Apple’ın dediği gibi, farklı düşün. Artık herkes birbirine bunu söylüyor veya o gözlerle bakıyor: Farklı Düşün! Diğer birçok şey gibi, söylemesi kolay, yapması zor… İnsanların alışkanlıklarının, bildikleri, alıştıkları, ezberledikleri şeylerin dışına çıkması çok zor. Konfor alanlarımızın dışı, tedirginlik yaratıyor. Ancak 21. yüzyıl, bildik kalıpların dışına çıkamayanların hayal kırıklıklarıyla dolu olacak gibi. Örnek mi? “Türkiye’de yapı işi çok kârlı; yıkalım, çabucak, burada kimler yaşayacak çalışacak hiç düşünmeden, devasa yapılar dikip satalım” diyenler hayal kırıklığına uğrayacakların başında geliyor. Ekonominin verimlilik açısından en az üretken sektörü inşaat hiç zora düşer mi demeyin, bu sene beş dalda Oscar adayı olan ve en iyi uyarlama ödülünü kazanan Big Short filmini izleyin, mortgage krizinde hayalet kasabalara dönüşen San Francisco’daki lüks sitelerin arkasındaki kısır ekonomiyi anlamaya çalışın (türevin türevinin türevini nasıl sattıklarını görmek gerçekten inanılmaz). Biz de çok değil birkaç on yıl içinde, böyle hayalet gökdelen ve yerleşim yerleriyle karşılaşırsak çok şaşırmayalım…
Tersi eğilimler yok mu? Elbette var. Özellikle gençler, geçmişin ve bugünün hayaletlerine takılmadan, onlarla boğuşmadan yeni şeyler hayal etmekte hem yetenekliler hem de ısrarlılar. Üstelik içinde bulunduğumuz toplumsal iklim hep tersini söylese de. Sanırım onlar, geçmişin, yaş almışların sesini, varoluşları gereği daha az dinleme eğilimindeler. Tecrübe dediğimiz ve aslında zaman zaman çok da yararlı olabilecek şey, ne yazık ki onlara sadece ayak bağı oluyor. Bu ayak bağlarını çözüp yola koyulabilenler ise, ilerleyebiliyorlar…
Önümüzde çok açık bir şekilde duran sosyal, çevresel ve ekonomik meydan okumaya, herkesin bir yanıtı olması lazım hâlbuki. Bugün günü kurtarmaya çalışmanın ötesine geçmek isteyenler olduğu gibi, gözlerini kapatıp, her şeyin kendi rotasını kendi kendine bulmasını -nafile bir şekilde- bekleyenler hâlâ çoğunlukta. Ne yazık ki, yapısal sorunların neden olduğu iktisadi durgunluk ve yerinde saymanın, aynı yapısal sorunları üreten çözümlerle giderilmesini bekliyor çoğu kişi. Ve tüketici, üretici, sanayici, siyasetçi, yönetici, kim olursa olsun etrafımızı giderek daha fazla saran ekonomik sorunları derinden hissetmekle birlikte, çözüme giden yola doğru ilerlemek yerine, kısa vadeli çözümlerle oyalanmayı daha “faydalı” buluyor gibi. Bu tabii ki anlaşılır bir şey ancak, sosyal ve çevresel faydayı gözeten sürdürülebilirlik çözümleri, tüm bu sis perdesinin bir parça daha arkasına düşmüş gibi geçtiğimiz yıllara göre…
Paris İklim Zirvesi sonrası, gündemin ve çalışmaların hızlanmasını beklerken, bu yavaşlamanın arkasında mülteciler, ekonomik durgunluk ve şiddet olayları yatıyor tahmin edebileceğimiz üzere. Ancak bu bir sarmal; sorunu yaratan olguları yok edeceği yerde, sorunu daha da güçlü bir şekilde üretecek süreçleri güçlendirmekten başka da bir işe yaramıyor bu yaklaşım. Yılan kendi kuyruğunu yemeye devam ediyor…
Başta bahsettiğimiz The Big Short filmindeki “Büyük Açık” sadece finansal bir tabir olarak ele alınsa da aslında sadece bir kredi krizi ve finansal kriz gibi kabul edilmeyebilir. Ne zaman ki Büyük Açık’ı, gezegenden aldıklarımızla, ona geri ödediklerimiz, tüm insani faaliyetlerimiz arasındaki (biyoçeşitlilikten suya, ormanlaştırmadan atmosferdeki karbon emisyonlarına, bölgesel ve sınıfsal eşitsizliklere kadar uzanan) açık olarak kavrayabilir ve sorunların kökenine inerek, çevresel ve sosyal açıklarımızı kapatacak yeni bir zihniyet oluşturabiliriz. İşte o zaman yeni bir uygarlığa adım atacağız. Bize düşen, hiç durmadan bu Büyük Açık’ı hatırlatmak sanırım…