Demokrasisiz Sürdürülebilirlik Anasonsuz Rakı Gibi!

Bir süredir sürdürülebilirlik tartışmalarında çubuğu, çevreden “demokrasi, insan hakları ve katılımcılık”a doğru da bükmeye çalıştığımızın farkında olmalısınız. Bu, elbette ki, biraz ülkede yaşadığımız konjonktürle ilgili. Ama biraz dünyayı takip edince, bunun sadece yerel bir sorun olmadığını da görüveriyorsunuz. İngiltere merkezli Demokrasi ve Sürdürülebilir Kalkınma Vakfı, tam da bu çizgide ilerleyen çalışmalar yapıyor ve bizim de radarımıza giriveriyor.
Balkan TALU

Bugün sürdürülebilirlik tartışmalarının kapsamının “iklim değişikliğini engellemek için neler yapabiliriz? Bu konuda nasıl çözüm bulabiliriz” sorularını çoktan aştığını söylemekte sakınca yok herhalde. İş giderek, bir çevre sorunundan; insan hakları, sosyal adalet ve paydaş katılımını da içine alan daha geniş bir bağlama yerleşiyor ve doğal olarak genel demokrasi şemsiyesini tartışma menziline dahil ediyor. Bu anlamda, İngiltere merkezli Demokrasi ve Sürdürülebilir Kalkınma Vakfı’nın (Foundation for Democracy and Sustainable Development – FDSD) dikkatimizi çekmemesi de herhalde şaşırtıcı olurdu. Sürdürülebilirlik ve demokrasi tartışmalarının bir arada yapılması gerektiğini vurgulayan FDSD, bu tartışmayı başlatabilmek adına bir Demokrasi ve Sürdürülebilirlik Manifestosu da yazmış. Öyle manifesto deyince hemen ürkmeyin; metin sadece üç sayfa ve altı slogan cümleden oluşuyor.

Hani Nerede Katılım?
Manifestonun ilk sloganı şöyle: “Sürdürülebilirliğin, gelişen bir demokrasiye ihtiyacı var”. Kısaca FDSD bizlere, “Demokrasilerde asla ‘mış gibi’ yapılmasına tahammül olmaz. Demokrasi demek sadece seçim ve oy kullanma demek değildir. Vatandaşların sürece tam katılımının sağlanması için sağlam bir yurttaşlık bilinci eğitimi, bütün ötekilerin, dışlanmışların karar süreçlerine katılımının sağlanması gerekir” diyor. Vakıf temsilcileri, kendi karar alma süreçlerine hem doğrudan paydaşlarını, hem de online katılımcıları dahil ederek kapsayıcılık konusunda ilk önce kendi evlerinin önünü temizlemeye de çalışmışlar. İkinci maddenin başlığı ise uzun vadeli düşünmek. Bu noktada Vakıf, demokrasi ve sürdürülebilirlik arasındaki bağları da kurmaya başlıyor. Söz konusu başlıkta esas vurgu, kısa vadeli çıkarlar için gezegenin sürdürülebilirliğinin kurban edilmemesi ve uzun vadeli planlar yapılabilmesi için demokrasinin bir araç olarak kullanılması. Demokrasi ve Sürdürülebilir Kalkınma Vakfı ise kurumların bu yeni sürece uyum sağlayabilmesi ve entegre olabilmesi için katkı sunmaya hazır olduğunu beyan ediyor.

