#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
bees biz

Bees & Biz

İnsanlık daha dünya sahnesine çıkmadan önce var olan arılar, son yıllarda toplu ölüm haberleriyle gündeme geliyor. Tarımda kullanılan kimyasallar, arılara besleme amaçlı verilen mısır şurupları ve iklim değişikliği bu yok oluşun en önemli müsebbiplerinden. Yani kısaca biz… Arı ölümlerinin önüne geçmek amacıyla “Kovanımı İzliyorum” projesini hayata geçiren İstanbul Teknik Üniversitesi’nin çalışması, bu anlamda büyük önem arzediyor…
Bazı sözler vardır, önemi yıllar sonra anlaşılır… Bi­lim insanı Albert Einsteinın şu cümleleri gibi: “Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece dört yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme, bitki, hayvan ve insan olmaz…”
Korkmayın, henüz son dört yıl içinde değiliz.
Ama tehlike çanları çalmaya başla­dı… Dünya çapında, özellikle Kuzey Yarımküre’de giderek artan arı ölüm­leri, hem bilim çevrelerini hem de arı­cılık yapan ülkeleri tedirgin ediyor. 2017’de Türkiye’de düzenlenecek olan Dünya Arıcılar Birliği Kongresi (API­MONDIA) için ön incelemede bulunmak amacıyla İstanbul’a gelen Dünya Arıcılar Birliği Başkanı Gilles Ratia’nın verdiği bilgiye göre, %10 oranındaki arı ölümleri normal kabul ediliyor. Ancak bu rakam, günümüzde %20’lere çıkmış durumda. Hatta kimi ülkelerde bu seviye dahi aşıldı. Son sekiz yılda 10 milyonun üzerinde arı kovanı yok olan ABD’de balarısı ölümle­ri 2013’te %31 seviyesine çıktı. Bu oran, Kanada’da 2013 yılının ilk 9 ayında %28,6 olarak saptanırken, İngiltere’de rekor se­viyede, %34 şeklinde gerçekleşti.

Bakanlık: “Kabul Edilebilir Seviyede”
6 milyon koloni varlığıyla Çin’den sonra dünyada ikinci sırada yer alan Türkiye’de ilk toplu arı ölümleri ise 2007 yılında arı­cılık sektörünün önde gelen şehirlerin­den Hatay’da yaşanmış ve 32 bin koloni yok olmuştu. Ancak ülke genelindeki arı ölümlerini ortaya koyan net istatistiki veriler elimizde yok. Dünya çapında cid­di boyutta toplu ölümlerin gerçekleştiği 2006-2007 yıllarında TEMA Vakfı’nın yaptığı bir araştırmaya göre söz konusu yıllarda iki kış boyunca Adıyaman, Ar­dahan ve Ankara’da %50-60 oranlarına varan arı ölümleri yaşandı. 2007-2008 kışlarında Türkiye genelinde kaybedilen koloni miktarı %50’nin üzerinde gerçek­leşti. Son bir-iki yıldır çeşitli bölgelerden gelen haberler de toplu ölümlerin devam ettiğini ortaya koyuyor. Geçtiğimiz Mart ayında açıklama yapan Osmaniye Arı­cılar Birliği Başkanı Emin Gaffaroğlu, Osmaniye ve Adana‘nın Ceyhan ilçesin­de bazı bölgelerde kovanlardaki arıların %30-40’ının telef olduğunu, toplu ölümler nedeniyle yıllık bal üretiminde %50’ye va­ran kayıp öngördüklerini belirtiyor. Aydın Arı Yetiştiricileri Birliği Başkanı Zeki Altın ise mevsimlik normal ölümün çok ötesinde bir ölüm yaşandığını söyleyerek, bunun müsebbibi olarak tarımsal ilaçları ve sulama birlikleri tarafından kanallarda­ki yosunlaşmayı önlemek için kullanılan kimyasalları gösteriyor.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na göre ise durum sanıldığı kadar vahim de­ğil… Aralık 2013’te CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun verdiği soru önergesini yanıtlayan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, arı ölümleri ile ilgili ihbarın geldiği bölgeler­de yapılan çalışmalarda, ölümlerin ülke ortalamasının, yani %10’un altında ve ka­bul edilebilir sınırlar içinde olduğunu tes­pit ettiklerini açıkladı. Bilim insanlarının Koloni Çöküş Hastalığı (Colony Collapse Disorder-CCD) olarak adlandırdığı koloni yok oluşlarının Türkiye’de görülmediğini söyleyen Eker, Bakanlığın konuyu daha iyi takip etmek amacıyla uzmanlarla bir­likte çalışmalar yürütüldüğünü de dile getirdi.

