TÜSİAD için hazırlanan Ekonomi Perspektifinden İklim Değişikliğiyle Mücadele raporunun da yazarlarından biri olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ebru Voyvoda, çevre vergilerinin iyi sonuçlar yaratabilmesi için insanlara iyi anlatılması ve bu paranın özellikle alt gelir gruplarına yeniden bir şekilde sübvansiyon/destek olarak geri verileceğinin gösterilmesi gerektiğini söylüyor.
YAZI: Barış DOĞRU
Vergi konusunu gündemimize almamızı sağlayan iki temel vakıa yaşandı geçtiğimiz aylarda. Birisi Fransa’daki “Sarı Yelekliler”, diğeri de ülkemizdeki poşet vergisi. İkisi de, bildiğiniz gibi bir tür ekoloji yararı öngören vergi girişimi ve ikisi de büyük bir gürültü çıkardı. Birincisi, Fransa’dan başlayarak dünyayı sarstı. İkincisi ise büyük bir homurdanmaya yol açtı. Marketteki kasiyer arkadaşlar, “Bu kadar zam yaşandı, kimsenin çıtı çıkmadı ama bu poşet konusundaki kadar insanların sinirlendiğini hiç görmemiştik” diyorlar. Buradan konuşmaya başlayalım mı?
Aslında geniş anlamda bir çevre vergisi olarak kabul edilebilir “poşet vergisi”. Literatürde bu konudaki en net çalışan örneklerden biri olarak veriliyor, çünkü talep esnekliği çok yüksek. Yani poşetin alternatifleri var; birinden diğerine geçmek kolay. Komünikasyonu da kolay, onun için dünyada daha çok tamamen yasaklanma olarak uygulansa da aslında poşet vergisi uygulaması da tüketim talebini azaltma açısından neredeyse her ülkede işe yarıyor. Ama bütün çevre vergilerinin işe yarayabilmesi için herhalde en önemli noktalarından bir tanesi iletişimlerinin iyi olması. Yani hangi amaca hizmet ettiğinin açık bir şekilde anlaşılabilmesi için gerek maddi gerekse de çevresel faydalarının çok iyi anlaşılması gerekiyor. Bence bizdeki poşet vergisinin temel sorunu bu aşamanın atlanmış olmasıydı. Bu yüzden en işe yarayabilecek örnek, tökezleyerek ilerledi ama nihayetinde önemli sonuçları oldu, ciddi davranış değişikliğine ulaşması bekleniyor.
Sarı Yelekliler meselesine gelince, Fransız hükümeti tarafından getirilen en son akaryakıt vergilerine verilen tepkinin bir son aşama, son kıvılcım olduğunu düşünüyorum. Bir birikmenin son noktası. Bu poşetten de farklı, çünkü aslında akaryakıt vergisi çok esnek değil, alternatifiniz yok. Poşetin çok alternatifi var, çözümü kolay, yanınızda bez torba taşıyarak sorunu bir şekilde halledebilirsiniz. Ama enerji dediğimiz şeyin yerine alternatifinin konması çok kolay değildir; özellikle akaryakıt kullanıyorsanız, otomotiv kullanıyorsanız, bunu bir kalemde çözmeniz mümkün değil; onu yine kullanacaksınız. Bence Fransa’daki sorun, öyle bir şey. Eğer gerçekten sonuç almak, akaryakıt kullanımını düşürmek istiyorsanız, önce alternatifinizi getireceksiniz. Sözgelimi toplu taşımayı kolaylaştıracak, erişilebilir hale getireceksiniz. Ancak sonrasında bu vergiler yoluyla davranış değişikliğine ulaşabilirsiniz. Bu noktada genelde çevre vergilerinin, özeldeyse enerji vergilerinin bu yıkıcı etkisini telafi edecek başka yollar muhakkak bulmalısınız ki hem pozitif bir davranış değişikliğine yol açsın, hem de elbette sürdürülebilir olsun. Bu yollar üretilmeden yapıldığı için, davranış değişikliğine değil, bu zamana kadarki birikimlerin de sonucu olarak sadece tepkiye yol açtı.
