Kalkınma Atölyesi, Medikal Arama Kurtarma Derneği ve HERA Foundation’ın geliştirdiği Sağlık ve Kalkınma Ortak Programı, eğitim, sağlık, kalkınma ve psikososyal boyutları birbirini besleyen ve destekleyen bir süreç haline getirmeye çalışıyor. Programın bileşenlerinden Kalkınma Atölyesi’nin Genel Sekreteri Ertan Karabıyık, “Hepimiz biliyoruz ki bu deprem afeti milyonlarca insanı yoksullaştırdı. Hayata tutunmaları için insanlara hem fiziksel hem de ruhsal sağlık konusunda destek olmak gerekiyor” diyor.
Yazı: Bulut BAGATIR
Kalkınma Atölyesi, Medikal Arama Kurtarma Derneği (MEDAK) ve HERA Foundation (HERA Dijital Sağlık Vakfı) olarak bir üçlü ortaklık kuruyorsunuz ve deprem bölgesinde çalışmaya başlıyorsunuz. Bu ortaklıkla başlayalım dilerseniz…
Kalkınma Atölyesi yaklaşık beş yıldır aralıksız dördüncü krizle karşı karşıya. Biri 2019 yılında Adana Ovası’nda mevsimlik gezici tarım işçilerinin yaşadıkları ani su baskını. Arkasından koronavirüs salgını, onu takip eden derin ekonomik kriz ve şimdi de deprem afeti. Kalkınma Atölyesi, 20 yıldır mevsimlik gezici tarım işçilerine odaklanıyor ve her krizde ekonomik kriz hariç aktif bir pozisyon aldık. O insanların durumunu anlamaya ve bunu yaygın olarak anlatmaya yönelik bir çaba içerisindeyiz. MEDAK ile yaklaşık 10 yıldır tanışıyoruz. Arama-kurtarma çalışmalarında kurtarılan kişilere medikal hizmet sunma odaklı dernek, uzun bir dönem mevsimlik gezici tarım işçilerine de yoğunlaştı. MEDAK aynı zamanda hareketli topluluklar için bir dijital platform olan HERA’yı geliştirdi ve HERA, ABD’de bir vakfa dönüştü. O yüzden deprem afeti olur olmaz üç örgüt bir araya geldik; Sağlık ve Kalkınma Ortak Programı’nı geliştirdik. Depremden önce de MEDAK ve HERA ile çalışıyorduk. Hatta depreme de pilot bir proje için gittiğimiz Adana’da yakalandık. HERA tarafından geliştirilen bir dijital sağlık platformunu hareketli topluluklara, özellikle Suriye göçmenlerine tanıtma amacıyla kentteydik. Deprem afetinden hemen sonra beş gün sahada durumu anlamaya ve arama-kurtarmaya yönelik çalışmalar gerçekleştirdik. Böylece ortak sağlık ve kalkınma programı sürecini deprem nedeniyle de uzun dönemli bir hedef olarak ortaya koyduk.
Programın dörtlü bir ayağı bulunuyor: Eğitim, psikososyal destek, sosyal ve ekonomik kalkınma ve sağlık. Bunlar hangi noktalarda birleşiyor?
Kalkınma Atölyesi olarak eğitim, psikososyal boyut ve sosyal ve ekonomik kalkınma çerçevesi gibi üç bileşende ağırlıklıyız. Bu bir ortak program. Böyle bir programı biz de daha önce bilmiyorduk. Deprem nedeniyle güçlerimizi birleştirerek bu ortak programı tasarlamaya başladık. Ruhsal ve fiziksel sağlığın önemini hepimiz biliyoruz. İnsanlar sağlıklı olacak ki örneğin daha iyi eğitim alabilsin, daha iyi çalışabilsin. Birbirini besleyen bir yapı. Deprem afetinin ölçeğine ve yaygınlığına bağlı olarak sağlık en önemli konulardan biri. Uzvunu kaybedenlerden ruh sağlığı etkilenen insanlara kadar. İdrar yolları enfeksiyonundan üst solunum yolları enfeksiyonuna, diş ağrılarından uyuz hastalığına kadar birçok sağlık sorunu insanları hayattan bezdiriyor. Çalışamıyorlar, eğitime katılamıyorlar. Bir parça da kalkınmayı etkileyen bir boyutu var. Kalkınmanın da sağlığı ya da hasta olmayı engelleyen bir boyutu var.
