Türkiye’de iklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının, COP27’ye Türkiye’nin daha güçlü bir emisyon azaltım taahhüdüyle gitmesi yönündeki çağrı ve kampanyasına destek vermek, bu anlamda bir yurttaşlık ve insanlık görevi.
YAZI: Barış DOĞRU
#ekoIQ bundan 12 yıl önce yayınlanmaya başladı. 2009 yılının Kasım ayında Kopenhag’da düzenlenen BM İklim Zirvesi COP15’in hemen ardından çıkan ilk sayıda, iklim müzakereleriyle ilgili durumu “yarısı boş, yarısı dolu bardak” imgesiyle anlatmaya çalışmıştık.
Aradan geçen sürede köprülerin altından çok sular aktı. Ama bardağın dolduğunu söylemek hâlâ mümkün değil. Akıp giden zaman ve sular, ne yazık ki iklim eyleminin bardağını tam olarak doldurmaya yetmedi. Büyük ihtimalle suların büyük kısmı dışarı akıyor ya da bardağın dibinde bir delik var.
Akıp giden süreçte, iklim krizinin hem insanlığa hem de ekosistemlere olan etkisi aslında giderek daha görünür hale geldi. Bundan 12 yıl önce iklim değişikliğini, sokaktaki insana anlatmak önemli bir sorunken, bugün ortalama bir yurttaş, kendi deneyimleriyle iklim değişikliğinin etkilerini size açık bir şekilde anlatabilir. Konda ve İklim Haber’in her yıl yaptığı Türkiye İklim Değişikliği Algı Araştırmaları bunun somut delili. Yurttaşlar, gerek kentlerdeki seller, gerek orman yangınları, gerek tarımsal üretimdeki düşüşler ve gerekse de yağış takvimindeki değişiklik ve anormalliklerle, iklim krizinin burada ve şu anda hazır ve nazır olduğunu görüyor, biliyor.
Ancak kamu yönetimi ve ilgili kurumlar, bu konuda somut adımlar atma ve önlemler alma konusunda yeterince uyanık ve atak değil. Kırsal veya kentsel alanda, gündelik hayatta ve üretimde etkileri dalga dalga yükselen ve artık hayatımızı doğrudan etkileyen iklim krizi konusunda genel bir politika geliştirmekten hâlâ çok uzaktayız. Bu elbette sadece ülkemize ait bir durum da değil. Gelişmiş ülkeler, bu konudaki sorumluluklarını yetirince üstlenmeyerek, küçük ve kırılgan ülkelerin “kayıp ve hasarları”nı tazmin etmekte, gelişmekte olan ülkelerin karbonsuzlaşma süreçlerine mali destek için ayak sürüyorlar. Gelişmekte olan ülkeler ise, iklim krizine hem azaltım hem de uyum konusunda yapabileceklerinin çok azını gerçekleştiriyorlar.
Dolayısıyla sular akıp gidiyor, bardak bir türlü dolmuyor. Dolmayan bardağın, hem kendi ülkelerinin hem gezegenin , hem de çocuklarının geleceğinden çalınan refah olduğunu anlamadıkça, bu duruma gerçek bir çözüm getirmek zor. Kısır ve dar ülke çıkarları argümanları, sadece kulağa hoş geliyor; ancak bugünün ve geleceğin sorunlarına hiçbir net yanıt getirmiyor. Durum, bir kazan-kazan değil, kaybet-kaybet oyununa dönüşüyor.
Önümüzdeki ay, Mısır’da düzenlenecek COP27 İklim Zirvesi’nde durumun değişeceğine dair ne yazık ki elimizde yine çok fazla veri yok. Tüm dünya hep birlikte bir kaybet-kaybet oyununun içinde. Her ülkenin kendi kudretince bardağı doldurmaya çalışması gerekirken, herkes bir diğerine “önce sen” diyor.
Sanırım yapılması gereken, her ülkenin kendi yurttaşlarının, kendi yönetimlerine daha güçlü uyarılar vermesi. Türkiye’de iklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının, COP27’ye Türkiye’nin daha güçlü bir emisyon azaltım taahhüdüyle gitmesi yönündeki çağrı ve kampanyasına destek vermek, bu anlamda bir yurttaşlık ve insanlık görevi. Kaybet-kaybet oyunundan kurtulmanın tek yolu bu.
*Derginin yeni sayısına buradan ulaşabilirsiniz.