#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
deprem

Daha İyi Binaların Depremlerde Hayat Kurtardığını Anlatan 3 Grafik

Türkiye çok kısa süre içerisinde iki büyük deprem ile sarsıldı. Yaşananların hasarsız atlatılması elbette ki mümkün değildi. Yeni inşaat yönetmelikleri bazı noktalarda hayatlar kurtardı; fakat faydaları, potansiyellerinin çok çok altında kaldı.

YAZI: Hannah RITCHIE

ÇEVİRİ: Eren BALTAŞ

Türkiye ve Suriye’deki depremlerin yarattığı can kaybını tam olarak anlayabilmemiz haftalar veya aylar sürecek olsa da, güncel sayılar 44 bini geçmiş durumda. Bu sayı, bu ay yaşanan depremin bölgede 100 yıldan uzun süredir yaşanan en ölümcül felaket olduğu anlamına geliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise olayla ilgili “böyle büyük bir felakete hazırlanmanın mümkün olmadığını” söyledi.

Benzer sismik hatların üzerinde oturan diğer ülkelerin verileri ise öyle söylemiyor. Şili ve Japonya örneklerine bakalım.

Şili, Pasifik Ateş Çemberi’nin sınırları içerisinde bulunuyor: Okyanusu çevrelemiş bir faylar ve volkanlar silsilesi. Ülke, genellikle Türkiye ve Suriye’yi vuran depremlerle eşit şiddette, kimi zaman daha da sert sallanıyor. İnanılmaz, fakat bunlar artık çok az ölüme neden oluyor, kimi zaman öldürmüyor bile.

Şili’deki depremlerin büyüklükleri ve ölüm verilerini gösteren grafik.

grafik 1Şili’deki depremlerin büyüklükleri ve ölüm verilerini gösteren grafik.

Durum her zaman böyle değildi. Şili de 20. yüzyılda bazı yıkıcı depremler yaşadı. 1939 yılında, 8.3 büyüklüğünde bir deprem 28 bin ölüme neden oldu. 1960 yılında, yüzyılın en büyük depreminde, 9.5 büyüklüğünde bir deprem 1600 insanı öldürdü.

1960 yılından sonra Şili, sismik tasarım biçimlerine büyük yatırımlar yaptı, katı inşa yönetmelikleri oluşturdu. Çoğu inşaat artık en güçlü depremlere bile dayanabilecek durumda. Büyüklüğü en az 8.0 civarı afetler birkaç yılda bir bölgeye uğruyor, fakat ölüm sayısı 2 elin parmaklarını geçmiyor. 2010 yılında, 8.8 büyüklüğünde bir depremden sonra ölü sayısı 500’ü geçti —ki, inşaat yönetmeliği epey sertti. Şili buna rağmen binaların eksikliklerinin üzerine gitmeye devam etti. Çöken yapılardaki sıkıntılar mühendisler tarafından incelendi ve yönetmelik buna göre düzenlendi.

Bir başka örnek ise Japonya. Yoğun bir nüfus dağılımına sahip olan bu toplum sıklıkla 7.8 ve üzeri depremler deneyimliyor. Katı inşaat kurallarıyla birlikte, Japonya’daki kısıtlamalar kimsenin ölmemesini garanti altına alıyor. Bunun istisnası ise, 2011’de Fukushima Daiichi nükleer faciasını da tetikleyen felaket. 18 binden fazla insan yaşamını yitirdi, ki bunun neredeyse tamamı tsunami sebepliydi – göçük altında kalma değil.

grafik 2

Japonya’daki depremlerin büyüklükleri ve ölüm verilerini gösteren grafik.

Tabii, böyle kıyaslamaların da limitleri var. Bu ülkelerin farklı nüfus yoğunlukları var ve depremler de farklı derinliklerde meydana geliyor. Daha yeni veriler, bize daha net tablolar sunuyor. Eski verilerde ise ölü sayısı ve büyüklük konusunda net sayılar yok. Ayrıca zenginlik de önemli bir rol oynuyor. Japonya, Türkiye’den daha zengin bir ülke ve daha dayanıklı binalar inşa edebiliyor. Yine de Şili, Türkiye’yle benzer bir gayri safi yurt içi hasılaya sahip. Hatta Türkiye bugün, Şili’nin büyük depremlerin meydana geldiği 1960’lar, 70’ler ve 80’lerdeki durumundan çok daha zengin.

Türkiye gerçekten gafil mi avlandı? Hayır. Son 120 yılın verileri bu depremin bu zaman aralığındaki ikinci en büyük deprem olduğunu gösteriyor. En büyüğü olan 1939’daki deprem ise 33 bin insanı öldürmüştü. 60 yıl sonra 7.6 büyüklüğünde bir başka deprem geldi ve 18.000 ölüm ile sonuçlandı. Araştırmalar Türkiye’de önümüzdeki 30 yıl içerisinde büyük bir deprem daha olacağını açıkça ortaya koyuyor.

grafik3

Türkiye’deki depremlerin büyüklükleri ve ölüm verilerini gösteren grafik.

1999 Depremini takip eden yıllarda Türk hükümeti, yeni inşa edilen binaların depreme dayanıklı olması gerektiği yönünde bazı kurallar koymuştu. Bunların bazıları, dünyadaki diğer yönetmeliklerin de ilerisinde, en gelişmiş kuralları içeriyordu.

Peki, ters giden neydi?

ABD Jeoloji Araştırmaları’nın raporunda konuyla ilgili; “Depremden etkilenen bölgede yaşayan nüfusun çok büyük bir kısmı aşırı hassas, deprem durumunda çökeceği net binalarda yaşıyor, dayanıklı yapıların ise sayısı az” ifadeleri kullanıldı. Çöken 6 ila 7 bin yapının çoğunluğu 1999’dan önce inşa edilmişti. Hükümet, geçmişte eski binaların güçlendirilmesi veya yıkılıp yeniden inşasına yönelik yasalar hazırlamış olsa da bu tamamen tercihe dayalıydı; bir sürü ev ve iş sahibi de teklifi reddetti.

Daha da kötüsü, rantçı inşaat şirketleri işlerini yaparken ucuzu seçtiler. Elimizde son birkaç sene içerisinde yapılmış, yepyeni binaların eksik malzeme sonucu dümdüz olduğuna dair görsel kanıtlar var. Düzgün inşa edilmiş olsaydı, bu binaların çoğu hâlâ ayakta olabilirdi. Hükümet kendi koyduğu yasaları denetlemekte başarısız olduğu gibi, genel aflar çıkartarak yasaları para karşılığı delmenin önünü açtı.

Türkiye çok kısa süre içerisinde iki büyük depremin yarattığı şokla sarsıldı. Yaşananların hasarsız atlatılması elbette ki mümkün değildi. Yeni inşaat yönetmelikleri bazı noktalarda hayatlar kurtardı; fakat faydaları, potansiyellerinin çok çok altında kaldı. Şili ve Japonya örneklerinin bize gösterdiği gibi, daha iyi hazırlanarak çok daha fazla insanı kurtarmak gayet de mümkündü.

Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.

EkoIQ Editör