#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
gıda

Beslenme Şeklimiz İklim Krizine Bir Çözüm Sunabilir mi?

Günümüzün “kısıtlı” beslenme şeklini, süregelen beslenme anlayışının insan sağlığına ve gezegenimize etkilerini değerlendirirken, kendimi “Acaba alternatif beslenme kaynakları bir çözüm sunabilir mi?” sorusuna yanıt ararken buldum.

Zeynep ÖZLER, Yıldız Holding Kurumsal İletişim Grup Direktörü zeynep.ozler@yildizholding.com.tr

 Yazımı, iklim krizinin tüm gerçekliğini yüzümüze çarptığı sıcaklarla kavrulurken kaleme aldım. Bilineni tekrar etmek değil, ancak çözümün bir parçası olmak üzerine kafa yorduğumuzda yaşam tarzlarımızda değişiklik yapmamızın önemi ortaya çıkıyor. Zira aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklememiz en düz ifadeyle saflık olur.

ekoIQ’nun yeni sayısının dosya konusu, kavramsal düşünmeyi seven biri olarak beni çok heyecanlandırdı. “Klimataryen, yani ‘iklim dostu’ beslenme modelini anlamaya çalışmak, acaba bir başlangıç noktası olabilir mi?” diye düşündüm. Kendi adıma bu alanı keşfetme ve anlama ihtiyacını hissettim.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) güncel verilerinden dünya genelinde tüketilen gıdanın %75’inin yalnızca 12 bitki ve beş hayvan türünden oluştuğunu öğrenmem beni son derece etkiledi. Ayrıca gıda üretiminin kayda değer miktarının 170 bitki türünden elde edildiğini; insanlığın kalori ve protein ihtiyacının %70’inin pirinç, mısır ve buğday olmak üzere yalnızca üç bitkiden karşılandığını öğrenmem de bu alana olan ilgimi artırdı. Günümüzün “kısıtlı” beslenme şeklini, süregelen beslenme anlayışının insan sağlığına ve gezegenimize etkilerini değerlendirirken, kendimi “Acaba alternatif beslenme kaynakları bir çözüm sunabilir mi?” sorusuna yanıt ararken buldum.

Hepimizin bildiği gibi “gıda güvenliği” Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma 2030 hedeflerinden biri. “Gıda okuryazarlığı” kavramı ise giderek önem kazanıyor. Gıda okuryazarlığı tüketiciler nezdinde daha fazla konuşulurken üreticiler, tedarikçiler ve değer zincirindeki tüm paydaşlar ekolojik okuryazarlığı da önceliklendirmek durumundalar. Diğer bir deyişle her bir üretimin, hem insan hem de gezegen sağlığı üzerindeki etkisinin ve izdüşümünün farkında olmak ve bunun sorumluluğunu taşımak, riski minimize etmek her zamankinden daha hayati.

Fleksitaryen Nedir, Nasıl Olunur?

Hayatın her alanında dengenin sağlanmasının önemine inandığım için bu spesifik konu özelinde de herhangi bir uçta yer almaksızın “Mevcut beslenme şeklimizi ‘fleksitaryen beslenme’ye evirmemiz mümkün olur mu?” diye merak ettim. Peki, nedir fleksitaryen beslenme ve nasıl fleksitaryen olunur?

Bu soru üzerine aklıma hemen BİTKİDEN Derneği geldi. Dernek Başkanı Ebru Akdağ’ı aradım ve ilk ağızdan bilgi edindim. Küresel Bitki Bazlı Gıdalar Birliği (Plant Based Foods Global Alliance) ve Avrupa Bitki Bazlı Gıdalar Birliği (European Alliance for Plant-based Foods) üyesi olan BİTKİDEN, sürdürülebilir bitki bazlı beslenme sistemine katkı sağlayan tüm paydaşları bir araya getirerek bitki bazlı gıdalara yönelik dönüşüme öncülük etmeyi amaçlıyor. Tüketicilerde ilgi ve farkındalık yaratmaya odaklanan dernek, ilgili politikalara yön vermenin yanı sıra paydaşları inovasyona ve bilimsel araştırmalar yapmaya teşvik edecek çalışmalar gerçekleştiriyor.

