#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
sürdürülebilir kalkınma amaçları

“Daha Eşit ve Kapsayıcı Bir Dünyanın Yolu Yerelden Geçiyor!”

Küresel Eşitlik ve Kapsayıcılık Ağı Başkanı Doktorant Ayşe Kaşıkırık’a göre, demokrasideki sancılarımızın en büyük sebebi merkezileşme. Eşitsizliğin daha görünür olduğu yerelde mücadeleye başlamak ise elzem. Kaşıkırık, eşitliği gerçek anlamda sağlamak istiyorsak bunun yolunun mahalleden başlayarak örgütlenmek olduğunun altını çiziyor ve ekliyor: “Güçlü sivil toplum güçlü ülke demek. Bunun yolu da yerelden başlayarak örgütlenmek ve dayanışmayı büyütmek.” 

Yazı: Bulut BAGATIR

Sürdürülebilirlik ve demokrasi ilişkisi ile başlayalım… Demokrasinin zedelendiği durumlarda dünyanın farklı yerlerinde de Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın da ilerlemediğini hatta geriye gittiğini biliyoruz. Türkiye’nin önümüzdeki dönemine dair neler söyleyebiliriz?

Aslında Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın asıl özü kimseyi geride bırakmamak. Eşitlik, adalet, özgürlük ve demokrasi. Bunlar inşa edilmeden 17 Amaç’a ulaşılması mümkün değil. Bu amaçları da tek tek açtığımız zaman toplumsal cinsiyet eşitliği, eşitsizliklerin azaltılması, iklim adaleti, barış, sürdürülebilir gelişme ve kurumlar arası işbirliği, diyalog, yoksulluk, açlık var. Bununla beraber ABD’de, Kanada’da, Türkiye’de zenginin çok zengin, yoksulun çok yoksul olduğunu görüyoruz. Bir başka ifadeyle orta gelir tuzağının ortadan kalktığını, zengin ve yoksul arasındaki uçurumun da sadece maddi anlamda değil, haklar, fırsatlar ve imkanlar bakımından da açıldığını söylemek mümkün.

Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin de en büyük sancısı, halen daha birçok alanda kurumlara ve kuruluşlara güvenin yeteri kadar inşa edilmemiş olması. Buna şeffaflık sorunu diyebiliriz. Bu da sürdürülebilir kalkınma ile doğrudan ilişkili. Bir gelişme veya gerileme olduğunu söyleyebiliriz. Ama bunların çoğu kamuoyu önünde şeffaf olarak yürütülmüyor. Bu da demokrasiyi baltalayan, demokrasiyi sekteye uğratan en önemli sebeplerden biri. Bizim ülke olarak en büyük eksikliğimiz bu. Bir de izleme yönünden çok eksikliğimiz var. Seçimlerde çok vaatler veriliyor. Son seçimde de gördük ama bunların ne kadarının uygulanacağını ne kadarının izleneceğini de bilemiyoruz. İzlemediğimiz bir şeyi ölçemiyoruz, geliştiremiyoruz. Sürdürülebilir kalkınma ve demokrasiden bahsediyorsak bunun olmazsa olmazı STK’lar. Ülke olarak en büyük eksikliğimiz güçlü bir sivil toplum kültürümüzün ve yapılanmamızın olmaması. Türkiye’de güçlü veya güçsüz demiyorum ama fon kaynaklarına erişim dünyada çok daha çeşitli. Kurumsallık konusu da çok daha ileri bir seviyede, birçok sivil toplum kuruluşunu devlet destekliyor üstelik. Onlar resmen üçüncü sektör olmuş. Türkiye’de de bizim kamu, özel ve sivil toplumu üçüncü sektörolarak göstermeyi istememizin sebebi bu.

Sivil toplum niye var? Örneğin sürdürülebilir kalkınma bizim için önemli ve evrensel bir kılavuz. Sivil toplum kuruluşu olarak yapmamız gereken, bu kılavuzun yeterli bir şekilde tüm alanlarda uygulanabilmesi için baskı unsuru olabilmek. Yani savunuculuk yapabilmek. Ama bu alanda çalışan kaç sivil toplum kuruluşu var? İklimle ilgili çalışan çok fazla sivil toplum kuruluşu var ama doğrudan odağı sürdürülebilir kalkınma olanların sayısı oldukça az. Sivil toplum güçlü olursa devletin, kamunun yapamadığı şeylerin yapılması konusunda bir baskı unsuru olur, aradaki boşlukları görür ve bu boşlukların doldurulmasını sağlar. Örneğin Almanya’da STK’lar öyle bir baskı unsuru oluyor ki herhangi bir yasa o anda geçmiyor.

