Rönesans Holding ve Rönesans Eğitim Vakfı tarafından Türk Eğitim Derneği işbirliğiyle kurulan TED Rönesans Koleji, doğa dostu binası ve uygulamalarıyla çevre bilinci yüksek çocuklar yetiştirmeyi hedefliyor. Amerikan Yeşil Bina Konseyi tarafından verilen LEED Gold sertifikasını almaya hak kazanan ilk kolej olan okulu hem gezdik, hem de kurucu Kurucu Müdürü İpek Ak ile sürdürülebilirlik çalışmalarını konuştuk.
Yazı: Nevra YARAÇ
Fotoğraflar: Özgür GÜVENÇ
Çocuğunuz varsa, hele bir de okul çağı yaklaşıyorsa vay halinize… İdealinizdeki okulu ya da en azından o ideale yaklaşanı bulana kadar hummalı bir araştırma süreci bekliyor sizi. Okul seçiminde herkesin farklı kriterleri olsa da bugün artık, dünyanın hızla değiştiğini -hem olumlu hem de olumsuz anlamda- bu değişimin farkına varmanın, buna ayak uydurmayı sağlayacak becerileri geliştirmenin ve acil çözüm gerektiren konulara yaratıcı çözümler bulmanın ne kadar önemli olduğunu da aklın bir köşesinde tutmak gerekiyor. Akademik başarı elbette önemli, bilgi elbette bir güç ama bunun etkin kullanımı bugün artık 21.yüzyıl becerileri dediğimiz yaratıcılık, empati, ekip çalışması, liderlik, problem çözme, eleştirel düşünme gibi yetilerin çocuklara kazandırılmasıyla mümkün. Üste lik tüm bunların akademik başarıyı artırdığı da araştırmalarla ortaya konuyorken öğrenmeyi yeniden tasarlamak kaçınılmaz. Zira yüksek farkındalık düzeyleri, yaratıcı düşünceleriyle çocuklar geleceğimizi değil, aslında tam da bugünümüzü şekillendiriyor.
Dünyada birçok eğitim sistemi bu yönde kendini yenilemeye başladı, Türkiye’nin bundan nasibini aldığını söylemek zor olsa da gelişmeleri yakından takip eden, hem bireylerin, hem içinde yaşadıkları toplumun, hem de gezegenin iyiliği için uygulamalar geliştiren ve bu vizyonlarını okulun tümüne, hatta okul dışına yayan okulların sayısı da artıyor ki bu da umut verici.
Bu okullardan biri Rönesans Holding ve Rönesans Eğitim Vakfı tarafından Türk Eğitim Derneği işbirliğiyle kurulan TED Rönesans Koleji. Binası LEED Gold sertifikası alan okulun içinde küçük bir gezintiyle binanın içindeki duvarlara kadar yansımış sürdürülebilirlik yaklaşımını görebiliyorsunuz. Okulun kurucu müdürü İpek Ak ile öğrencilerinin katılımıyla gerçekleştirilen uygulamalarını, 21.yüzyıl becerilerini, teknolojinin bu tabloda nerede durduğunu ve çocukların yarattığı dönüşümü konuştuk. Okul binanızın sürdürülebilirliği sertifikalandırıldı. Ne gibi uygulamaları gerçekleştirmek gerekli bunun için?
Okulun binası yapılırken Amerikan Yeşil Bina Konseyi’nin LEED Gold sertifikasyon sistemine gönüllülük üzerinden başvurulmuş. Bunun kabulü için birçok gerekliliğin yerine getirilmiş olması lazım. Binanın mimari çizimleri bile enerji tasarrufu noktasında yapılmış; binayı öyle konumlandırmanız gerekli ki güneş ışığından en yüksek miktarda faydalanabilin; böylece enerji harcamaya çok fazla gerek kalmasın. Rezervuarların sensörlü olması, suyun ayarlanması noktasında hangi mekanizmaların, tesisatın kullanılması gerektiği, normal temiz havanın içeriye girebilmesi için yapılması gerekenler, havalandırmayı güçlü kılması için doğal havalandırma kanallarının açılması… Bütün bunların toplamında binanın %40 enerji ve su tasarrufu yapabiliyor olması lazım. Ayrıca içeride kullandığınız tüm malzemelerin doğa ve insan dostu olması da şart. Duvara sürdüğünüz boyanın kimyasal içermemesi, yerlerinizin doğal malzeme olması gerekiyor. Bunlar da büyürlerken çocuklar için çok avantajlı bir durum. Hem doğal malzemelerle tanışıyorlar, hem de kimyasal maddelere maruz kalmıyorlar.
Çocuklar bunun ne kadar farkında?