Akdağ’dan edindiğim bilgilere göre, fleksitaryen beslenme, “esnek” ve “vejetaryen” kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Esas olarak vejetaryen olmayan, ara sıra et veya balık da tüketen kişiler için kullanılan bir ifade. EAT Lancet Komisyonu bitki bazlı gıdaların tabağın büyük bir kısmını oluşturduğu, küçük de olsa hayvansal gıdalara yer veren fleksitaryen beslenme için, “Gezegensel sağlık diyeti, insan sağlığı ve çevresel sürdürülebilirlik için en uygun diyeti oluşturan farklı gıda gruplarına yönelik kılavuzlar sunarak esnektir” ifadelerini kullanıyor.

Bu noktada, hayatta en sevdiğim sorulardan biri olan “Neden?” sorusuyla devam ediyorum. Bu soru diğer büyük sorularla baş başa bırakıyor beni. Akdağ, bilgi aktarmaya devam ediyor: “Geleceğin 10 milyarlık nüfusunu hem insan sağlığını hem de gezegenimizi koruyarak besleyebilecek miyiz? EAT Lancet Komisyonu dünyanın dört bir yanından 37 önde gelen bilim insanını bu soruyu cevaplamak için bir araya getirmiş. Cevap evet, ancak bu, beslenme alışkanlıklarını dönüştürmeden, gıda üretimini iyileştirmeden ve gıda israfını azaltmadan mümkün olmayacak! Bu, tüm insanlar ve gezegen için geçerli olan gıda sistemine yönelik evrensel bilimsel hedefleri belirleme konusunda ilk girişim. Bu diyet tarzı fleksitaryen beslenmeyi işaret ediyor”.

Günümüzde tarım arazilerinin küresel alanların yaklaşık %40’ını oluşturduğuna dikkat çeken Akdağ, gıda üretiminin, küresel seragazı emisyonlarının %30’undan ve tatlı su kullanımının %70’inden sorumlu olduğunu vurguluyor. Hayvansal gıdaların, özellikle de kırmızı etin porsiyon başına en yüksek çevresel ayakizine sahip olduğunu dile getiren Akdağ şunları söylüyor: “Birleşmiş Milletler’e göre, eğer gıda israfı bir ülke olsaydı, dünya genelinde seragazı emisyonları açısından üçüncü en büyük emisyon kaynağı olurdu. Tüm bunlar, seragazı emisyonlarımızı, arazi kullanımımızı ve biyoçeşitlilik kaybımızı etkiliyor.”

İklim krizinin yıkıcı etkilerinin her geçen gün derinleştiğini sözlerine ekleyen Akdağ, gıda kaynaklarımızın azaldığının altını çiziyor. FAO’nun 2019 yılı verilerine işaret eden Akdağ, “Dünya nüfusunun 2050 yılında 9,8 milyara ulaşacağı ve gıda ürünlerine yönelik talebin %60 ila %70 oranlarında artacağı tahmin ediliyor. Bu durum, aynı zamanda gıda kaynaklı emisyonların da artması anlamına geliyor. Fakat çözüm gıda üretiminin artırılmasında değil. Çözüm, seragazı emisyonu düşük bitkisel protein kaynakları odaklı dönüşümde” diyor.

Yazımın başında belirttiğim ve Ebru Akdağ’ın da aktardığı gibi, seragazı emisyonu düşük bitkisel protein kaynaklı bir beslenme modeline geçiş ancak ve ancak tüketici alışkanlıklarının değişmesiyle tetiklenecek. “Tüketici bu konuda ne düşünüyor, neyi tercih ediyor? Küreselde ve Türkiye’de nasıl bir resim ortaya çıkıyor? Değişim, ütopya mı yoksa hemen yanı başımızda mı?” Bunlar da cevaplanması gereken sorulardan yalnızca birkaçı ve dilerseniz bu sorulara gelecek sayılardaki başka yazılarımda cevap arayalım.

Bu yazı, ekoIQ’nun 113. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.