Eğer hak temelli bir talebimiz varsa buna sonuna kadar devam etmemizin yolu da sivil toplumdan geçiyor. Sürdürülebilir kalkınmanın temelinde katılım ilkesi de var. Katılımın her alanda ve her anlamda olması lazım. Biz Türkiye’de katılımı sadece sandığa gidip oy vermek olarak görüyoruz ve bunu yaptığımız zaman vatandaşlık görevimizi büyük oranda yerine getirdiğimizi düşünerek çok mutlu oluyoruz. Halbuki demokrasi eşit temsil ve eşit katılımla mümkün olur. Sürdürülebilir kalkınmanın 5. Amacı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği. Kadınlar ve kız çocukları hayatın tüm alanlarında eşit düzeyde yer almalı. Kadınlar parlamentodan başlayarak belediyelerde, kamu kurumlarında, özel sektörde her alanda eşit temsil edilmeli. Türkiye’de zaten bu alanda çok ciddi bir uçurum var. En son yapılan genel seçimlerde de gördük. Kadın milletvekili oranı tarihimizin en yüksek seviyesine ulaştı diye gurur duyuyoruz ki bu oran %20. Yani her beş vekilden biri kadın. Türkiye’deki en büyük sorun zaten toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Nüfusun yarısı kadın ama kadınların birçok alanda ihtiyaçları ve sözleri duyulmuyor. Bunu çözmeden demokrasiyi nasıl inşa edeceğiz? Kadınların seslerinin, sözlerinin, ihtiyaçlarının, taleplerinin dikkate alınmadığı ortamlar, erkek/eril meclisler varken demokrasiden nasıl bahsedeceğiz? Toplumun yarısını görmezden gelerek veya yarısının ihtiyaçlarını dikkate almadan sürdürülebilir kalkınma mümkün değil. 17 Amaç’tan biri doğrudan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği. Onun dışında diğer 16 Amaç’ın da alt hedefinde mutlaka kadınlarla ilgili bir bağlam var. Sürdürülebilir şehirlerden bahsediliyorsa kadın var, yoksulluk ve açlıktan bahsediliyorsa yine kadınlar var. SKA’lardaki bir gelişme diğerini tetikliyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliğini toplumun en alt tabakasına kadar yaymadığımız sürece ilerleyen süreçte de Türkiye’nin halihazırda zedelenmiş demokrasisine yeni bir katkı sunamayacağını, beş yıllık veya 10 yıllık süreçte de Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na ulaşmakta zorlanacağımızı söylüyorsunuz. Buradan yerele dönecek olursak… Ulusalda çok geç su yüzüne çıkan problemler yerelde kaynamaya başlıyor. O yüzden belki de en önce yerele bakmamız daha önemli…

Bu çok güzel bir nokta; eşitlik yerelde başlıyor. Eğer biz yerelde demokratik zemini sağlayabilirsek onu ulusala taşımak daha kolay oluyor. Yerel yönetim doğrudan vatandaşla temas kuruyor. Dolayısıyla eşitliği gerçek anlamda sağlamak istiyorsak bunun yolu da mahalleden başlayarak örgütlenmek, örgütlü dayanışma. Demokrasideki sancılarımızın en büyük sebebinin merkezileşme olduğunu biliyoruz: Hiyerarşi. Bugün güçlü olan bugün güçlü, ertesi gün ne olacağını bilmiyoruz. Türkiye bunu geçmişte de yaşadı, bugün de yaşıyor. İktidar da kendi alanını güçlendirmek istiyor muhalefet de. En basiti, herhangi bir koltuğa oturan bir kişi o koltuğu bırakmayı istemiyor. Bizim en büyük sorunumuz bu. Türkiye’de belediye başkanlığından emekli olmuş insanlar var. Profesyonel mesleği belediye başkanlığı… Bizim bu döngüden ve zihniyetten çıkmamız gerekiyor. Yeniliklere, yeni seslere, yeni fikirlere alan açmamız lazım.