İlk Hedef Sürdürülebilirlik
Manifestonun üçüncü maddesinde ise, kamu kuruluşlarına sürdürülebilirliği ana hedef olarak belirleme çağrısı yapılıyor. Ulusal ve küresel bütün kuruluşların sürdürülebilirliği öncelikli gündem maddesi olarak ele almaları gerektiğini vurgulayan bu çağrı, bakanlıklardan yerel yönetim birimlerine, siyaset ve bürokrasinin her katını kapsıyor. Demokrasi ve Sürdürülebilir Kalkınma Vakfı’nın konvansiyonel politikalara yönelik en büyük eleştirisi, söz konusu icraatların çok büyük çevresel hasara yol açmış olması ve zenginle fakir arasındaki makası her geçen gün daha fazla açmasına neden olması. FDSD bu noktada, sosyal sorumluluk girişim ve inovasyonlarına büyük önem veriyor. Vakfın en hassas olduğu noktalardan biri de şeffaflık. Vakfın, her düzeydeki siyaset ve yerel yönetim adaylarının finansal olarak nasıl desteklendiği üzerinde oldukça fazla durduğunu söylemekte fayda var. Temel kıstas ise şu: Vekiller temiz, sağlıklı bir çevre ve eşitlik için mi rekabet edecekler, yoksa şirketlerin ticari çıkarları, kâr hesapları daha mı ağır basacak? Basit ama her halükârda yanıtlanması, ele alınması gereken bir soru…

Aktif Vatandaşlar Geliyor
Bütün bunların gerçekleşebilmesi için de, gelecek kuşakların eğitilmesi gerekiyor tabii ki. Bu yüzden dördüncü başlık eğitim konusuna odaklanmış. İngiliz orijinli kuruluş en çok yurttaşlık bilinci ve sürdürülebilirlik arasında bir köprü kurulabilmesi üstünde duruyor. Demokrasi ve Sürdürülebilirlik Vakfı, bu “aktif” vatandaşların yetiştirilmesi görevini de, yerel yönetimlerin üstlenmesi gerektiğini düşünüyor.
Eğitim süreçlerinin düzgün işleyebilmesi içinse, bilginin güçlü olanın elinde değil, herkesin ulaşabileceği yerde olması gerektiği vurgusu öne çıkıyor. Kamuoyu kanaati de doğru bilgiyle oluşturulmalı.
Altıncı ve son slogan cümle ise bunun sebebini özetliyor aslında: Biz olmadan, bizim hakkımızda karar verilemez. Meali de şöyle: Kamusal bir karar alınırken sadece belli zümrelerin değil, herkesin ihtiyaçları ve duyarlılıkları göz önünde bulundurulmalı.
Şu anda buraya kadar her şey bir demokrasi ve vatandaşlık yazısı gibi duruyor. Bunun sürdürülebilirlikle olan bağlarına gelince işin birinci ayaklarından biri şeffaflık. Sonuçta bundan sadece birkaç yıl sonra nasıl kentlerde yaşayacağımız, alınacak bu kararlara bağlı. Birtakım büyükleri küstürmemek için fosil yakıtlara bağımlı kalmaya devam mı edeceğiz, yoksa yenilenebilir enerjiyi daha mı ciddiye alacağız? Bizdeki kentsel dönüşüm projelerini bir düşünün. Ortalık şantiye alanına dönmüşken biz bu kararların nasıl alındığını, hangi STK’ların görüşüne başvurulduğunu ya da başvurulup başvurulmadığını biliyor muyuz? Diğer önemli bir soru ise şu: Hem bizde hem de dünyanın diğer ülkelerinde hangi kamu kuruluşları (hem yerel yönetimler hem de merkezi hükümetler bazında) ana çerçevesini sürdürülebilirlik olarak koydu ortaya? Türkiye, Çin ve ABD gibi ülkeler neden ısrarla karbon emisyonu azaltımı konusunda taahhüt vermekten kaçınıyor?
Demokrasi ve Sürdürülebilir Kalkınma Vakfı, bu soruları soran aktif vatandaşların sesini duyuran bir sivil oluşum olarak sahnede yerini alıyor. Ama insan, yaşadığımız şu çalkantılı günlerde, bu soruların Türkiye siyaset geleneğine, yapılanmasına ve kültürüne tercümesini yapacak kimseleri, kurumları aramadan edemiyor doğrusu…

Önerilen makaleler