Anlatılıyor bu çocuklara. Çevreye duyarlı bir bilinç geliştirebilmek için “çevreye etkim ne, çevrenin bana etkisi ne” kısmında bunu çalışmanız icap ediyor. Böyle bir binada bulunmakla başlıyoruz aslında, sonra da bilinç düzeyini yükseltecek çalışmalar yapıyoruz.
Ne tür çalışmalar bunlar?
Çevre bilinci için çocukların öncelikle saygı mefhumunu biliyor olması lazım. İnsana, doğaya, hayvanlara saygı… Ana sınıfında doğayı sevdirmekle başlamak durumundasınız, sevdiğiniz şeyi korursunuz çünkü. O bilinç yükseldikçe, önce tutumlar geliştirmeleri, sonra da bu tutumları davranışa dönüştürmeleri lazım. Tasarruflu su kullanıyor mu? Atık malzemeleri gerekli yerlere atıyor mu? Işıkları gereksizse söndürüyor mu? Arkadaşlarını bu konularda uyarıyor mu?
Doğayı görerek, hayvanı dokunarak sevebiliyorlar mı peki? Bunlara dair örnek uygulamalarınız neler?
Mesela her yıl nisan ayı sonu gibi ekime başlarız. Küçük bir bahçemiz var, oraya tohumlarını ekiyor çocuklar. Sonrasında onları sulamak, dokunmak, toplamak onlar için büyük bir zevk. Çevre bilinci bir derse değil, bütün disiplinlere ait bir şey, onun için her dersin müfredatına entegre edilmiş bir program var. Ve bu program dahilinde bazen disiplinler bir arada, bazen de tek başına çalışıyorlar. Mesela beden eğitimi dersinde atık malzemelerle toplar ürettiler. Pet şişelerle ana sınıfının yaptığı güzel çalışmalar var. Uluslararası Eco-Schools (Eko- Okullar) Programı’na dahil olmanın gereği olarak her yere atık pil kutuları yerleştirdiler. Çocuklar normalde çevreye dair her günde sunum yaparlar. Biz onları eylem yapmaları için de kışkırtıyoruz. Pankartlar ellerinde hem okulda dolaşırlar hem de gidebildikleri bir yer varsa onlarla çıkar, slogan da atar, eylem yaparız. Çünkü bu iş, sadece çocukların bilinç düzeyini geliştirmekten değil, onlarla birlikte çevreye de bir bilinç hediye etmekten geçiyor.
Okulun günlük yaşantısına nüfuz eden bir anlayıştan söz ediyorsunuz. Peki veliler nerede duruyor bu yaklaşımda?
İlk veli toplantımızda şunu ilan ederiz: Sizinle sadece e-mail üzerinden yazışacağız, karneleri dahi çocukların eline vermeyeceğiz, elinize yazılı bir çıktı gelmeyecek okuldan. O yüzden mail adresleriniz güncelliğini korusun, çünkü günde üç-beş yazı gönderebiliyoruz. Yıl içinde düşündüğünüzde kim bilir ne kadar kağıt ve ağaç israfını önlemiş oluyoruz. Velilerde de bir bilinç oluşuyor. Burada geliştirdiğimiz faaliyetlere, sergilere de mutlaka onları davet ediyoruz. Çocukların öğrendiklerini evlerine, yakın çevrelerine taşımalarını önemsiyoruz.
Evinde bir dönüşüme öncülük eden çocuklar var mı?
Tabii, geçen gün bir tanesi beni durdurdu, evde damlayan rezervuarı tamir ettirdiğini söyledi. Bir çocuğun yapmasını beklediğiniz şey bu işte. Onu dikkate almak da ayrı bir şey…
Eko-Okullar Programı neleri öngörüyor?
İki yılı doldurduk, bu yıl yeşil bayrağımızı alıyoruz. Okul olarak her yıl belirlenen tema kapsamında bir eylem planı geliştiriyorsunuz. Çocuklardan ve öğretmenlerden oluşan bir Eko-Okul komitesi, eylem planını yapmaktan ve okula yaymaktan sorumlu.
Eylem planında neler var?
Bu yılın teması atıklar ve geridönüşüm. 1. sınıflar atık malzemelerle robot tasarımı, 4. sınıf öğrencileri bilişim teknolojileri dersinde çevre kirliliği ile ilgili elektronik poster, 7. sınıf öğrencileri görsel sanatlarda atık malzemeler ve gazete kağıtlarının üçboyutlu çalışmalarını gerçekleştirdiler. 5.,6. ve 7. sınıflar ikinci yabancı dil derslerinde farklı dillerde atık malzemeyi ayrıştırma çalışması yaptılar. Ana sınıfları yağmur suyu toplama kapları, geridönüşüm kutuları, 5. sınıf öğrencileri atık malzemelerle sindirim ve boşaltım sistemi modelleri yaptılar. Neyi, nasıl yaptıklarıyla ilgili ayrıntılı raporlar oluşturuyorlar. Sorumlu öğretmen de fen bilgisi öğretmenleri ve çalışmaların bütün okula yayılması, disiplinler arası yatay entegrasyonu için çalışıyor.
