Deloitte Türkiye Sürdürülebilirlik Hizmetleri Lideri Murat Günaydın, Bakü’deki COP29 konferansı boyunca yürütülen müzakerelerde geleneksel finansman mekanizmalarının ötesine geçmenin önemine işaret edildiğini belirtti. “COP29, özellikle donör tabanının genişletilmesine yapılan vurguyla aslında iklim finansmanının değişen manzarasını vurguladı” diyen Günaydın, sürdürülebilirlik hedeflerinin gerçeğe dönüşebilmesi için hem hükümetlerin hem de özel sektörün daha çok sorumluluk alması gerektiğini dile getirdi.
COP29’un sonuçları oldukça tartışmalı. İklim finansmanı konusunda istenen bir anlaşmaya çok uzak olduğunu söyleyen de var; yapılabileceklerin en iyisi olduğunu söyleyen de… En temelde iki başlık olduğunu söyleyebiliriz müzakerelerde. Birincisi gelişmiş ülkelerden gelişmekte olanlara yönelik desteğin büyüklüğü. 300 milyar dolarla sonuçlandı. Bu para size ve hesaplamalara göre yeterli mi?
Bahsettiğiniz gibi COP29’un ana gündemi iklim finansmanının artırılması konusuydu, bu nedenle de konferans öncesinde bu toplantı, sıklıkla “iklim finansmanı COP’u” olarak tanımlanıyordu. Bunun da başlıca nedeni, daha önce belirlenen ve iki yıllık gecikmeyle 2022’de ulaşılabilen 100 milyar dolarlık iklim finansmanı hedefinin 2025’e kadar geçerli olması. Hepimizin bildiği üzere dünya, iklim kriziyle mücadelenin geleceği açısından kritik bir dönemeci aşmaya çalışıyor. Diğer taraftan ülkeler, Paris Anlaşması’nda imza atılan hedeflere ulaşmanın oldukça gerisinde kaldıklarının farkındalar.
Gelişmiş ülkelerin iklim krizinde özellikle geçmiş dönemlerden kaynaklı paylarının sorumluluğunu üstlenerek ortaya çıkan eşitsizliklerden en çok etkilenen gelişmekte olan ülkelere daha fazla destek sunması bekleniyor. Aslında birçok yerde de belirtildiği gibi, bunu destekten daha çok, gelişmiş ülkelerin daha az gelişmiş olan ülkelere borcu olarak nitelendirebilmek de mümkün. Nihai anlamda açıklanan, en geç 2035’e kadar kaynakların yıllık 300 milyar dolara ulaşması hedefi de aslında, gelişmiş ülkelerin bu açıdan desteklerini artırmalarının gerektiğini kabul ettiklerinin bir göstergesi. COP29’da aynı zamanda tüm kamu ve özel kaynakları kapsayacak şekilde 2035 yılında yılda 1,3 trilyon dolarlık iklim finansmanı sağlama hedefi de ortaya konmuş oldu. Metinlere giren bu hedefler kuşkusuz, yeni bir küresel yatırım dalgasının kilidini açacaktır ya da en azından öyle olmasını ümit ediyoruz!
Öte yandan küresel anlamda çözüm bekleyen pek çok başlık bulunuyor: Kısaca değinmek gerekirse iklim krizi kaynaklı doğal afetlerdeki artış, yükselen su seviyeleri nedeniyle Ada ülkelerinin yaşadığı zorluklar, gıda güvenliği sorunları, yeni teknolojilerin işgücüne etkileri, ekonomik eşitsizlikler, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi… Tüm bu başlıkları düşününce, elbette 300 milyar dolarlık kaynağın yeterli olduğunu söylemek gerçekçi değil. Anlaşmaya göre ABD, Avrupa ülkeleri, Kanada, Japonya gibi yaklaşık iki düzine sanayileşmiş ülke bu bahsedilen finansman sürecine katkıda bulunmak zorunda. Bu ülkeler ise Çin ve petrol zengini Körfez ülkelerinin de fona katkı sağlamasını talep ediyor.
Bunlar ve benzeri argümanlarla yoğun tartışmalara yol açan COP29’da, finansman konusunu hedefler açısından yaşanan bir ilerlemeyle geride bırakmış olmak ise olumlu. Bu bağlamda, COP29 gerçekçi yol haritaları hakkındaki görüşlerin berraklaşması açısından bir başlangıcı temsil ediyor olabilir. Kuşkusuz finansman kaynağı tutarı ve fonların içeriği, kapsamı gibi konular önümüzdeki sene Brezilya’da düzenlenecek COP30’un da ana gündem maddelerinden biri olacak.