Sağlık ve kalkınma, özellikle gelir, istihdam ve benzeri ortak paydalar üzerinden birbirini destekliyor, geliştiriyor. O yüzden eğitim, sağlık, kalkınma ve psikososyal yani ruh sağlığı boyutlarını birbirini besleyen, birbirini destekleyen bir sürece sokmayı istiyoruz. Örneğin, eğitimde yapmayı istediğimiz birçok şey var. Çocukların taşındıkları kentlere uyumundan değiştirdikleri okula uyumuna kadar birçok çalışmayı hayata geçirmeyi istiyoruz. Bir taraftan öğretmenlerin kapasitesini geliştirirken bir taraftan da çocukların ruh sağlığına yönelik yatırımlar yapmayı hedefliyoruz. Yaşadığımız deprem afeti gerçekten çok büyük bir etki yarattı. Bunu saha çalışmalarında görüyoruz. İnsanların yeni hayata alışmaları kolay değil. Ailelerini, hayatlarını, umutlarını, işlerini, gelirlerini kaybeden birçok insan var. Birden sınıf değiştiren insanlarla karşı karşıyayız. Hepimiz biliyoruz ki deprem afeti milyonlarca insanı yoksullaştırdı. Bu o kadar büyük bir değişim yaratıyor ki insanların hayata tutunmaları için onlara hem fiziksel olarak hem de ruh sağlığı konusunda destek olunması gerekiyor. Sağlık ve kalkınma birbirinden ayrılmıyor. Bu kapsamda programı geliştirip uzun dönemde uygulamayı istiyoruz.
Depremin etkili olduğu kentlerde ve çevresinde çocuk işçiliğinin ve mevsimlik gezici tarım işçiliğinin yoğun olduğunu biliyoruz. Bu insanlar nasıl etkilendi? Sizin gözlemleriniz neler?
Şu an sahada bunun için bulunuyoruz, mevsimlik gezici tarım işçileriyle konuşmaya başlıyoruz. Çok değişkenlik var. Hepimiz biliyoruz ki Urfa-Adana hattı, içine Kahramanmaraş’ı, Malatya’yı, Adıyaman’ı, Kilis’i, Osmaniye’yi, Gaziantep’i, Hatay’ı, Adana’yı ve hatta Mersin’i koyduğunuzda mevsimlik gezici tarım işçilerinin çok uzun süre, yaz-kış çalıştığı bir bölge. Belki Malatya’yı sadece kayısıda görüyoruz ya da Adıyaman’ı sadece bölge illerine işçi ihraç eden bir il olarak biliyoruz ama depremi yaşayan 10 ilin de mevsimlik gezici tarım işçiliği için Türkiye’de önemli bir yeri var. 100 binlerce insanın çalıştığını söyleyebilirim bu alanda.
Burada nasıl bir değişim olacağını anlamaya çalışıyoruz. Tarımsal üretimde bir değişim yaşanacak ve yaşanacak olan değişim işçilere nasıl yansıyacak? Başta Hatay ve ilçeleri olmak üzere depremin çok yoğun yaşandığı illerde tarımsal üretimde bir düşüş bekleniyor. Bu düşüşle birlikte işçilikte de azalma bekleniyor. Bu insanların iş aramak için başka bölgelere gideceklerini düşünüyoruz. Başka bölgelerden bu illere gelecek olanların sayısında da azalma bekliyoruz. İşin başka bir boyutu da var: Yörede deprem afetinden etkilenen mevsimlik gezici tarım işçilerinin çocuklarının daha fazla çocuk işçiliğine katılacağını tahmin ediyoruz. Özellikle eğitimden kopmalarla ortaya çıkacak olan çocuk işgücü tarıma yönelecek. Tarımın dışında ayakkabıda, tekstilde, mobilyada, sanayide çalışan çocuklar var. Nasıl bir değişim yaşayacaklarını kestiremiyorum ama bildiğimiz şey şu: Deprem afeti bölgesinde kalsalar da, oradan ayrılsalar da ciddi anlamda bir yoksullaşma sürecine giriyorlar. Bu yoksullaşma bize dünyanın her yerinde, aile geçim stratejisinin çocuğu iş piyasasına işgücü olarak oturttuğunu gösteriyor. İşgücü olarak devreye sokuyor ve çocuk bir geçim stratejisi olarak öne çıkıyor. Çocuk işçiliğinin bu bölgelerde ve bu bölgelerden göç alan yerlerde artış yaşayacağını öngörüyorum.
Mevsimlik gezici tarım işçileri zaten çoğunlukla çadırlarda yaşıyorlardı. Belki ölümler olmadı ama yakınlarını kaybedenler oldu. Bir de karşımıza yeni bir tablo çıkıyor. Türkiye’de deprem bölgesinde evi yıkılıp çadır koşullarına geçen birinin yaşam koşulları bizim aslında kabul edemediğimiz mevsimlik gezici tarım işçilerinin çadırdaki yaşam koşullarına yaklaştı. Mevsimlik gezici tarım işçilerinin çadır yaşam koşullarına olan dayanıklılıklarını ne yazık ki yeni çadır yaşamına geçen/geçecek topluluklarda göremeyeceğiz.