STK’larla ortaklık yapıyor musunuz bu konularda?
Birçok STK ile çalışıyoruz. TEMA ile çok yakın çalışıyoruz. Ana sınıfı öğrencilerimiz de TEMA Vakfı’nın Yavru Tema’ları.
Yemekhanenizde nasıl bir beslenme düzeni söz konusu, gıda atıkları değerlendiriliyor mu?
Beslenme dostu okul olmanın da belli kriterleri var, onun için de başvurduk. Kantinimiz yok. Okul doktoru, okul diyetisyeni, gıda mühendisi, öğretmenlerimiz ve bir okul aile birliği üyesinden oluşan yemek komitemiz var. Onlar her hafta toplanır, menüler kalori hesabına göre çıkar; kahvaltı, öğle yemeği ve akşamüstü kahvaltıları da burada yapılır. Mesela organik olmayan tavuk eti, paketli, donmuş ürün girmez okula; margarin yenmez, hiçbir şekilde meyve suyu girmez dışarıdan, taze sıkılır. Atıştırmalık olmaz. Şekerli bir şey vermek istiyorsak, taze meyvelerden şeker miktarını asgaride tutarak hoşaf ya da burada demlenen çaydan ice tea yaparız. Kalan yemekler de hayvan barınaklarına gidiyor.
21. yüzyıl becerilerinin geliştirilmesi yönünde neler yapıyorsunuz?
Ana sınıfından aldığınız bir öğrenciyi 12. sınıftan mezun edecekseniz, 13 yıldaki mesleki olgunlaşma sürecinde okulun 21. yüzyıl becerilerini hangi alanlarda, ne yaparsa destekleyebileceğini müfredatına entegre ediyor ve planlıyor olması lazım. Önce çocuklara kendi becerilerini tanıtmakla başlıyoruz. Kulüp faaliyetlerinde bilim, spor ve sanat alanlarında rotasyonla tanıtım yapıyoruz. Kendilerini keşif süreçleri diye tanımlıyoruz bunu. Çünkü ancak keşif süreçlerinde kendilerini yakalarlarsa o becerileri alıp geliştirebiliyorlar. Ondan sonra derslerimize entegre ettiğimiz beceriler var. Sunum yapabilme, kendini doğru anlatma, Türkçeyi çok doğru kullanabilme, ikna edebilme ve başkalarına konuşabilmeyi neredeyse bütün derslerde önemsiyoruz.
Okul öncesi yıllardan itibaren “ben” ve “başkaları” kavramıyla karşısındakine saygı duymak ama önce kendine saygı duymak -altı adımlı empati diyoruz ona- çeşitli sorularla başlar. Yine bunların bütün disiplinlerin içinde bulunması gerekli. Zamanı doğru yönetme becerisi çok önemli, hele de şimdilerde. Okulun genelindeki uygulamalar sizde bir beceriyi geliştirmeyi hedef almalı. Mesela okulda zil çalmaz. Herkes programını bilir. Burada en kritik nokta sorumluluğu çocuğa vermek. Sorumluluğu verdiğiniz anda, ona sahip çıkıyor.
Teknoloji nerede duruyor bütün bu çizdiğiniz tablo içinde?
Teknoloji çocuklarca doğal yaşamın bir standardı. Doğdukları şey internet dünyası, bizim için öyle değil. Onlar için yaşam standardı olan bir şeyi yok sayamazsınız; o aracı bilinçli ve etik kullanmak şartıyla. Bu nedenle teknoloji kullanımında en önce yapılması gereken -ana sınıfından itibaren öyle başlıyoruz- işin etiğini öğretmek. Teknolojiyi kullanırken hem kendine hem de başkalarına saygı gösterebilmelerini sağlamak, içindeki malzemeleri ve materyalleri nasıl okuyacağı ve geliştireceğiyle ilgili doğru vizyonu verebilmek gerekli. Ondan sonra dengeyi yakalıyorlar. Eğer mahrum ederseniz, doğru entegrasyonlar yapmazsanız, işin etiğini, pedagojisini atlarsanız yakalayamazlar, hatta çok zararlı olabilir. Çünkü sanal ortam kendinizden başka bir şey olma hakkını veriyor size. Kendinizden çok farklı bir kimliği orada sergileme özgürlüğüne sahipsiniz. 7. sınıflarımızda başladığımız, uluslararası BTEC programı, mesleki uygulamaları kapsıyor. Sosyal medya dersini alıyor çocuklar. Sosyal medyanın etiğiyle başlıyorlar, kullanımını öğreniyorlar. Kodlama derslerine de anaokulunda başlıyoruz. Çocukların önünü açan, her sınıf
Okulun sürdürülebilir uygulamaları velilerin okul seçiminde bir kriter mi?