O noktada sanki bir davranış değişikliği de hedeflenmemiş gibi. Daha çok ekonomik sıkıntıların yükünü çalışan sınıfların üzerine biraz daha yıkmaktan başka bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Bence Fransız işçi sınıfı da bunu anladı ve tepki gösterdi.
Tüketicinin üzerindeki enerji vergisinin eşitsiz bir tarafı var. Herkese aynı vergiyi, tükettiği mal ya da enerji üzerinden koyduğunuzda, bu durum zaten kısıtlı bütçesi olan alt sınıfları muhakkak çok daha fazla etkileyecektir. O eşitsizliği gidermenin başka yollarını bulmak zorundasınız. Zaten literatür bu konuda bir çok yol sunuyor bizlere…
Nedir bu yollar?
Genel olarak baktığımızda literatürün sunduğu iki çözüm var. Bir tanesi bu topladığınız çevre vergilerini insanlara, özellikle alt gelir gruplarına yeniden bir şekilde sübvansiyon/destek olarak geri vermeniz. Ya da öyle çevre politikaları uygulamalısınız ki, o getiri bir şekilde bu götürüyü karşılamalı. “Revenue recycling” olarak adlandırıyoruz bu politikaları. Aldığımız toplam geliri bir şekilde tekrar topluma geri döndürmeniz lazım eşitleyici bir biçimde.
Diğer yol ise, özellikle çevre veya enerji vergisi gibi, üretici kesimler üzerine yüklenen büyük vergi politikaları düşünüyorsanız, başka vergi yüklerinden bir şekilde tasarruf etmelerini sağlamak üzerine kuruludur. Böylece bir çeşit bir kazanç-kazanç durumu yaratabilin, bu çevre vergilerinin yükünü ya da enerjinin kolay ikame edilemezliğini bir şekilde esnetebilin… Bizim de Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. Erinç Yeldan ile birlikte 2016 yılında TÜSİAD için hazırladığımız “Ekonomi Perspektifinden İklim Değişikliğiyle Mücadele” raporunda yapmaya çalıştığımız biraz bu durumu ortaya koymaktı. İstihdam üzerindeki vergileri, çevre vergileriyle nötralize etmek ve böylelikle hem çevre üzerindeki beklediğiniz etkileri elde etmek, hem de aslında vergi yükünü bir şekilde tekrar nötralize ederek ekonominin üretici sektörleri için durumu kolaylaştırmak. Aslında çevre vergilerinin, özellikle de enerji vergilerinin iletişimi de genel olarak bu şekilde oluşuyor.
Fransa ile karşılaştırıldığında İrlanda örneği, iyi sunulmuş, anlatılmış ve adil bir şekilde uygulanmış çevre vergilerinin tepki çekmeden uygulanabildiğini göstermesi açısından son derece önemli. İrlanda’da da bu vergiler konmuş ama çok iyi iletişimi yapılmış. Toplanan vergi gelirleri ayrı bütçelerde toplanmış ve bunların gerçekten çevresel düzenlemeler için ve alt sınıfların yarına kullanıldığı topluma gösterilmiş. Ve çok daha kolay, hiçbir sorun yaşamadan gerçekleştirilebilmiş…
Aslında Türkiye açısından en büyük sorunlardan biri bu. Çok çarpıcı olduğundan raporlarda sık sık kullanıyoruz bu veriyi: OECD’nin yurtiçi hasılaya göre çevre vergileri oranı verilerine bakarsanız, Türkiye’nin en yüksek çevre vergisi alan ülke konumunda olduğunu görürsünüz. Neden? Çünkü bütün bu akaryakıt üzerinden alınan vergiler, sınıflandırma olarak, çevre vergilerinin içinde yer alıyor. Ancak tabii ki bu vergiler genel bütçeye gidiyor ve çevre vergisi ismini taşımasına rağmen çevre için kullanılmıyor. Söylediğiniz çok doğru, bu topladığınız vergilerin nereye gittiği, çevre için ne yapıldığı, ne kadarının genel bütçeye, ne kadarının alt gelir gruplarının kaybını telafi etmek için kullanıldığının şeffaf bir biçimde görünmesi, bu vergilere olan direnci de azaltabilir zaman içerisinde.
