“Gerisi size kalmış”. Böyle diyor, uzun yıllar TEMA Vakfı ve Greenpeace Akdeniz’de genel direktörlük yaptıktan sonra, birkaç ay önce, dünyanın en yaygın online kampanyacılık platformu change.org Türkiye’ye geçen Dr. Uygar Özesmi. Greenpeace’teki başarılı çalışmalarının bir dökümünün ardından, change.org’da neler yapmayı planladığını konuştuk ama konuşma, demokrasilerin anlamı ve önemine kadar uzandı doğal olarak. Uzun zaman “kapalı kapılar” ardında beklemeye alışmış bir halkın çocukları, bakalım bu ardına kadar açık kapıdan ne kadar yararlanacak…
Barış DOĞRU
İnsanlığın önünde, daha önce hiç görmediği yollar açılıyor. Bir şeye kızdın ve sesini duyurmak mı istiyorsun, aç interneti ve birkaç tıkla başla protesto kampanyana. Karşındaki şirketin, kurumun, kişinin, iktidarın ne kadar büyük olduğunun zerre kadar önemi yok. Yanında change.org’un son derece gelişmiş yazılımları, tecrübesi ve desteği var. Dünya üzerinde 25 milyondan fazla kullanıcısı olan, siberalemin en yaygın online kampanyacılık organizasyonu artık Türkiye’de. Başında da tanıdık bir isim var. Beş yıl boyunca Greenpeace Akdeniz Direktörlüğü yapan Uygar Özesmi ile yaptığımız sohbet, change.org’un sınırlarını aşıp, Türkiye ve dünyada sivil toplum ve totalitarizmin kökenleri gibi sosyal bilim ve siyaset tartışmalarına kadar uzandı.
Sen çok uzun yıllar Greenpeace Akdeniz’in direktörlüğünü yaptın ve bir gün baktık ki, Uygar, isminin neredeyse özdeşleştiği bu kurumdan ayrılmış. Nasıl oldu bu?
Birincisi, bunu sen de çok iyi biliyorsun, “Umudu Yeşertenler” kitabında da bunu gayet iyi işlemiştin, ben herhangi bir kurumun adamı değilim. Ben çevre hareketinin bir üyesiyim. O yüzden benim için kurumlar çevre mücadelesinde, doğayla dost bir gelecek yaratabilmek için birer araç. Bunların içinde Greenpeace’in tabii ki çok özel bir yeri var. TEMA’dan ayrıldıktan sonra Greenpeace’ten böyle bir teklif gelince bunu çok büyük bir mutlulukla kabul ettim çünkü Greenpeace’in Türkiye ve Doğu Akdeniz’de çok daha güçlü bir rol oynaması gerektiğini düşünüyordum.
Greenpeace, ben katıldığımda zaten köklerini bu bölgede çoktan salmıştı. Çok başarılı kampanyalar yürütmüştü, yürütüyordu. Benim katkım iki şekilde oldu. Birincisi, Greenpeace’in toplumdaki genel görünürlüğünün artırılmasına katkı sağladım. Direktörlük dönemimde Greenpeace’in görünürlüğü beş yılda beş kat arttı. Aynı şekilde çok ciddi bir şekilde kaynak oluşturma potansiyelini harekete geçirdik. Destekçi sayısı da beş yılda dört kat arttı. Aynı şekilde bu beş yıl içinde, kampanyalardaki çizgisini geliştirerek devam ettirdi. Başarımızı arttırmamızda online kampanyacılığı başlatmamız ve önem vermemiz çok etkiliydi.
Evet, belki senin en önemli katkın, Greenpeace kampanyalarını, Türkiye’de çok iyi bilinmeyen, internet üzerinden düzenlenen kampanyalara dönüştürebilmen ve çok geniş kesimleri sürece dahil edebilmen.