İklim Değişirken Arılar Ne Yapıyor?
Peki, arı kolonilerinin ani yok oluşu neden kaynaklanıyor? Nasıl engellenebilir? Bilim dünyasının bu soruya net ve tek bir cevabı yok ancak araştırmalarda kayda değer ve çeşitli bulgular var. Dünya Arıcılar Bir­liği Başkanı Gilles Ratia’ya göre bu du­rumun temel nedeni, tarımda kullanılan zirai ilaçlar. Ayrıca arılara kış döneminde besleme amaçlı verilen mısır şurupları da arıların bağışıklığını düşürerek ölüme yol açıyor. Maryland Üniversitesi ve ABD Tarım Bakanlığı’nın ortaklaşa yaptığı bir araştırmada ise arıların, pestisit (bitki za­rarlısı öldürücü) ve fungusit (mantar öl­dürücü) taşıyan polenleri kovanlarına gö­türdüklerini ortaya koydu. Amerika’daki Beltsville Bee Laboratory’nin çalışması da çok farklı değil. Araştırma sonunda koloni çöküşüne uğrayan arı kovanlarında bazı zehir karışımlarına rastlanmış. Bu tarım ilaçlarından biri de fungusitler.
Arı ölümlerinin iklim değişikliğiyle olan bağlantısı da neredeyse kesin olarak ka­nıtlanmış durumda. Dünya Meteoroloji Örgütü Direktörü Michel Jarraud’un “Zaman tükeniyor” uyarısı da aradaki bağlantıyı güçlendiriyor. İklim Değişikliği kaynaklı sıcaklık artışının, arı nüfusunun yerleşik olduğu bölgelerden kuzeye doğru göç etmesine neden olduğu biliniyor. Bu göç, farklı tip arı kolonilerinin karşılaş­masını veya yeni gelinen bölgede uygun şartları bulamamalarına neden olabiliyor. Toplu ölümlerin arkasında, iklim değişik­liği kaynaklı bir başka neden de, ani sıcak­lık dalgaları. Uzun dönemli kuraklıklar da arıların ekosistemlerini oldukça olumsuz şekilde etkileyebiliyor. Uzun lafın kısası, bozulan iklim istikrarı ile arı ölümleri ara­sında neredeyse kesin bir bağ var.

Kovanlar GPS ile İzlenebilecek
“Tarım sistemini bir arada tutan tutkal” olarak nitelendirilen arılar, bilindiği gibi polenleri taşıyarak bitkilerin döllenmesine önemli katkılarda bulunuyor. Çiçeklerin cezbedici renklerinin temel sebeplerinden birinin de, arıları mıknatıs gibi kendine çekme ve böylelikle tozlarını ve dolayısıy­la genlerini yayma içgüdüsü olduğu iddia ediliyor. Meyve ve sebzelerin yaklaşık %60’ının onların polenleri yaymasına bağ­lı olduğunu düşünürsek, Einstein’ın da dikkat çektiği gibi arılar hayati bir önem taşıyor hepimiz için. Bu bilgiden yola çı­kan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), ar­tan arı ölümlerinin önüne geçmek ve arı ürünlerinin modern tekniklerle sürdürüle­bilir şekilde üretilmesini sağlamak amacıy­la “Kovanımı İzliyorum” projesini hayata geçirdi ve “Kovan Takip Sistemi’ni tasar­ladı. Biz de İstanbul Kalkınma Ajansı tara­fından desteklenen bu projenin detayları­nı öğrenmek için İTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Boyacıoğlu’nun görüşlerine başvurduk.
Arı ölümleri konusunda endişelerinin art­tığını dile getiren Prof. Dr. Boyacıoğlu, iyi tarım uygulamaları ve modern teknik­lerin kullanımıyla arı ölümlerinin önemli ölçüde azalacağı görüşünde. “Kovanımı  İzliyorum” projesinin hedefinin de bu olduğunu vurgulayan Boyacıoğlu, “Pro­je kapsamında tasarlanan ‘Kovan Takip Sistemi’ ile kış aylarında sıklıkla yaşanan ve arı ürünlerinin verimlerini etkileyen arı ölümlerini önlemeyi hedefliyoruz. Bu sistem sayesinde, bilgi ve iletişim teknolo­jisinden yararlanarak arıcılarımızın uzak­tan kovanlarını takip etmesi ve kovanda meydana gelen değişimleri izlemesi müm­kün olacak. İTÜ’nün geliştireceği cihaz, kovan içerisine monte edilebilecek ve GPS ile kovanların lokasyonu, sıcaklığı, rutubeti, arıların ses düzeyi bilgileri elde edebilecek. Bu cihaza sahip olan arıcı, web üzerinden veya akıllı telefonundan kendisine verilen özel kullanıcı adı ve şif­re ile portaldan giriş yaparak kovanlarının durumlarını anlık kontrol etme şansına sahip olacak. Sistemin bir diğer özelliği de geliştirilecek yazılım ve cihaz ile kovanda­ki değerlerin arıcının cep telefonuna SMS ile bildirilecek olması. Böylece arıcılar, kovanlarına anında müdahale edebilecek ve arı ölümlerinin önüne geçebilecek” bil­gisini veriyor. Bunun yanında GPS saye­sinde kovanların çalınıp çalınmadığı veya çalındıysa nereye götürüldüğü de takip edilebilecek.