İkinci olarak da bunu yerelde nasıl sağlayacağız? Mahallede örgütleneceğiz. Akademik çalışmalarımın -kadın ve kent üzerine çalışıyorum- dışında kurucu başkanlığını üstlendiğim Küresel Eşitlik ve Kapsayıcılık Ağı’nda daha eşit ve kapsayıcı bir dünyanın mahalleden başlayarak mümkün olduğunu düşünüyoruz. Sloganımız da “Daha eşit ve kapsayıcı bir dünya mümkün. Yolu da, kapısı da mahalleden geçiyor.” Dernek kurulur kurulmaz bu konuda kampanyalar yürüttük. Yol haritamız Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları. Biz bunun yerelleştirilmesi için çalışıyoruz. Şu anda ulusal ve uluslararası düzeye etki edemeyiz ama yerelde değişimi ve dönüşümü hızlı bir şekilde tetikleyebiliriz. Dolayısıyla mahallede ilk amacımız şuydu: Türkiye’de şu anda kadın muhtar oranı sadece %2,4! Her 100 muhtardan ikisi kadın. Bazı bölgelerde daha az kadın muhtar var. Daha eşit ve kapsayıcı bir toplum istiyorsak, mahallelerden başlayarak tüm karar alma mekanizmalarında eşit temsili ve eşit katılımı sağlamalıyız. Bizim bu çeşitliliği her yerde sağlamamız elzem!

Bunun dışında, birçok muhtar sürdürülebilir kalkınmayı bilmiyor. Şimdi Kadın Muhtarlar Akademisi’nde doğrudan sürdürülebilir kalkınmayı ve bunun yerelleşmesini anlatacağız. Çünkü, Türkiye’nin farklı şehirlerindeki farklı ilçelerin ihtiyaçları elbette bir değil. Dolayısıyla sürdürülebilir kalkınmanın yolu da yerelden geçiyor.

Türkiye’deki yerel yönetimlerin sürdürülebilirlik çalışmalarını nasıl değerlendirirsiniz?

Bazı belediyelere doğrudan Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın yerelleştirilmesi odağında çalıştım ve bu konuda proje yürüttüm. Bir anekdot anlatayım: Geçen sene, Ege Bölgesi’ndeki bir il belediyesinin Kadın ve Aile Hizmetleri Müdürü, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nı hiç duymadığını söyledi. İstanbul’da da bilmeyen birçok belediye var. Halbuki yerel demokrasinin ve yerel yönetimin en asli unsuru, en başat aktörü belediyedir. Yurttaşla temas halinde, ihtiyaçları biliyor. Demokrasinin beşiği mahalle, muhtarlık deriz ama muhtar günün sonunda bütçesinin olmadığını söylüyor. Belediye ise ben duymadım, benim önceliğim daha farklı diyor. Ulaşım Dairesi ile görüştüğümde yaptıklarının çoğu sürdürülebilir şehirler kapsamında ama bunun farkında değil. Bu örneklerin tam aksine çok doğru işler yapanlar da var.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Konya Karatay Belediyesi ve Sultanbeyli Belediyesi şu anda Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın yerelleştirilmesini doğrudan çalışıp bir de bunun gönüllü, yerel gözden geçirme raporunu hazırlayan Türkiye’deki ilk üç belediye oldu. Buna geçen yıl Avcılar Belediyesi eklendi. Fatih Belediyesi, Konya Büyükşehir Belediyesi, Maltepe Belediyesi de bu alanda çalışıyor diye biliyorum. Bunu sistemli bir şekilde raporlamak, izlemek ve nihayetinde neredeyim sorusunu kurumsal bir yapıda sormak gerekiyor. Bu bir gelenek ve yaklaşım, çok büyük bir bütçe değil aslında. Sürdürülebilirlik bugüne değil, geleceğimize yatırım yaparak ilerliyor.