Yaklaşık 1 trilyon dolarlık bir kamu finansmanı dışı yardımdan söz ediliyor, özel şirket yatırımları ve krediler olarak. Buna da en büyük eleştiri, zaten borç içinde olan ülkeleri yeni bir borç sarmalına sokacağı yönünde. Bu konuda düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Öncelikle şunu vurgulamak gerek; içinde bulunduğumuz durumu düzeltebilmek ne sadece ülkelerin ne de kurumların işi. Sürdürülebilirlik hedeflerinin gerçeğe dönüşebilmesi için kesinlikle hem hükümetler hem de özel sektörün daha çok sorumluluk alması gerekiyor. Bahsettiğiniz gibi, ekonomik açıdan diğer ülkelere nazaran daha zayıf ya da kırılgan olan ülkelerin finansman ve borç sarmalına girme yönündeki kaygı ve eleştirilerini anlamak mümkün. Bu açıdan kritik olan konu, özel sektörün katkılarıyla yürütülecek olan projelere sağlanacak olan finansman olanaklarının şartları, yürütülecek olan bu projelerin krizin çözümüne yönelik olarak sağlayacağı katkılar ve yaratacakları katma değer olacaktır. Dolayısıyla iklim finansmanında özel sektörün konumunu belirleyecek, yatırımlara yön verecek kriterlerin ve hedeflerin netleşmesine katkı sunan her adımın değer taşıyacağını düşünüyorum. Az önce değindiğimiz ülkeler arasında yaşanan tartışmaların, Birleşmiş Milletler (BM) kuruluşları, uluslararası örgütler, çok taraflı kalkınma bankaları, iklim fonları, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının dönüşüme sunacağı katkıları yavaşlatması gerekmiyor.
Müzakerelerin ikinci önemli başlığı ise yardımların donör tabanı üzerineydi. Bu konuda bir değişiklik getiriyor mu Bakü çıktıları? Güney’den Güney’e yapılacak destekler üzerine bir teşvik ifadesi var ama bağlayıcı değil. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Bakü’deki COP29 konferansı, gerçekten de özellikle donör tabanının genişletilmesine yapılan vurguyla aslında iklim finansmanının değişen manzarasını vurguladı. Müzakereler süresince, geleneksel finansman mekanizmalarının ötesine geçmenin öneminin altı çizilerek gelişmekte olan ekonomiler ve özel kuruluşlar da dahil olmak üzere daha geniş bir paydaş topluluğundan daha fazla katkı sağlanması çağrısında bulunuldu. Güney-Güney işbirliğine ilişkin sonuçlar bağlayıcı olmamakla birlikte ileriye dönük önemli bir adımı işaret ediyor. Küresel Güney’deki ülkelerin işbirliği yapmaya ve kaynakları paylaşmaya teşvik edilmesi, bir bakıma iklim değişikliğinin ele alınmasında artan rollerinin tanınması anlamına da geliyor. Bu önemli; çünkü bu ülkeler genellikle iklim kırılganlıkları ve yerel çözümler hakkında ilk elden bilgiye sahip. Bununla birlikte bağlayıcı taahhütlerin eksikliği, tutarlı ve adil finansman sağlamada karşılaşılan zorlukları da bir kez daha göz önüne seriyor. Gerçek bir ilerleme için, teşvik beyanlarından daha fazlasına ihtiyaç olduğu ortada. Katkı ve yardımın adil dağılımını kolaylaştıracak daha şeffaf ve somut mekanizmaların kurulması gerekiyor. İleriye dönük olarak, bu tartışmaları eyleme geçirilebilir çerçevelere dönüştürmek ve iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik küresel çabada hiçbir bölge veya ulusun geride kalmamasını sağlamak çok önemli olacak.
COP29 sırasında gerçekleşen G20’de artan oranlı vergilendirme gibi kaynak yaratmaya yönelik yenilikçi mekanizmaların oluşturulmasının desteklenmesi yönünde bir çıktı sağlandı. Bildiri, ultra yüksek net değere sahip bireylerin etkin bir şekilde vergilendirilmesini sağlamak için işbirliğine açıkça atıfta bulunuyor. %2’lik bir servet vergisinin yılda 250 milyar ABD dolarını harekete geçirebileceği hesaplanıyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Gerçekçi mi, uygulanabilir mi?
Bildiğiniz gibi bu konu G20 Dönem Başkanlığı’nı yürüten Brezilya’nın öncülüğünde Fransa, Güney Afrika ve İspanya’nın desteğini de alarak gündeme taşındı. Temmuz ayında ülkelerden ilk kez “ultra yüksek net değere sahip bireylerin etkin bir şekilde vergilendirilmesini sağlamak için işbirliği yapma” konusunda anlaşmaya varıldığı açıklaması yapılmıştı. Aynı ifadeler şimdi bir kez daha teyit edilmiş olsa da ABD ve Almanya’nın güçlü itirazları, bu konuda ilerlemeye şüpheyle yaklaşmaya neden oluyor.