Arılar Sadece Bal Yapmıyor…
Projenin sadece Türkiye için değil, dünya arıcılığı için de önemli bir yenilik olacağı­nın altını çizen Prof. Dr. Boyacıoğlu, bu teknoloji sayesinde arı ürünlerindeki ve­rim sorununun çözülmesinin de mümkün olacağı görüşünde. Türkiye bugün, sahip olduğu mevcut arıcılık potansiyelinden yeteri kadar faydalanamıyor. 6 milyon­luk koloni varlığıyla dünya ikincisi olsa da, Türkiye kovan başına ortalama 16-20 kg’lık bal verimi ile ilk 10 ülke arasında. Öte yandan kovandan alınan tek ürünün neredeyse sadece bal olmadığını da belir­telim. Oysa arıların propolis, polen, arı sütü ve arı zehri gibi çok önemli başka ürünleri de var. Ayrıca bal arılarının bitki­sel üretimde tozlaşmanın sağlanması ama­cıyla, özellikle seralarda kullanılmaları da Türkiye’de yeterince yaygın değil.
Boyacıoğlu, projenin diğer getirilerini ise şöyle özetliyor: “Bu proje, İstanbul İli Arı Yetiştiricileri Birliği’nin ihtiyaçları temel alınarak ülkemiz arıcılığını dünyada farklı bir noktaya taşıyacak. Aynı zamanda oluş­turduğumuz portal aracılığıyla Birliğe kayıtlı arıcılara ait bilgilerinin güncelliği sağlanacak. Üreticilerin gezginci arıcılık mı, yoksa sabit arıcılık mı yaptığı, hangi bölgelerde üretim gerçekleştirdiği, arılı kovan sayısı, hangi arı ürünlerinin üretil­diği, kovanlarındaki hastalık durumu gibi konularda bilgi sahibi olunacak. Böylece, arıcılar ile Birliğin iletişimi ve sorunlara karşı yeni projelerin üretilmesinin kolay­laşacağını düşünüyoruz. Dolayısıyla bu portal, üyelerle interaktif bilgi alışverişini sağlayacak. Son olarak arıcılarımızın sık­lıkla yaşadıkları sorunlardan biri olan kış aylarında hırsızlık nedeniyle kovanlarını kaybetmeleri ve ekonomik olarak güç­lük yaşamaları sorununa çare olabilmeyi hedefliyoruz. Proje kapsamında Beykoz, Çatalca, Kartal ve Şile ilçelerimizde dene­meler gerçekleştiriliyor. Sistemin arıcıla­rımız tarafından kullanılabilirliğini sağla­mak için eğitimler düzenlemeye başladık. Yurtdışında da dahil olduğumuz ağlar vasıtasıyla bu sistemi tanıtmaya devam edeceğiz.”
Hiç kuşkusuz, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yürüttüğü bu proje sade­ce Türkiye için değil, tüm dünya için çok değerli. Ancak insanlığın ortaya çıkmasın­dan çok önce var olduğu bilinen arıların ölümlerini tek başına önleyemeyeceği de aşikâr. Projenin sürdürülebilir olması ve tam anlamıyla verimlilik sağlayabilmesi, zararlı kimyasalların devre dışı bırakılma­sı ve iklim değişikliğinin kontrol altına alınması gibi insanlığın çevresel izlerinin azaltılmasına bağlı. Ağzımızdan bal dam­lamayacak ama, Dünya Meteoroloji Örgü­tü Direktörü Michel Jarraud hiç de haksız değil: Zaman gerçekten de tükeniyor…

EkoIQ Editör