Şu anda Türkiye’de online kampanya deyince akla ilk gelen kurum Greenpeace. Tabii insanları bu konuya alıştırmak hiç kolay olmadı. Bir de çevrimiçi kampanyacılık Türkiye’de yeni olduğu için bu konuda know-how’u geliştirmek son derece önemliydi. Mesela ilk olarak “Ben de Gemideyim” adıyla bir kampanyamız vardı. Arctic Sunrise’a balıkçıların yaptığı saldırıyla ilgiliydi. Herkes geminin bir santimetrekaresine tıklayıp binerek gemiye dahil olmuş oluyordu. Ondan sonra “Seyfi Solukal” adıyla bir kampanya başladı. İnternette hayali bir belediye başkan adayı yaratıldı. Dönemin politik söylemleriyle de dalga geçiyorduk: “Küresel iklim değişikliği bizi teğet geçecek, her kapıya metro getireceğim. Taksiler geceleri de gündüz tarifesi açacak” gibi vaatler vardı. Biliyorsunuz, sonuncusu gerçek oldu. Acaba bizim payımız var mı diye de bazen merak ediyorum.
Seçim hazırlık sürecinin ortalarında Seyfi Solukal takım elbisesini çıkardı. Altından Greenpeace t-shirt’ü çıktı ve bütün belediye başkan adaylarına güneş enerjisiyle ilgili bir bildirgeyi imzalaması için çağrı yaptı. Bu çağrıya olumlu cevap veren çok sayıda belediye başkanı oldu. “Ben de Gemideyim” kampanyasıyla 11 bin, “Seyfi Solukal” kampanyasıyla 35 bin kişi harekete geçti. Nükleer karşıtı kampanya başladı. 170 bin imza toplandı. Meclis kürsüsüne çıktık, imzalar Enerji Bakanı’na teslim edildi. Daha sonra imza sayısı 300 bine ulaştı… Ve bizim internette hazırladığımız “Seyfi Solukal” sayfasını, Kadir Topbaş’ın sayfasından daha fazla insan ziyaret etti.
Daha sonra gerçekleştirdiğimiz balık avlanma boylarının düzenlenmesine yönelik “Seninki Kaç Santim” kampanyası içlerinde en etkilisiydi herhalde. 700 bin kişiyi harekete geçirdi.
En büyük kampanyanız da o oldu…
Evet, kampanya çok büyük bir başarıya da ulaştı. Beş balık türünün boyu için doğru yönde değişiklikler yapıldı. Aynı şekilde balıkçılıkla ilgili yeni düzenlemeler, düzeltmeler yapıldı. Ondan sonra yapılan “Yemezler Kampanyası”nda 350 bin kişi harekete geçti. Bu kampanya ayrıca siber eylemlerle desteklendi. Ve Türkiye Gıda ve İçecek Federasyonu gıda için GDO başvurusunu geri çekti. GDO’lu olan yem için etiketleme gündeme geldi. Çok daha az sayıda yem amaçlı GDO’lu ürün ithal edilmiş oldu.
Aslında iyi bir döküm çıkarmış da olduk bu sohbetle…
Evet, ben de Greenpeace’teki yıllarımı mutluluk ve tatminle geride bırakıyorum. Oradan içim çok rahat ayrıldım çünkü kurumun yönetsel yetkinliğini, yönetişim sistemlerini, kurumsal yapısını çok iyi oturttuk. Greenpeace’e girerken de arkadaşlarıma “Beş yıl için geliyorum” demiştim. Çünkü hiçbir üst yönetici bir STK’da beş yıldan fazla çalışmamalı bence. Kurumların üst yöneticileri dinlenerek, değişerek güçlenme yolunda adım atabilmeliler; aksi takdirde kurumsal körleşme ve kemikleşme başlar. Sonunda da kurum zarar görmeye başlar. Onun için beş yılın sonuna doğru yaklaşırken ben biraz başka ne yapabilirim diye bakmaya başladım. Çevre hareketinden arkadaşlarım “Uygar’ın bundan sonraki hamlesi ne olur” diye düşünmüşler ve demişler ki, “Uygar artık ya avaaz.org ya da change.org yapar”. Dostlarımın kehaneti gerçekleşti. Artık change.org’dayım.
Bize change.org’u ve online kampanyacılık nedir, biraz anlatabilir misin?
Online kampanyacılık ilk olarak, Demokrat Parti’den Howard Dean’in, 2004 ABD seçimlerindeki adaylığı döneminde gündeme geliyor. Online kampanyacılığın olanakları epey etkin bir biçimde kullanılıyor bu süreçte. Dean’den önce de, bir MoveOn hareketi var. Clinton’un Monica Levinsky olayı gündemi o kadar uzun bir süre meşgul edince ve skandalı kullananlar işi artık başkanlıktan azlettirmeye kadar vardırınca, gerçekten siyaset yapmak isteyen bir grup MoveOn adıyla bir oluşum kuruyorlar ve “Sıkıldık artık bu skandaldan. Hadi artık ilerleyelim ve işimize bakalım” diyorlar.