Türkiye’de kırsalda yapılanma ve kalkınma çalışmaları halihazırda zaten sorunluydu. Şimdi önümüzde deprem sonrası gibi bir gerçek var ve yeni bir yapılanma gerekiyor. Yeni yapılanmanın neler içermesi gerekiyor size göre?
Saha gözlemlerimiz fay hattı üzerinde olan köylerin, ilçelerin ve kent merkezlerinin inanılmaz derecede etkilendiğini gösterdi. Kırsal alanda hayvancılık, bitkisel üretim, süt ürünlerine bağlı üretim sistemleri etkilendi. Aileler bu zor koşullarda evini, hasadını kaybetti. Bazı insanlar hayvanlarını hızlıca piyasaya çıkardı ve hayvan fiyatlarında düşüş oldu. Ve birçok yerde de gebe hayvanların kesimhaneye gittiğini görüyorum. Fay hattı üzerinde kırsal alanda etkilenme düzeyi elimizde kesin rakamlar olmamakla beraber okuduğumuz raporlar ve yaptığımız gözlemler güçlü bir sıkıntıya işaret ediyor.
Türkiye’de kırsal kalkınma bağlamında derinden yapılanmaya ihtiyaç var. Bir taraftan yaşlanan bir kırsal alan nüfusu mevcut. Diğer taraftan girdilerin yükselmesi özellikle küçük yetiştiricilerin tasfiyesi ile sonuçlanıyor. Paralelinde büyük yetiştiricilerin yavaş yavaş ortaya çıktığını görüyoruz. Bunun anlamı şu: Küçük yetiştiricilerin tasfiye olduğu, yoksullaştığı, üretimi terk ettiği ve kentlere gittiği bir Türkiye gerçeği ile karşı karşıyayız.
Sivil toplum bakımından da kırsal alanda çalışan sivil toplum ve buna bağlı kişilerin sayısı yok denecek kadar az. Bakın, bu depremle ilgili kırsal alandan rapor üreten, durumu anlatan hemen hemen hiçbir raporla karşılaşmadık. Köy öğretmenleriyle çalışan KODA bir rapor hazırladı. Biraz uzaktan tarımın tedarik zincirine dair bir şeyler yapmaya çalışanlar var. Kırsal alandaki kooperatifleri harekete geçirip onların ürünlerini dijital ortamda pazarlamak için girişimler var ama durumu anlamaya, yeni çözümler üretmeye dair ne yazık ki hiçbir şey yok. Soru şu: “Biz kırsal alandaki küçük yetiştiricilerin tasfiye edilmesine evet mi diyeceğiz yoksa bunların yaşaması için elimizden gelen çabayı sarf edecek miyiz?”
Kırsal alanda yaşamak çok zor. Arkadaşlarımız kırsal alana gitti. Yollar kötü, eğitim yok. Sağlık hizmetlerine erişim kolay değil. Temel insani koşulların sağlanamadığı bir tablo ile karşı karşıyayız. O yüzden iki boyutlu bir süreç var. Birincisi zor alanda yaşam koşullarını iyileştiren ve orayı yaşanabilir kılmaya dönük çalışmalar yapılması. İkincisi yetiştiricilerin ürünlerinden değer elde edebilmesi ve orada yaşayabilmelerini sağlayacak gelir elde etmeleri. Zaten bu iki nokta eksik olduğu için kırsal alan ciddi anlamda tasfiye oluyor.
Kırsal kalkınma sorununu yöresel bir sorun olarak ele alırsak çok daha ciddi ve ileriye dönük yeni sorunlara kapı açabiliriz o halde…
Ulusal ölçekte politik ve ideolojik düzeyin yanı sıra başka birçok katman var. Teknoloji, sermaye bazı yerlere giriş yapıp sera ortamında kayısı, meyve üretmeye başlıyor. Örneğin elma üretiminde kullandıkları teknolojilerle maliyetler o kadar düşüyor ki Amasya’daki ya da Kastamonu’daki elmacıların bunlarla rekabet etmesi mümkün değil. Deprem afeti ile kırsalı iyileştirme, ayakta tutabilme koşulu yaratılamadı. Şu anda deprem hattındaki köylüler deprem çadırında değil, yoğun bakımda.
Sivil toplum kuruluşlarının deprem afeti sürecinde tematik ve bölgesel ölçekte birlikte çalışmaları, bu bölgede depremi bir imkan olarak görerek yeni yollar, çözümler, paradigmalar geliştirmeleri ve bunların tartışılabilir hale gelmesini sağlamaları gibi bir rolleri olduğunu düşünüyorum. Sivil toplumun daha aktif katılımını sağlamak, sahada mikro çalışmalar yaparken bölge ölçeğinde düşünmek, ulusal ve uluslararası ölçekte kafa yormak bizim verebileceğimiz en önemli katkı olacaktır.