiasını destekleyecek nitelikte.
“Her Seferinde Başladığımız Yere Dönüyoruz”
Konferansı sona erdiren ise Kasım ayının başında ilk defa toplanan yeni komisyonun planlarıyla ilgili yorum yapmak için çok erken olduğunu vurgulayan Joachim D`Eugenio’nun sözleri: “Avrupa Birliği ülkeleri, sahilleri temizlemek ve çöplerin toplanması için her yıl ülke başına 5-15 milyar Euro masraf yapıyor. Her seferinde başladığımız yere dönüyor, sonraki yıl yine aynı temizliğe daha büyük paralar döküyoruz. Oysa çöpe giden plastik miktarında %40’lık bir azalma mümkün. Örneğin, pek çok ülkede alışveriş yaptığınızda tek kullanımlık naylon torba istediğiniz takdirde ayrıca 20-50 cent ödüyorsunuz. Bu bile insanları kendi kumaş alışveriş torbalarını yanlarında taşımaya alıştırmaya yetti. Çevre Komisyonu olarak önerimiz, çöp vergisinden arıtma sistemlerinde kullanılan filtrelerle ilgili denetleme ve ceza sistemlerinin geliştirilmesine kadar AB ülkelerinde bağlayıcı olarak kararlar alınması yönünde. Çöpten kurtulmayı değil, çöp miktarını azaltmayı ve geridönüşümü destekleyen üretim modellerine destek verilmesi… Avrupa’nın bu çözümlerin uygulanması aşamasında ülke ülke değil, bir bütün halinde hareket etmesi ise en büyük hedefimiz ve idealimiz.”
Son bir dipnot: Avrupa ülkeleri, uzun süredir naylon poşete son vermek amacıyla ülkeden ülkeye değişen uygulamalara başvuruyor. Hollanda ve Fransa’da naylon poşet için ekstra ücret ödüyorsunuz, Danimarka’da ise “B.O.U.F –Buy Once Use Frequently” (Bir defa al sık sık kullan) prensibi alışverişin vazgeçilmez bir parçası. “Tek kullanımlık ürünlere hayır” Avrupa’da yaygınlaşan, hayran olunası akımlardan ama bu da başka bir yazının konusu olsun.