Tabii Obama’nın ilk dönem adaylığı sırasında, online kampanyacılık zirve yaptı ama biz zaten Türkiye’de Obama’dan da önce online kampanyaya başlamıştık. Bir de Obama kampanyası birçok insanı eğitti. Kampanyadan sonra dağılan gönüllüler bu deneyimlerini farklı kanallara aktardılar.
change.org’a gelirsek. Organizasyon aslında bir blog ağı olarak kuruluyor. Kurucusu Ben Rattray bankacılık sektörüne adım atacakken vazgeçiyor. “Ya ben ne yapıyorum? Ben bunu istemiyorum, ben toplumsal fayda üretmek istiyorum” diyor. Yurttan oda arkadaşı olan Mark Dimas ile beraber change.org’u kuruyorlar. Bakıyorlar ki bu blog ağında bir imza kampanyası modülü var. O dönemde Güney Afrika’da “düzeltici tecavüz” diye bir suç var ve polis bu şiddete göz yumuyor. Sonunda, lezbiyen bir kadın, internet üzerinden bir imza kampanyası başlatıyor. 50 ülkeden 140 bin imza toplanıyor ve Güney Afrika hükümeti bunla ilgili özel bir eylem planı oluşturmak zorunda kalıyor. Rattray ve Dimas bunu görünce, anlıyorlar ki, imza kampanyaları işe yarıyor, bu büyük bir güç; ve bu siteyi, bir imza kampanyası platformuna dönüştürmeye karar veriyorlar. change.org’da insanlar ya da kurumlar kendi imza kampanyasını açabiliyor.
İnsanlara bir platform, olanak sağlıyor. İnternetten sesini duyurmak istiyorsan sana kapı açık buyur, gir, kullan diyor öyle mi?
Evet, çok güzel özetledin. Bu bir servis örgütü. Sana değiştirmek istediğin şeyleri değiştirmen için bir araç ve yöntem sağlıyor. Kullanıcıdan hiçbir ücret almıyor. Çok hızlı büyüyor. Şu an 25 milyon kullanıcıyı aşmış durumda. 18 ülkede ofisi ve 150 çalışanı var. 50 tanesi Silikon vadisinde bilişim sistemlerinin en basit, en verimli şekilde çalışması için gerekli olan mühendislik işlerini yapıyor. Geri kalanı da bölge ofislerinde işleri örgütlüyor. ABD, İngiltere, İspanya, Almanya, Hollanda, Türkiye, Meksika, İtalya, Filipinler Brezilya, Arjantin, Tayland… her yerde ofisi var. Beş kıtada, 196 ülkede kampanya yürüyor.
Senin hikayen nasıl kesişti?
change.org’un Türkiye’ye gireceğini duyunca, ilk etapta, öngörülü bir yönetici olarak Greenpeace ile change. org beraber neler yapabilir diye düşündüm. Onlar ise “Bize gelir misin” dediler. Düşündüm, Greenpeace’ten ayrılma zamanım zaten gelmişti. Greenpeace’de kurumsal yönetişim oturmuş, kampanyalar gayet başarılı gidiyor. Benim de beş yılım dolduğuna göre, kurumsal körlük herhalde bende de başlamıştır dedim. change.org’da etkili olacağıma karar verince oraya geçtim. Şimdi burada da yepyeni bir ekip oluşuyor. Serdar Paktin ve Zennube Ezgi Kaya işe dâhil oldu. Onlar kampanyacı olarak çalışıyor. Ben de 1 Eylül’den itibaren Türkiye Direktörü oldum ancak Doğu Avrupa ve Rusya’dan da sorumluyum ve 2013’ün ikinci yarısında Orta Doğu ülkelerinde de ekip oluşturmayı planlıyoruz.
Demek yaklaşık üç ay olmuş. Nasıl bir gelişme oldu bu süreçte?
Türkiye’de İngilizce versiyonu kullanan 100 bin kullanıcı varmış. İlk ay önce işin bilişim ağıyla ilgili bir eğitimden geçtik; sonraki iki ayda 220 bin kişiye ulaştık.
Türkiye’den epey talep var yani.
Evet, bu benim biraz da üzüldüğüm bir şey. O kadar çok sorun var ki.