Döngüsel ekonomi üzerine bir kitap okurken dipnotlarda rastlayıp takip etmeye başladığım Ex’tax Projesi’ne getirmek istiyorum sözü. Bağımsız bir vakıf olarak faaliyet gösteren bu düşünce kuruluşu da, aynı sizin sözünü ettiğiniz gibi, vergileri başka vergilerle ikame ederek, emek üzerindeki vergileri düşürerek istihdamı artırmayı ve kaynaklar üzerindeki vergileri artırarak kaynak verimliliğinin sağlanabileceğini iddia ediyor. Ne dersiniz?
Evet, genel mantık olarak benziyor. Bu, genel teorinin bir başka uygulaması olarak kabul edilebilir zaten. Türkiye özelinde daha önce çevre konuları ile ilgili olmayan, sadece büyüme odaklı birkaç çalışmamızda da bu konudan bahsetmiştik. Çevre alanında gelişme sağlamak için üretim üzerinde onu telafi edebilecek başka vergi türleri veya sübvansiyonlar söz konusu olabilir ama aslında Türkiye için baktığınızda en önemli, en öne çıkan aday vergiler, doğal olarak istihdam vergileri oluyor. Türkiye’nin genel istihdam yaratma problemi ile birlikte düşünüldüğünde çevre vergilerini en iyi nötralize edebilecek vergi politikalarının en iyi şekilde tasarlanması gerekiyor. İstihdam vergisi özelinde, hem çevre üzerinde varmak istediğiniz hedefe varıyorsunuz, hem verimlilik artırıcı birtakım önlemler ve pratikler geliştirmiş oluyorsunuz hem de istidam üzerindeki yükü azaltmış oluyorsunuz.
Aslında tüm konuyu uzun vadeli düşünmek lazım. Vergi dendiğinde sadece yük olarak düşünüyoruz ama özellikle çevre vergileri meselesinde uzun dönemde büyüme için verimlilik artırıcı tarafları var. Yenilenebilir ve alternatif enerji teknolojilerinde son derece hızlı bir gelişme var, bunu dikkate almak lazım. Dolayısıyla alınan verginin bir şekilde yeniden bu enerji türlerine ve yeni teknolojilere kanalize edilmesi çok önemli. Büyüme üzerinde çok daha güçlü sonuçlara da yol açması beklenir.
Bir yandan “revenue recycling” nötralizasyonu düşünürken bir yandan da aslında dünyada teknoloji nereye gidiyor diye düşünmemiz lazım. Teknoloji artık fosil yakıtlardan çok yenilenebilir enerjide verimlilik artırıcı aktivitelerde. Dolayısıyla “revenue recycling”in bir yöntemi de aslında yeni teknolojileri sübvanse etmek ve geliştirmek için kullanmak diye düşünebilirsiniz. Örneğin güneş enerjisinden küçük bir örnek: 2000’li yılların başında güneş enerjisi birim fiyatının kısa ve orta dönemde tahmini üzerine Avrupa’da çok ünlü araştırma gruplarının yaptığı çalışmalar var. Bu çalışma gruplarının yaptığı öngörüler, gerçekleşen fiyatların çok üzerinde görülüyor. Yani 10 yıllık bir süre içerisinde bütün öngörüleri yıkacak kadar ciddi teknolojik gelişmeler ve fiyat düşüşleri var. Toplanan bu çevre vergilerinin nereye gideceği meselesinde bence bunu da çok ciddi değerlendirmek lazım, çünkü aslında uzun dönemli büyüme için yeni teknolojilere ve teknolojik gelişmeye ihtiyaç duyuyoruz. Sadece alt gelir gruplarına yönelik eşitleme açısından düşünmemek lazım. Bence davranış değişikliğini zorlamak istiyorsak statik değil ama dinamik düşünmek gerekli. Bu açıdan da çevre ve enerji vergileri, özellikle fosil yakıt üzerindeki enerji vergileri önemli bir yere sahip.
