Yazı: Prof. M. Levent KURNAZ, Boğaziçi Üniv. İklim Değişikliği ve Politikaları Uyg. ve Araş. Merk. mlkurnaz@gmail.com
Biyoçeşitlilik, hem 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi hem de Paris Anlaşması için kritik öneme sahiptir. Örneğin, Paris Anlaşması’nın azaltım hedeflerinin üçte biri ‘doğa temelli çözümlerden’ gelebilir. Aichi Biyoçeşitlilik Amaçları, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA’lar) içindeki amaçların çoğuna doğrudan yansımaktadır. Biyoçeşitliliğin önemi SKA 14 (Sudaki Yaşam) ve 15’te (Karasal Yaşam) açıkça vurgulanmaktadır, ancak aynı zamanda çok daha geniş bir amaçlar dizisinin temelini oluşturmaktadır. Örneğin, gıda güvenliği ve yeterli beslenme (SKA 2) ve temiz su sağlanması (SKA 6) için kilit bir faktördür. Tüm gıda sistemleri biyolojik çeşitliliğe ve örneğin tozlaşma, haşere kontrolü ve toprak verimliliği gibi tarımsal üretkenliği destekleyen çok çeşitli ekosistem hizmetlerine bağlıdır. Sağlıklı ekosistemler aynı zamanda su kaynaklarının ve su kalitesinin sağlanmasının temelini oluşturur ve suyla ilgili tehlikelere ve felaketlere karşı koruma sağlar. Biyoçeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı bu nedenle tüm 2030 Gündeminin temeli olarak kabul edilmelidir.
Ancak ne yazık ki biyoçeşitlilik başlığı altındaki bilgilerimiz sürdürülebilirlik veya iklim değişikliği gündemi ile kıyaslandığında son derece kısıtlı. Özellikle Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin bir sonraki dönem başkanı olacağımızı da düşünecek olursak bu konuyu biraz daha öğrenmemiz faydalı olabilir.
1992 yılında Rio’da yapılan Dünya Zirvesi’nde üç uluslararası anlaşmanın temelleri atıldı: Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi. İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin Taraflar Konferansları (COP) her senenin sonunda toplandığı zaman çevre açısından önemli bir gündem yaratıyor. Bu konferanslara bilimsel girdi sağlamak üzere yapılan bilimsel çalışmalar Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporları olarak karşımıza çıkıyor. Ancak diğer iki anlaşmanın da benzer bir yapısı olmasına rağmen biyoçeşitlilik konusu bugüne değin ülkemiz gündemine sıkça taşınmadı.
1993’te yürürlüğe giren Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ne ülkemiz de 1997’de taraf oldu. Bu sözleşmenin üç temel amacı vardır:
- Biyolojik çeşitliliğin korunması
- Biyolojik çeşitliliğin parçalarının sürdürülebilir biçimde kullanımı
- Genetik kaynaklardan elde edilen faydaların adil ve eşit biçimde paylaşılması
Bu amaçlara ulaşılmasına yardımcı olmak üzere sözleşmenin tarafları düzenli olarak toplantılar düzenlemeyi ve raporlar yayımlamayı kararlaştırdılar. Bu toplantıların ilki 1994’te Nassau’da yapıldı. 15-28 Ekim 2020 tarihleri arasında Çin’de (Kunming) yapılması planlanan 15. Taraflar Konferansı da COVID-19 nedeniyle 2021’e ertelendi. 16. Taraflar Konferansı da ülkemizde yapılacak.
Kyoto Protokolü veya Paris Anlaşması’nın benzeri olarak, Biyoçeşitlilik Sözleşmesi de iki önemli anlaşmayı imzaya açtı. 1999 yılında Cartagena, Kolombiya’da Biyogüvenlik üzerine Cartagena Protokolü ve 2010 yılında Nagoya, Japonya’da Genetik Kaynaklara Erişim ve Elde Edilen Faydaların Adil ve Eşit Paylaşımı üzerine Nagoya Protokolü kabul edildi. Ülkemiz bunlardan Cartagena Protokolü’ne 2004’de taraf oldu, ancak Nagoya Protokolü’ne henüz taraf olmadı.
Biyogüvenlik üzerine Cartagena Protokolü dediğimiz zaman çoğumuzun aklına biyolojik silahlar gelebilir. Bu protokolün amacı biyolojik silahlarla alakalı değildir. Aksine biyolojik olarak üretilen ve çoğunluğunu Genetiği Değiştirilmiş Organizma olarak tanımladığımız tarım ürünlerinin ülkelerin doğal bitki türlerine zarar vermesini önlemek üzere yapılmış bir sözleşmedir. Bu bağlamda devletlere, kendi öz bitki türlerine zarar vereceği düşünülüyorsa, GDO’ların ülkeye girişini yasaklama hakkı da tanır.
