Hayvanların “oy verme” davranışları incelendiğinde belirli vücut duruşları, ritüelleşmiş hareketler ve belirli seslendirmeler ile oy kullandıkları ve sürecin kabaca “oyların sayılması” ve “oyların ortalamasının alınması” ile sonlandığı görülür.
Ömer MIZRAK, mr.mzrk@gmail.com
İnsanlık olarak uzun zamandan beri hepimizi ilgilendiren bazı ortak kararları oy vererek katıldığımız seçimler ile belirliyoruz. Peki, hiç düşündünüz mü, grup halinde yaşayan diğer hayvanlar bir konuda karar verilmesi gerektiğinde nasıl davranır? Bu soruya verilen yaygın cevap, hayvanların güçlü, bilge, baskın bir liderin peşine takıldığı ve onun kararlarının grup için de belirleyici olduğu yönündedir. Gerçekten de bu cevabın haklılık payı var zira hayvan grupları arasında baskın liderin kararlarının geçerli olduğu bir tür “despotizm” yaygındır. Örneğin filleri incelediğimizde grup içindeki en yaşlı dişinin lider olduğunu ve sürünün, karşısına çıkan ikilemlerde seçim hakkını bu dişiye bıraktığını görürüz. Ya da şempanzelerde en ağır, en iri ve en saldırgan, kısacası en baskın erkek üyenin gruba liderlik ettiğine şahit oluruz. Bu tarz örnekleri çoğaltmak mümkün olsa da tüm hayvan grupları despotizmle yönetilmez.
Her ne kadar -birçok davranışta olduğu gibi- oylamaya dayanan seçim eylemini insana özgü görsek de birçok hayvan grubu bizler gibi seçimlere katılır. Bu tarz gruplarda bir faaliyetin gerçekleşip gerçekleştirilmeyeceği, gerçekleştirilecekse ne zaman ve ne şekilde gerçekleştirileceği genellikle oylamayla belirlenir. Seçimlerde grup üyeleri oylamaya katılır ve seçim sonucu, oydaşma (görüş birliği), oyların ortalaması veya eşik değeri aşan oy sayısına göre bir tür “demokrasi” ile belirlenir. Yakın zamana kadar hayvanların oy verme davranışları net bir biçimde saptanamıyordu. Çoğu araştırmacı, nihai kararın ilk uygulayıcısının peşinden giden sürüleri görünce, çok fazla detaya inmeden, sürünün despotizmle yönetildiğini varsaymış olsa da güncel çalışmalar demokratik hayvan gruplarının sandığımızdan daha fazla olduğunu ortaya koyuyor. Elbette bundan dolayı eski araştırmacıları suçlayamayız. Zira bir hayvan, insanlar gibi elini kaldırarak ya da pusuladan istediği seçeneği işaretleyerek oy kullanmadığı için bunu tespit etmek zordur. Sahi, bir hayvan nasıl oy kullanır?
Hayvanların “oy verme” davranışları incelendiğinde belirli vücut duruşları, ritüelleşmiş hareketler ve belirli seslendirmeler ile oy kullandıkları ve sürecin kabaca “oyların sayılması” ve “oyların ortalamasının alınması” ile sonlandığı görülür. Bahsi geçen ifadeler bize oldukça karmaşık ve üst düzey zihinsel beceri gerektiriyor gibi gelse de durum bu kadar kompleks değil. Bunu oldukça demokratik gruplar olan Afrika mandaları üzerinden anlayabiliriz. Otlanmak için diğer sürülerin geçiş yolları, bitkilerin uzama süreleri ve toprak kalitesi gibi birçok faktörü göz önünde bulundurmak zorunda olan Afrika mandaları, gidecekleri yönü seçmeleri gerektiğinde grup içerisindeki yetişkin dişilerin oylamasına başvurur. Her bir dişi sırayla dinlendiği yerden ayağa kalkıp yüzünü belirgin biçimde bir yöne çevirir ve ardından tekrar dinlenme pozisyonuna geçer. Yaklaşık 1 saat süren bu oylama sonucunda ilginç olan şey, tüm üyelerin birden ayağa kalkıp birbirlerinden bağımsız şekilde aynı yöne doğru hareket etmeleridir. Seçilen yön ise başlangıçta çoğu bireyin baktığı yöndür. Ancak üyeler, farklı yönlere bakacak şekilde bariz bir biçimde ikiye bölünürse grup da ikiye ayrılır ve sabah yeniden buluşmak üzere farklı yönlerde otlanmaya başlar. Görüldüğü üzere Afrika mandalarında yetişkin dişilerin karar verdiği çoğunlukçu ancak aynı zamanda oligarşik demokrasiye oldukça benzer bir uygulama mevcuttur.