Belli ki demokratik kanallar da yeterince açık değil.
Halkı, toplumu, müşterileri dinleme ve sorunlarına göre hareket etme pratiği olmayan bir ülkede yaşıyoruz. change.org’un en güzel etkilerinden biri, halkı, yurttaşları, müşterileri, ilgi sahibi olan herkesi dinleme zorunluluğunu hatırlatan ve bu pratiği kazandıran bir kuruluş olması. Ben şöyle düşünüyorum. Bir süre sonra bizim yeni kampanya açmamıza gerek kalmayacak çünkü insanlar kampanya açmışız gibi bütün sorunları değerlendirip insanların tepkisini nasıl çekmeyizi düşünmeye başlayacaklar.
Biraz da şeytanın avukatlığını yapayım. change.org’da, “türbanlılar okula girmesin” ya da “herkes türbanlı girsin” gibi kampanyalar da başlatmak mümkün mü?
Çok güzel bir noktaya değindin. Demokratik olduğunuz zaman ifade özgürlüğüne saygı duymalısınız. Bu platformu herkes kullanabilir, herkese açık fakat burada önemli olan nokta, nefret söylemi, ayrımcılık ve karalama kampanyası yapmamalı. Şiddete özendirmemeli.
Nasıl denetliyorsunuz?
Biz polisçilik oynamıyoruz ama şikâyet geldiğinde onu değerlendirmeye alıyoruz. Zaten beş yıldır change.org’un başına da hiç böyle bir şey gelmemiş.
Gelmemiş mi?
Hangimiz şiddeti özendiren bir kampanyaya imza atmak, ismini yazmak ister. Hangimiz nefret söylemi içinde olan bir kampanyaya imza atmak ister. Bu insanların itibarını düşüren bir şey zaten.
Bazen Türkiye’de söyleniyor…
Laf olarak edersin, o kolay, ama böyle bir şeyin altına imza atamazsın. O başka bir şey. Ben zaten demokratik süreçlerin ve ifade özgürlüğünün, temelde iyi olana, insan hakları evrensel beyannamesine, insanlığa ve vicdana uygun olanın daha güçlü olduğuna inanıyorum.
Bazen şöyle sözler edilir: Çok özgürlük verirseniz, otoriter ve totaliter eğilimler de büyüme olanağı bulur. Halbuki siz, gerçekten demokratik kanalların açık olduğu yerlerde totaliter eğilimler değil tam tersine demokratik eğilimler gelişiyor, demiş oluyorsunuz
Şöyle ifade edeyim o zaman: Bir birey otoriter ve totaliter eğilim istemez, bir insan bunu istemez. Bir siyasi parti veya büyük örgüt ortamında siyasi güç peşinde koşan kitleler bunu ister; tarihte örnekleri var ama bunu yapan perde arkasından yapıyor. Onun için change.org gibi yapıların iyilikleri artırdığına, toplumları iyi yerlere götürdüğüne inanıyorum.
Bu aynı zamanda, Weimar Almanyası’nda faşizmin yükselişi üzerine bir tartışma. Anayasa hukukçusu Osman Can yazdı. Faşizmi büyüten daha fazla demokrasi değil daha fazla baskıdır diye…
Ben olaya daha çok Sistem Teorisi açısından yaklaşıyorum. Sistemin iyi işleyişini, üretkenliğini, ilişkilerin ve o sistem içindeki çalışmanın akıcı olması için gerekli koşullardan biri güzel ve hızlı iletişim, beraber çalışabilme, birlikte iş yapabilmektir. Bütün bunlar etik olmayı gerektiriyor. Ahlak olmadığı takdirde, vicdani hareket olmadığı takdirde, sistem çöküyor. Faşizm kaç yıl dayandı ama demokratik sistem kaç yıldır devam ediyor? Kimi zaman sistem kötüye gider, bu yolda acılar da çekilir ama sistem içindeki dinamikler bunu düzeltir. Sistem faşizme gitmemek için direnç gösterir…
Siz bu teorinin pratiğini yapıyorsunuz diyebilir miyiz şimdi?
Bireylerin vicdani konularda harekete geçmelerini, haksızlığa karşı ses çıkarmalarını, haksızlığa karşı yalnız olmadıklarını bilmeleri ve arkalarında insan toplayabilmelerini ve arzu ettikleri güzel geleceği, doğaya ve insana zarar veren değil, güzellik katan geleceği yaratmaları için bir araç sunmanın bir parçası olmaktan mutluyum.