Nagoya Protokolü ise genetik kaynakların sürdürülebilir kullanımının sağlanmasını ve bunlardan elde edilecek gelirlerin adil ve eşit biçimde dağıtılabilmesini amaçlar.
2010 yılında Nagoya’da aynı zamanda 2011-2020 yılları arasında biyolojik çeşitliliğin korunabilmesi için atılması gereken adımları belirleyen Aichi Biyoçeşitlilik Amaçları üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Aichi Biyoçeşitlilik Amaçları beş temel amacın başarılması için planlanmıştır. Bu amaçlar şöyle sıralanabilir:
- Biyoçeşitliliğin devlet ve toplum genelinde yaygınlaştırılarak biyoçeşitlilik kaybının altında yatan nedenlerin ele alınması,
- Biyoçeşitlilik üzerindeki doğrudan baskıların azaltılması ve sürdürülebilir kullanımın teşvik edilmesi,
- Ekosistemlerin, türlerin ve genetik çeşitliliğin korunarak biyolojik çeşitliliğin durumunun iyileştirilmesi,
- Biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinden herkese sağlanan faydanın artırılması,
- Katılımcı planlama, bilgi yönetimi ve kapasite geliştirme yoluyla uygulamanın geliştirilmesi.
Bu amaçların başarılabilmesi için de Nagoya’da 2010 yılında 20 hedef belirlenmiştir. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesine veri sağlayan IPCC benzeri bir kuruluş yoktur, ancak Sözleşme Sekreteryası IPCC’nin iklim değişikliği için oynadığı role benzer çalışmaları sürdürerek konu hakkında raporlar hazırlar.
Sekreterya’nın hazırladığı son rapor olan Global Biodiversity Outlook 5 (5. Küresel Biyoçeşitlilik Görünümü), Eylül 2020’de yayımlanmıştır. Bu rapordaki en önemli sonuç, Aichi Biyoçeşitlilik Amaçları konusunda ilerlemeler olmasına rağmen 2020 yılı sonuna kadar bu hedeflerin hiçbirinin yerine getirilmesinin beklenmediğidir. Bu raporun çoğunlukla ülkelerin kendi raporlarına dayanılarak oluşturulduğunu ve bu raporların da aslında gerçekten ziyade en iyi durumu gösterebildiğini düşünecek olursak gerçek durumun daha da kötü olduğunu düşünmemiz yanlış olmaz.
Ortalama olarak, ülkeler tüm ulusal hedeflerin üçte birinden fazlasını tutturma (%34) veya aşma yolunda (%3) olduğunu bildirmektedir. Ulusal hedeflerin diğer yarısında (%51) ilerleme kaydedilmekte, ancak bu ilerleme hedeflere ulaşılmasına olanak sağlayacak bir hızda değil. Ulusal hedeflerin %11’inde önemli bir ilerleme gösterilmedi ve hedeflerin 1’i ise kötüye gidiyor.
Aslında durum bundan da kötü, çünkü ülkelerin ulusal hedefleri, kapsam ve istek düzeyi açısından Aichi Biyoçeşitlilik Amaçları ile uyumlu değildir. Hedeflerin dörtte birinden daha azı (%23) Aichi Amaçları ile uyumludur ve tüm ulusal hedeflerin yalnızca yaklaşık onda biri Aichi Biyoçeşitlilik Amaçlarına benzer ve kat edilmesi gereken yol üzerindedir.
Bunu daha iyi anlatabilmek için sizlere Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndan bir örnek vereyim: Sürdürülebilir Şehirler yaratabilmek için SKA11’de gelişme sağlamamız gerekiyor. Bu amacı gerçekleştirmek için ülkemizde yerelde yapılan projelere baktığımız zaman en çok kullanılan kelimelerin “kültür”, “ilim”, “şiir” ve “cami” olduğunu görüyoruz. Yani sürdürülebilirlik için şehirlerin altyapısı, su kaynakları, saçaklanması, hareketliliği veya gıda temini aklımıza gelirken, ülkemizde SKA11’e ulaşma amacıyla yapılan çalışmalar bu sürdürülebilir şehir kavramıyla örtüşmüyor. Benzer şekilde de Aichi Biyoçeşitlilik Amaçlarının gerekleriyle ülkelerin biyoçeşitlilik açısından yapmayı planladıkları şeyler de örtüşmediğinden bu amaçların gerçekleşebilmesi de mümkün olmuyor. Bu nedenle, gerek sürdürülebilirlikte, gerek iklim krizinde, gerekse de biyoçeşitlilikte önce önümüze gerekenleri koyup, planlamamızı buna uydurmamız gerekiyor, bunun tersi değil.