Çok net, “evet bunun için bu okulu seçtim” diyen veli sayısı çok azdır. Bizim başarı tanımımızın içinde çocukların hayata dair becerileri geliştiriyor olmaları var. Ama başarı tanımı TEOG’dan aldıkları sonuç olursa o zaman bu kısma zor geliyorsunuz. Ben yaptığımız toplantılarda, aday velilerle konuşurken biraz da bu bilinci yükseltmek, geliştirebilmek üzerine emek sarf ediyorum.
Eğitim becerilere odaklanmalı diyoruz ama Türkiye’de yapılan değişiklikler, farklı bir yol açmak yerine mevcut sistemin içinde yapılıyor. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu dönem ana sınıfına giden bir öğrencinin 2035’li yıllarda üniversite eğitimini bitirdiğini ve hayata atıldığını düşündüğümüzde, onu bekleyen meslek dallarına kafa yoruyoruz. Ama şöyle de bir öngörü var, meslekten ziyade kendilerini geliştirecekleri sertifikasyonlara daha çok ihtiyaçları olacak ki burada yine beceriye geliyoruz. Araştırmalar neredeyse her 10 yılda bir meslek değiştireceklerini, farklı alanlara yöneleceklerini gösteriyor ki bu eğilim başladı bile. Hatta bunun için üniversiteye bile gerek kalmayacağı var sayılıyor. Günümüzde üniversite eğitimini değil ama bir beceriyi gerektiren blogger’lık var örneğin. Onun için beceri gelişimine odaklanıyor olmak bir eğitim örgütünün bence en önemli hedefi, ideali olmalı. Kendi ilgi alanlarında, kendi kariyerlerinde, kendi yetenek ve becerilerinde çocukların yakaladıkları durumlara doğru seçeneklerle hizmet etmeliler. Çocuklarınızın kendilerini iyi hissettikleri alanlarda daha da yukarıyla tırmanmalarını sağlayacak zorluk derecesinde olan olanakları ya da seçenekleri yaratmanız gerekli. MEB bu noktada elinizi kolunuzu bağlamıyor. Yapmak istiyorsanız yapıyorsunuz, o da size onayını veriyor. Müfredatı yorumlamak, 12. sınıftan mezun edeceğiniz, hayata hazırlayacağınız çocuğunuzla ilgili bir derde düşmek ve onun o yolculuğuna “nasıl doğru hizmet ederim”i planlamakla mümkün bu. Vizyoner olmak zorundasınız. Geleceğin neler beklediğiyle ilgili bilincinizin olması lazım ve ondan sonra ana sınıfından 12. sınıfa kadar bütün müfredatınızı o ideal doğrultusunda entegre edeceksiniz, sorgu cümleleri geliştireceksiniz. Kendinizi sürekli uluslararası sınavlarla ölçümleyeceksiniz. Bu sorgu hiç bitmemeli. Oldum, bittim diyorsanız okul olarak kapatın kapılarınızı. Veliler bize çocukları nasıl yönlendirdiğimizi soruyorlar. Biz yönlendirmiyoruz, onlar kendilerini yönlendiriyor. Var olan bir potansiyeli ortaya çıkarabilmek önemli. Zorlamayla hiçbir şey olmuyor. Zaman zaman nehir akarken kenardan o yatağı düzenliyorsunuz ama en çok yaptığımız şey çocuğun kendini keşfetmesini, kendi yolunu bulmasını sağlamak.
Her gün iç içe oldukları çevrenin sorunlarını tespit edebilme konusunda çocukların farkındalıkları ne düzeyde?
Öğrenciler gelip idarecilerine bir sorunu tespit ettiklerini ve onun için çalışmak istediklerini beyan ediyorlarsa doğru noktadayız demektir. Geçen gün odama gelip hayvan barınaklarıyla ilgili projelerini anlattılar örneğin. Burada ölçümünüz aslında onların coşkusu, onlarda yarattığınız merak duygusu ve eleştirel bakış. Biz buna “maruz kalalım” istiyoruz. Onlar projelendirsin ve yapsın, biz de onların ürettiklerini destekleyelim. Onlar kendi farkındalık düzeylerine daha çok sahip çıkıyorlar, haklarını savunuyorlar…