Afrika mandaları oylama sürecinde karşı tarafı etkileme adına herhangi bir çabaya girişmezken benzer bir oylamaya sahip Tonkea Adası makaklarında, herhangi bir grup üyesi seçimini yaptıktan sonra dönüp gerideki grup üyelerine bakarak onların tercihleri üzerinde bir miktar etki bırakmaya çalışır. Ancak gerçek manada bir seçim çalışmasını bal arılarında görürüz. Apis mellifera türü bal arılarında koloni, kovana sığmayacak kadar büyüdüğünde işçi arılar iki gruba bölünür ve ana kraliçeyle birlikte ayrılan grubun gözcüleri kovan için yeni bir yer bulma adına araziyi dolaşır. Gözcüler geri döndüğünde her bir üye, önerdiği yeri işaret eden bir tür dans sergiler. Burada koloninin kararını etkileyen şey genellikle gözcünün dansında ne kadar ısrarcı olduğudur. Öyle ki bazı gözcülerin on altı saate kadar dans edebildiği saptanmıştır. Günler geçtikçe, koloni içerisinde bir fikir birliği ortaya çıkmaya başlar. Bazı gözcüler “seçim kampanyasını” bırakırken diğerleri popüler danslardan birisine katılır ve sonuç, çoğunluğun tercihi ile belirlenir.
Hayvanlarda, ileride karşılarına çıkacak seçenekleri onlar adına değerlendirecek bir lideri oylamayla seçmek gibi bir “temsili demokrasi” örneği görülmese de “doğrudan demokrasiye” sıklıkla rastlanır. Bazı türlerde oy hakkı yalnızca bir grup seçkine (yetişkin dişi vb.) özgüyken diğerlerinde tüm bireyler eşit oy hakkına sahiptir. Dolayısıyla oylamaya dayalı seçimler kesinlikle insana özgü değildir. Ancak demokrasinin hayvanlarda da görülüyor olması, onu kendiliğinden değerli bir sistem haline getirmez. Zira gördüğümüz gibi despotizm de hayvanlar arasında epey yaygın ve onun da kendine özgü avantajları vardır. Bu durum, bizi ister istemez despotizm ve demokrasi arasındaki kadim tartışmaya götürür.
Filler ve Kitlelerin Bilgeliği
Eski Yunan filozoflarından Platon, Devlet (Politeia) eserinde despotizm-demokrasi tartışmasını gemi metaforu üzerinden ele almıştır. Platon bu diyalogda, kaptanlık hakkında hiçbir bilgisi olmayan ve gemiyi idare etmenin de deneyim gerektirmediğini savunan cahil çoğunluğun, gerçek kaptanı devre dışı bıraktığı bir gemi hayal etmemizi ister. Ayrıca bu çoğunluk, kendileri gibi düşünenleri ödüllendirirken onlara katılmayanları da cezalandırarak gemiden atmaktadır. Platon hiç iç açıcı olmayan ve batacağı belli bu gemiyi bir ülke gibi düşünmemizi isteyerek yönetim hakkında hiçbir bilgisi olmayan çoğunluğun tercihlerinin ne kadar kötü sonuçlanabileceğine dikkat çekmek ister. Şüphesiz Platon’un böyle düşünmesinde, hocası Sokrates’in %48’e karşı %52 oyla idam edilmesinin de büyük payı vardır. Ancak her ne sebeple olursa olsun Platon, kaptanlığın “havayı, mevsimleri, göğü, yıldızları, rüzgarları ve daha birçok şeyi bilmeyi” gerektirdiğinden hareketle devlet yönetiminin de bir eğitim ve uzmanlık işi olduğuna değinerek bir tür teknokrasiye işaret eder. İlginç bir şekilde filler de Platon ile aynı görüşte. Zira fil gruplarında en yaşlı dişinin lider olması, tam da onun açlık, kuraklık, avcılar gibi birçok konuda yaklaşık 60-70 yıllık bir tecrübeye sahip olmasıyla ilintilidir. Örneğin yapılan araştırmalar, dişi lider ne kadar yaşlıysa sürüyü tehdit eden bir aslan kükreyişine o kadar kısa sürede yanıt verdiğini göstermiştir.
Despotik yönetimler, duyar duymaz kulağımızı tırmalasa da, bazı hayvan gruplarına sağladığı avantajlar onun milyonlarca yıllık seçilimini mümkün kılmıştır. Biraz abartarak ve kişiselleştirmeye başvurarak konuşacak olursak, hayvan gruplarının despotizm “tercihinin” arkasında da bir tür bilgelik vardır. Örneğin zebralarda, grubu su kaynaklarına götürecek lider, daima, yavru sahibi bir dişi olur. Yavrusundan dolayı suya en fazla ihtiyaç duyan ve bunu riske atamayacak en belirgin üye, grubun geri kalanı tarafından da takip edilir. Peki, şempanze gibi tamamen beden iriliğine ve güce dayalı bir hiyerarşinin arkasında ne tür bir bilgelik olabilir? Kimi araştırmacılar bu baskın üyenin grupta merkezi bir rol oynayarak grubun geri kalanını başarılı bir koordinasyon ile bir arada tuttuğunu ve dış saldırılara karşı bu birlikteliğin grup seçiliminde önemli bir rol oynadığını ileri sürmekte.