Yerelde eşitlik sağlamak adına Yerel Eşitlik Eylem Planları önemli bir yer tutuyor. Nedir bu planlar ve neleri kapsıyor? Bununla birlikte hep Türkiye’nin önündeki engellerden konuştuk. Varsa eğer Türkiye’nin önündeki fırsatları neler?

Hayat varsa umut da var, ben de bardağın dolu tarafından bakmaktan yanayım. Kurumsallaşma ve sistemli olarak bir şey yapmak istiyorsak bir plan ve program dahilinde ilerlemek önemli. Belediyenin de tek önceliği bu değil ki. Emlak, istimlak, yol, su, altyapı, ulaşım gibi birçok sorunla uğraşıyor. Aslında eşitlik tüm bunların özünde. Anaakımlaştırma dediğimiz, tüm plan-program ve uygulamalar eşitliği gözeterek yapılsa belediyeler de toplumsal cinsiyet eşitliğini ek bir yük olarak anlamaz. Bu bir zihniyet dönüşümü. Ben kaldırım yüksekliğini yapıyorken eşitliği düşünmeliyim, farklı ihtiyaçları olan insanlar bu kadar yüksek bir kaldırımda nasıl yürüyecek? SKA’ların yerelleştirilmesinden sonra Yerel Eşitlik Eylem Planları aslında birbiriyle çok entegre. Bu bilinçle engelliler, mülteciler, yaşlılar gibi farklı ihtiyaçları olan toplumsal gruplar için yapacağımız bir iyileşme aslında artı bir değer olarak karşımıza çıkıyor. Yerel Eşitlik Eylem Planı da bunların belediyeler için bir ev ödevi hali. Programlı bir şekilde iki ya da üç yıllık olarak hazırlanıyor planlar. Yerelde belediye ölçeğinde toplumsal cinsiyet eşitliği temelli yaklaşım ve farklı kırılganlıklar; genç kadın, yaşlı kadın, evli kadın, bekar kadın gibi, yaşlı erkekler, genç, işsiz, ne eğitimde ne istihdamda olanlar dikkate alınıyor. Böylelikle yerelde eşitliği inşa edebilirsek nihayetinde SKA’lara hizmet edebiliyoruz.

Bunun da genel olarak yedi-sekiz alt başlığı var. Yerelde şiddetin önlenmesi, istihdam, eğitim, sağlık, spor, özellikle kadın emeğinin değerlendirilebileceği veya bir meslek edindirilebilecekleri çeşitli kurslar ve bunların el emeği pazarları var. O da cinsiyet eşitliği açısından tartışılabilir ama bu da var. Bazı belediyeler bu alt başlıkların üçünü, bazı belediyeler ise tamamını dikkate alıyor. Kimileri de 17 Amaç doğrultusunda yerele entegre ediyor. Aynı stratejik planlarda olduğu gibi yereldeki halkın ne istediğine dair bir ihtiyaç analizi yapıyor. Odak gruplar, anket görüşmeleri, birebir görüşmeler gibi farklı grupların ihtiyaçlarını filtreden geçiriyor ve ardından da bunu ihtiyaçlar listesine, tematik alanlara dönüştürüyor ve iki ya da üç yıllık yol haritası çıkartıyor. Yerelde kimse geride kalmasın diyor.

Fırsatlara gelecek olursak, bizim güçlü sivil topluma ihtiyacımız var. Her belediyenin kendi öncelik alanlarına göre bir ajandası oluyor. Sivil toplum bu ajandayı etkileyebilir. Güçlü sivil toplum olursa güçlü ülke olur. Bunun yolu da yerelden başlayarak dayanışmayı örgütlemek. Artık mahalle dernekleri kuruluyor. Doğrudan taban örgütleri geliyor. Bilinç de çok yüksek. Fırsat olarak Türkiye’de bu ruh var. Mücadeleci ve dirençli bir ruh. Çok kolay pes etmiyor, hakkını sonuna kadar savunuyor. Eğer biz sivil toplum olarak güçlü olursak kararları etkileme noktasında da gücümüz çok olacak. Birlikte aynı yolu bulmaya çalışacağız. Bu noktada da kapsayıcılığın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Burada yaşayan insanlar olarak ortak noktamız mutlaka var. Bunların farkında olursak kararları değiştirme gücümüz yerelde daha çok olur.

EkoIQ Editör