Artık Herkes Kampanya Açabilir
Herkes her konuda kampanya açabiliyor. Change.org’a giriyorsunuz, Kampanyayı Başlat yazan kırmızı düğmeye tıklıyorsunuz. Üç soru var: Neyi değiştirmek istiyorsun? Muhatabın kimdir? Bunu neden istiyorsun? Ondan sonra bir ilk kampanya girişi geliyor. Kampanyanı Düzenle tuşuna basarak düzenleyebiliyorsunuz. İsterseniz video ve resim ekliyorsun, bilgi ve haber geçiyorsun. Bütün sosyal ağlarla bağlantılı olarak güçlü bir şekilde insan toplama şansın var.
Destek olmak için de en önemli kampanyalar ana sayfada var. Onun dışında tematik arama yapabiliyorsun. Ayrıca Başarılı Kampanyalar ve En Çok Destek Alan Kampanyalar listeleri var. Kampanya başarıya ulaştığında da, nasıl başardığınızı anlatıyorsunuz. Ve o hikaye artık toplumsal tarihe mal oluyor. Aynı kampanyayı üç dört kişi açtıysa, insanlardan iznini alarak birbirine bağlayabiliyoruz. Sözgelimi şu anda Göztepe Parkı’na cami yapılmasına karşı on tane kampanya var. Biz en başarılı 3-4 tanesini izin alarak birbirine bağladık. Biz editör bile değiliz. Sadece soru sorabiliyoruz, karar veremiyoruz, sadece öneri yapabiliyoruz. Yani tamamen dış kapının mandalıyız.
Sosyal Fayda da Üreten Yeni Bir Finansman Modeli
change.org’un finansmanı nasıl sağlanıyor?
Aslında change.org’a geçmemin sebeplerinden biri de finansman modeli. change.org, B Sertifikalı, sosyal sorumlu bir şirket. Geliri, tekrar amacına yönelik yatırıma yönlendiriyor. Sermaye değil kurumsal kapasite birikimi oluşuyor.
change.org’un cirosu Türkiye’de karavan üreten bir küçük şirketin cirosu kadar, global olarak 15 milyon dolar. Yani bu, Türkiye’de bir KOBİ büyüklüğüdür. 150 çalışanı ve sadece 15 milyon dolar cirosu olan ama çok etkili, çok verimli çalışabilen bir kuruluştan bahsediyoruz.
Peki bu para nereden geliyor? change. org sadece bireyleri örgütleyip sivil aktivizmi yükseltmiyor. O aktivizmi alıp STK’lara kazandırıyor. Diyelim sen hayvan haklarıyla ilgili üç kampanyaya katıldın. Demek bu konuda duyarlısın. Dördüncü imzanda karşına, diyelim HAYTAP’ın tanıtımı çıkıyor ve soruyor: HAYTAP’a üye olmak ister misin? HAYTAP seninle bağlantıya geçsin mi? Dolayısıyla aktivistlerle STK’lar arasında çöpçatanlık yapıyor. O çöpçatanlık faaliyetinden de, yani her yeni üye kazandırmadan çok küçük bir pay alıyor.
Gelirden de öte, çok güzel bir sosyal fayda modeli bu. Peki, change.org hangi STK’larla yapıyor bu çalışmayı?
ABD’de change.org’un işbirliği yaptığı kurumlar listesinde Greenpeace, yoksulluğa ve eşitsizliğe çözüm geliştirmek için 90 ülkede çalışan Oxfam, Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve ABD’nin en büyük çevre kuruluşu olan Sierra Club var.
Türkiye’de bu uygulamaya başladınız mı?
Hayır, zaten change.org şimdilik sadece üç ülkede, ABD, İspanya ve İngiltere’de bu finansman modelini uyguluyor. Aslında ABD, İspanya ve İngiltere demek lazım çünkü İspanya’nın ekonomik katkısı İngiltere’den daha fazla.
Türkiye için böyle bir planınız var mı?
Türkiye’de de bir milyon kullanıcıya ulaştığımızda -ki bunu bir-bir buçuk yılda başarabiliriz diye düşünüyorum- o zaman biz de çöpçatanlığa başlayabiliriz.
EKOIQ Dergisi Ocak 2013 Sayı: 25