Yani kamunun nereyi işaret ettiği önemli, değil mi?
İşaret açısından da önemli tabii. Nihayetinde vergi ve sübvansiyon gibi elinizdeki iktisadi araçlar ne işe yarar? Bir davranış değişikliği sinyali vermeye de yarar. Bu nedenle o aracı iyi planlamak/kullanmak gerekiyor. Hem statik olarak bu vergilerin zararlı yönünü telafi edecek ama dinamik olarak da mesela üreticileri yeni enerji formlarına doğru kaydıracak sinyallerden bahsediyoruz -ki aslında Türkiye’de bu sinyaller çok çabuk, çok esnek bir şekilde alınıp devreye konulabiliyor. Kamu destek işareti göstermese bile yenilenebilir enerjiye gösterilen ilgi bence böyle bir motivasyonun da göstergesi. Dünyada olup biteni izleyen gruplar, girişimciler aslında işin nereye gittiğini çok daha rahat görüyorlar. Kamunun buradaki sinyal verici politikaları çok önemli olur diye düşünüyorum.
Nordhaus ve Romer’in 2018 Nobel Ekonomi Ödülü’nü almaları da bu konunun altını çiziyor diye düşünüyorum. Nordhaus, piyasanın düşük karbonlu ekonomiye geçmesi için kamu yönetimlerinin mutlaka karbon vergisini kurgulaması gerektiğini vurgularken, Romer de devletin teknolojik inovasyon ve iktisadi büyüme için aktif rol üstlenmesi gerektiğinin altını çiziyor… Ne dersiniz?
Romer’in en büyük katkısı aslında içsel büyüme dediğimiz büyümeden kaynaklanıyor. Girişimciler neden Ar-Ge yatırımları yaparlar, neden bu maliyete katlanırlar ve bunun büyümeye nasıl etkileri olur? Nordhaus da aslında bu ekonomi, çevre ve enerji ilişkisini rahatlıkla modelleyebilmemizi ve anlayabilmemizi sağlayan temel araçları geliştiren kişi. Dolayısıyla çok doğru bir noktayı tespit ettiniz. Hem iktisadi gelişme açısından hem çevresel sonuçları açısından aslında en önemli politika araçlarından birini etkin kullanmak her iki yöne de sinyal vermek açısından, hem çevresel hem de büyüme sonuçları bakımından çok önemli. Bu kadar gündemde olması da hem iletişim hem de belki Türkiye’deki araştırmacılar açısından bir şans aslında. Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görülmüş bu alan ve Türkiye uygulamaları üzerinde çalışmak son derece çekici olabilir.
Bu dosyayı hazırlamaya karar vermemizde Sarı Yelekliler ve poşetten sonra aklımıza gelen bu ödül oldu aslında. Yani konu giderek ısınıyor gibi…
Çok haklısınız. Ben Nordhaus ve Romer etkisini hiç düşünmemiştim ama siz çok güzel hatırlattınız. Muhakkak bugün bu iki isme Nobel ödülü verilmesi, aslında neyin üzerinde durmamız gerektiği, dünya konjonktüründe neyin önemli olduğuna dair sinyaller veriyor. Tabii bizim almamız gereken çok yol var, özellikle bilgilenme, komünikasyon, ne olup ne bittiği üzerine. Küçük bir poşet meselesi bile bu kadar ciddi boyutlara ulaştığına göre aslında burada ciddi eksiklerimiz var diye düşünmek lazım sanırım. Politika yapıcıların ciddi programlama, önceden modelleme, bilgi toplama, insan davranışları ve ekonomik bireylerin davranışları üzerine yeterince bilgi sahibi olmaları gerekiyor. Bizim çalışmalarımız çok başlangıç seviyelerinde bu açıdan ama nihayetinde konuyu gündemde tutmak açısından belki bir parça etkisi olabilir…