Hayvanların anti-demokratik eğilimlerine bu kadar övgü yeter. Biraz da şöyle soralım: Demokrasinin arkasında herhangi bir bilgelik yok mu? Elbette var, o da despotizm gibi birçok hayvan grubunda varlığını sürdürdüğüne göre onun da grup seçilimi açısından bazı avantajları olmalı. Hatta bu avantaj çoğu zaman “kitlelerin bilgeliği” olarak adlandırılmakta. Bir gruptaki bireylerin tercihlerinin ortalamasının arkasında nasıl bir bilgelik yattığını anlamak için ise Charles Darwin’in yeğeni olan Francis Galton’ın çalışmalarına bakmamız gerekiyor.
Galton, 1907 yılında panayırlarda yapılan “öküzün ağırlığını tahmin etme” yarışmasında, yarışmaya katılan 787 kişinin sonuçlarını tek tek değerlendirdiğinde öküzün gerçek ağırlığı olan 543,40 kilograma oldukça uzak olduklarını fark etti. Ancak Galton, farklı bir yol izleyerek tüm tahminlerin ortalamasını aldığında 542,95 kilograma yani gerçek değerden yalnızca 450 gram farkla oldukça yakın bir sayıya ulaştı. Yani ilginç bir şekilde bireyler tek tek yanılıyor olsa da, hepsi bir araya geldiğinde oldukça makul bir sonuç elde etmekteydi. Daha sonra yapılan birçok çalışma da bu sonucu destekledi ve grup çeşitliliği ile birey sayısı arttıkça kolektif hatanın azaldığını ortaya koydu. Bu durum, demokrasinin neden bazı hayvan gruplarında “tercih” edildiğini açıklayabilir.
Yakın dönemde Golden shiner (Notemigonus crysoleucas) türü balıklar üzerinde yapılan çalışmalar, kitlelerin bilgeliği açısından müthiş örnekler sunuyor. Balıkların, avcılara görünmemek için ışıklı bölgelerden gölgelere doğru kaçtıkları bilinen bir davranış. Ancak Golden shinerlar yalnız başlarına hareket ettiğinde gölgeyi bulma konusunda inanılmaz derecede başarısız. Öyle ki araştırmacılar, yalnız kalan balıkların, çoğunlukla rastgele yüzüyor gibi bir görünüm sergilediğini ifade ediyor. Ancak grup halinde hareket ettiğinde bu rastgele hareketler, gölgeyi bulan balığın yavaşlaması ve diğer grup üyelerinin de hemen yanındaki komşusuna bakarak hareketlerini düzenlemesi ile kısa sürede grubun gölgeyi keşfetmesini sağlıyor. Yani tek tek bireylerin hataları grup içerisinde elimine ediliyor ve grup kısa sürede en doğru sonuca ulaşıyor.
Hayvanlar aleminden elde ettiğimiz tüm bu örnekleri bir arada düşündüğümüzde despotizm-demokrasi tartışmasının neden yüzyıllardır siyaset felsefesini bu denli meşgul ettiğini daha iyi anlamış oluyoruz. Zira denklemin iki tarafının da kendine göre avantajları mevcut ve nihayetinde hayvan grupları, var-kalım mücadelelerinde kendileri açısından en uygun taktiği bulduğu için hayatta. Lakin insanlar söz konusu olduğunda, henüz sağlam bir çıkış yolu bulamadığımız aşikâr. Geçmişin keyfe keder kimi tiranlıklarından kurtulduğumuz için seviniyor olsak da, dünya genelinde bir grup popülist yöneticinin bizim için faydalı olacak acı reçeteler yerine sonumuzu hızlandıracak şekilde ağzımıza bir parmak bal çalıp koltuklarını sağlamlaştırdıklarına tanık oluyoruz. Üstelik birlikte oylamaya katıldığımız geminin mürettebatı da, bir zamanlar kaptanlık koltuğunu devralan Donald Trump’ın “o kış soğuk geçtiği için küresel ısınmanın olmadığını” iddia ederek etkileyebileceğini düşündüğü kategoriden. Öte taraftan tarih, bu toplulukların bir despota haddini bildirdiği “kitle bilgeliği” örnekleriyle de dolu. Bu ikilem içerisinde biz de, ya Platon gibi tüm insanlık için ideal olduğunu düşündüğümüz bir sistem önereceğiz ya da öğrencisi Aristoteles’e uyarak farklı hayvan grupları gibi farklı insan topluluklarının da kendilerine en uygun yönetim biçimini seçmesi veya yaratması gerektiğini ileri süreceğiz. Ancak kararımız ne olursa olsun, hayvan gruplarının seçim davranışları hakkında daha çok şey öğrendikçe tartışmayı büyük bir hevesle derinleştireceğiz ve (varsa) bir çözüme doğru daha güçlü kürek çekeceğiz.
Bu yazı, ekoIQ’nun 111. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.