Bugün dezenformasyon veya mezenformasyon başlığı altında toparlayabileceğimiz devasa bir gölge, dünya iletişim ortamının üzerini kaplamış durumda. Ve iklim krizinden LGBTİ+, kadın ve çocuk haklarına, göçmenler ile ilgili krizlere, sokak hayvanlarının durumuna kadar yaşanan sorunları ve çözümlerini karartmaya yönelik önyargılar, bilim dışı ve karşıtı görüşler, eşitliği ve özgürlüğü değersizleştirmek için bu dijital yolları kullanıyor.
Annemden miras kalmış bir sinema tutkusuyla tek bir televizyon kanalındaki filmleri kaçırmamaya çalışan bir yeniyetmeydim. Kaçırdığım filmi ise bir daha izlemem neredeyse olanaksızdı. Sevdiğim filmlerle ilgili Cumhuriyet gazetesinde çıkan haberleri, tanıtımları kesiyor, bir defterde biriktiriyor, kendime bir sinema arşivi yapmaya çalışıyordum. 80’lerin ikinci yarısında başladım bu mütevazı arşivi tutmaya. Çocukken seyrettiğim bir filmin izini sürüyor ama hiçbir bilgi bulamıyordum. İçinde futbol geçen bir filmdi. Bir toplama kampı vardı. Beni büyülemişti. İsmini “Cehennemde İki Hafta” olarak hatırlıyordum ama filmin izini bir türlü bulamıyordum. Yıllar yıllar sonra, dönemin en önemli sinema yazarı Atilla Dorsay’ın kitaplarında gizi çözdüm. Filmin adı “Cehennemde İki Hafta” değildi; “Cehennemde İki Haftaym” idi. İngilizce “halftime”, yani “yarı devre” Türkçede uzun yıllar “haftaym” olarak kullanılmıştı. Ama ben çocuk zihnimle onu “hafta” yapmıştım. Ve gerçekten de sinema tarihinin önemli Macar yönetmeni Zoltan Fabri’nin efsane filmi “Cehennemde İki Devre” idi. Ancak bu gizemi çözmem, yaklaşık 10 yılı almıştı. Tabii ki filmi de internette bulup bir güzel izlemek de yaklaşık 15 yıl sürdü. İnternete filmin yüklenmesini yıllarca bekledim çünkü…
25-30 yıl süren bu macera bugün sadece bir Google araması uzaklıkta. İnternet ve dijital devrim öncesi doğanlar için büyü gibi bir şey. İnterneti icat edenlere edilen ne çok hayır duası edilmiştir kim bilir.
Elbette sadece bir filmin izini sürmek değil, uzaktan eğitimle meslek edinmek, dünyanın dört bir yanından binbir türlü haberi izlemek; herhangi bir bilimsel bir makaleye erişmek; on binlerce kilometre uzaklıktaki ülkelerden arkadaşlar edinmek; değişik kültürleri öğrenmek; yemek tarifi bulmak; amatör balıkçılık bilgileri edinmek; Çin’den misina almak… Sonsuza uzanan listeler hazırlamak mümkün. Bugün bunları anlatmak bile garip gelebilir yeni kuşaklar için…
Ama bir de Ay’ın karanlık yüzü var imiş. Biz internet öncesi doğan kuşak, sınırsız bilgi akışının daha demokratik bir küresel kültürü kuracağını, daha adil bir dünyanın kapılarını aralamakta sonsuz işe yarayacağını düşünüyorduk. Ama bu sonsuz bilgi akışıyla birlikte, bilinçli veya bilinçsiz yanlış bilginin, bilim karşıtlığının, ipe sapa gelmez komplo teorilerinin, İŞİD terörüne militan toplayan propaganda olanaklarının; barbarlığın, ırkçılığın ve kadın düşmanlığının da fiber optik kablolar üzerinden akacağını doğrusu hiç tahmin etmiyorduk.
Bugün dezenformasyon veya mezenformasyon başlığı altında toparlayabileceğimiz devasa bir gölge, dünya iletişim ortamının üzerini kaplamış durumda. Ve iklim krizinden LGBTİ+, kadın ve çocuk haklarına, göçmenler ile ilgili krizlere, sokak hayvanlarının durumuna kadar yaşanan sorunları ve çözümlerini karartmaya yönelik önyargılar, bilim dışı ve karşıtı görüşler, eşitliği ve özgürlüğü değersizleştirmek için bu dijital yolları kullanıyor. İnsanlığın eşitlik ve özgürlük, doğayla uyumlu bir hayat sürme ve diğer türlerle ortak yaşam pratiklerini kemiren bu salgına karşı harekete geçmek, bugünün en önemli mücadele alanlarından birini oluşturuyor.
Ursula LeGuin, “Bir mum yakan, bir de gölge yaratır” yazmıştı bir öyküsünde… Ve tabii bu gölgenin farkında olmanın, o gölgeyle bir denge kurmanın önemini de böyle büyük yazarlar hatırlatır her zaman…
ekoIQ dergisinin 112. sayısını buradan okuyabilirsiniz!