Artan oranlı vergilendirme ve ultra yüksek net değere sahip bireylerin etkin şekilde vergilendirilmesine dair yapılan vurgular, kaynak yaratmada yeni bir yaklaşımı gözler önüne seriyor. Bu önerilerin hem gerçekçi hem de uygulanabilir olup olmadığı, büyük ölçüde bu konuda yapılacak küresel işbirliğinin düzeyine bağlı.
Bu açıdan, önümüzdeki yıl yürürlüğe girecek olan küresel vergi reformuna dikkat çekmekte yarar var diye düşünüyorum. %15’lik küresel asgari kurumlar vergisi uygulamalarının başarılı şekilde devreye alınması, gelişmekte olan ülkelerin vergi gelirlerini artırmada önemli bir rol oynayabilir. Bu mekanizmalar, yalnızca gelir eşitsizliğini azaltmakla kalmayıp aynı zamanda iklim finansmanı gibi kritik alanlara kaynak aktarımını hızlandırabilir.
Ancak bu tür politikaların hayata geçirilmesi, ülkeler arasında eşgüdüm gerektiriyor. Özellikle büyük ekonomiler ve liderler, bu sürecin belirleyicileri olacak. Yeni ABD Başkanı Trump’ın iklim değişikliği konusundaki politikaları da bu bağlamda farklı çevrelerce yakından izlenecek. Trump yönetiminin, vergi reformlarına ve küresel iklim finansmanı mekanizmalarına nasıl yaklaşacağı, kısa vadede uluslararası düzeydeki işbirliğini doğrudan etkileyecektir.
COP29’dan bir başka önemli beklenti karbon piyasalarına ilişkindi. Bu konuda da bir anlaşma sağlandı. Ancak kimi uzmanlara göre düzenlemeler çok belirsiz, gevşek ve şeffaf değil. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
COP29, karbon piyasalarının geleceğini şekillendirecek kritik bir buluşma olarak öne çıktı. Zirvede, Paris Anlaşması’nın 6. Maddesi çerçevesinde uluslararası karbon ticaretiyle ilgili uzun süredir devam eden anlaşmazlıklar sona erdirilerek yeni düzenlemeler üzerinde mutabakata varıldı. Bu düzenlemeler, ülkelerin karbon kredisi alıp satarak emisyon azaltım hedeflerini desteklemesine imkan tanıyacak. Ayrıca ülkelerin gelişmekte olan bölgelerde yenilenebilir enerji, orman koruma ve ağaçlandırma projelerine finansman sağlamasının önünü açacak. Karbon piyasaları, doğru kurgulandığında ve etkin bir şekilde işletildiğinde, düşük karbon teknolojilerini yaygınlaştırmak için güçlü bir araç. Bu sistemin başarısı ise sistemin güvenilirliğine bağlı. Eğer piyasa doğru temeller üzerine kurulursa, 2025’te başlayacak uluslararası karbon ticareti, Paris Anlaşması’nın hedeflerini desteklemek için önemli bir finansman kaynağı olacak. Böylece karbon piyasalarına olan güven de tazelenecektir.
Bundan sonrası için iyi işleyen bir karbon piyasası bekliyor musunuz?
Az önce de belirttiğim gibi, iklim eylemine yönelik finansman ihtiyacının bu derece arttığı kritik bir dönemde, karbon piyasasının sağlıklı işleyişi büyük önem taşıyor. Uyumlu ve sağlıklı işleyecek karbon piyasalarından elde edilecek finansal büyüklüğün, 2050 yılına kadar yıllık 1 trilyon dolara ulaşabileceği öngörülüyor. Ayrıca ulusal iklim planlarının uygulanma maliyetlerini yıllık 250 milyar dolar azaltma potansiyeli taşıyor.
Bakü Finans Hedefi ile Paris Anlaşması Madde 6’yı bir arada değerlendirince, yatırımları gelişmekte olan ülkelere yönlendirecek ve küresel iklim finansmanı yapısını köklü şekilde dönüştürebilecek bir potansiyeli barındırıyor. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerin her geçen gün daha aktif birer oyuncu olarak gösterdikleri çabayla, piyasanın bütünlük ve şeffaflık üzerine yeniden inşa edilmesi için umut vadeden gelişmeler olduğunu gözlemliyoruz.
Bu yazı ekoIQ’nun 115. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.