#ekoIQ İklim “Barbar Turistler”
İklim

“Barbar Turistler”

Yazı: Barış Doğru

Boğaziçi Üniversitesi’nde sosyal antropoloji dersinde, sevgili hocamız Nükhet Sirman, bize yine ters köşe yapmaya hazırlanıyor. Antropoloji biraz böyle bir bakış üzerine kurulmuş zaten. Verili, ezeli ve ebedi kabul ettiklerinin, belirli bir topluma, belirli bir döneme, belirli bir kültüre ait olduğunu yüzüne vuruveriyor. Sosyolojide ve antropolojide normal yok, doğal yok…

Bir belgesel izletiyor sınıfa. İsmi sanırım “Barbar Turistler”. Üzerinden 25 sene geçmiş neredeyse. İsim konusunda emin değilim ama etkisini hiç unutmadım. Bir grup turist, balta girmemiş ormanlarda yaşayan bir insan topluluğunu izlemeye gelmiş. Uzun bir süre “ilkel toplumlar” (primitive societies) hatta bazen “barbarlar” olarak adlandırılan, ancak antropolojiyi derinden sarsan Claude Lévi-Strauss tarafından “Yaban” toplumlar (Savage) olarak isimlendirilmeleri sağlanan bu özel topluluklar, modern Batılılar tarafından büyük bir ilgi görüyor. Ancak belgesel, kimin barbar olup olmadığını tartışmaya açıyor (bu arada Lévi-Strauss’un denemelerini bir araya getirdiği “Hepimiz Yamyamız” kitabını da ısrarla öneririm). Kendi halinde, sınıfsız, sömürüsüz, oldukça eşitlikçi bir yaşam süren bu yaban kabileleri, ilkel, gelişmemiş olarak gören modernlik hali ve onları bir sirk hayvanı gibi izlemeye odaklanmış turizm faaliyetini gerçekten de sorgulamamız gerekli değil mi sizce?

Gelişmeye ve büyümeye odaklı toplumların ana dinamiği neredeyse her zaman, kendisinden farklı ve aşağı gördükleri topluluklar olmuş aslında. Oryantalizm, bunun bir tezahürü. Kendini tanımlamak için, kendisi gibi olmayanları belirli bir klasifikasyona (tabii aşağı bir kategoriye sınıflandırma) tabi tutma, birçok gelişmiş medeniyetin mayasında var. Ve ilk profesyonel gezginlerin de (bunlar ilk turistler olarak da kabul edilebilir belki) çoğunluğu, hayali bir egzotizm kategorisi üzerinden anlatmış dünyanın geri kalanını kendi toplumlarına. Ve bu aynı zamanda bir zihni tahakküm biçimi oluşturmuş.

Ne yazık ki bugün küresel kitle turizminde de bu bakışın derin izleri var. Özellikle 3. dünyadaki tatil köylerinin mimarisine bile baktığınızda bu anlayışı şıp diye görebilirsiniz. Ancak işin daha da kötü tarafı bu durum, sadece sömürgecilik kalıntısı bir bakış ve zihni tahakkümle de sınırlı değil. Bugün turizm etkinlikleri, neden olduğu emisyonlar ve çevresel kirlilikle aynı zamanda iklim krizinin de önemli sorumlularından biri.
Ayrıca bunun sadece azgelişmiş toplumlarda da ilgisi yok aslında. Roma’dan Barcelona’ya kadar birçok kentin sakinleri, turizm ve turistler yüzünden, kendi habitatlarında normal bir hayat süremediklerini dile getiriyor ve “Tourists, Go Home!” (Turistler, Evinize Gidin!) demek zorunda kalıyorlar…

Hiç kuşkusuz ki, her insanın dinlenmeye, tatile, yeni deneyimler edinmeye, yeni kültürler, insanlar ve ekosistemler tanımaya hakkı, hatta ihtiyacı var. Ancak bugünkü bakış ve pratikle, turizm, bunların hiçbirini tam olarak yerine getirmeye yaramıyor. Mutsuz toplumların mutsuz çalışanlarının, yıl boyunca katlanıp -kimi zaman yıllarca ödeyecekleri kredilerle- satın aldıkları bir etkinlik çoğu zaman turizm… Ve dünyadaki daha birçok şeyle birlikte değişmek zorunda. Ve bunun zamanı çoktan geldi, geçiyor…

Bizi sosyal medyada takip etmek için tıklayın: LinkedIn | Instagram | Twitter | Facebook

About Post Author