Bazı ülkeler mükemmel atık sistemleri kurabilirken, diğerleri başarısız oluyor? Sözgelimi Norveç, %90’lara varan mükemmel bir geridönüşüm sistemini nasıl kurdu? Elbette bu soruların çok katmanlı yanıtları var…
YAZI: Barış DOĞRU
Yıllar yıllar önce, okuduğum üniversitenin iki büyük sosyoloji profesörünün bir paneldeki tartışmasını hatırladım, Norveç’te. Hocalardan biri, “Arkadaşım devleti sevmez, ben severim” diyordu. Devletin baskı aracı yönünü öne çıkartan, sivil toplumun kendi kendini yönetme deneyimlerini daha çok önemseyenlerdendim ben de. Ve o sözü şaşırarak dinlemiştim.
Aradan geçen uzun zamanda, devlet denilen, benimse daha çok kamu yönetimi demeyi tercih ettiğim kurumsal mekanizmanın önemini sanırım daha iyi kavradım. Elbette sivil toplumun, kamusal güçlerin rolü son derece önemli, devletin, yasaların, mevzuatların ve kurumsal geleneklerin oluşmasında. Ancak bunlar, kesin yaptırımlara sahip, herkesin uymasının zorunlu olduğu bir yasal-hukuki düzlem haline gelmediği takdirde, hepimiz her şeyi yapmaya hazır yarı vahşilere dönüşmekte fazla zaman harcamıyoruz.
Döngüsel ekonomiyi küresel ölçekte yaygınlaştırmayı misyon edinmiş, Brüksel merkezli uluslararası bir STK olan Reloop’un misafiri olarak Norveç’in geridönüşüm sistemini yerinde izlerken bunları geçiriyorum bir yandan da aklımdan. Bazı ülkeler mükemmel atık sistemleri kurabilirken, diğerleri başarısız oluyor? Sözgelimi Norveç, %90’lara varan mükemmel bir geridönüşüm sistemini nasıl kurdu? Elbette bu soruların çok katmanlı yanıtları var ama bunların başında, beni üniversite yıllarıma götüren o önemli saptama bulunuyor sanırım: Herkesin uyması gereken, herkesin sorumluluğunu kesin olarak saptayan bir yasa. Bu geridönüşüm özelinde, “kirleten öder” ve “genişletilmiş üretici sorumluluğu” (extended producer responsibility) ilkelerini sözde değil özde hayata geçirmeyi sağlayan yasa, Norveç’te üreticilerin, ürünlerinin ambalajlarını geri kazanmadıkları takdirde ödeyecekleri yüksek bir vergi öngörüyor. Eğer piyasaya sürdüğünüz her tür içeceğin ambalajını %100 toplarsanız hiç atık vergisi ödemiyorsunuz. Ama hiç toplamıyorsanız, hiç de azımsanmayacak bu verginin %100’ünü ödemek zorundasınız. Yani geri toplama oranınız (ve tabii bunu net bir şekilde belgelemeniz), ödeyeceğiniz atık vergisini doğrudan belirliyor.
Bu durumda da, oyunun tüm bileşenleri bir araya geliyor ve mükemmel bir sistem kurmak için canla başla çalışıyor. Norveç’te Infinitum adında çok ortaklı ve paydaşlı bir şirketle, mükemmel işleyen bir depozito sistemi kurmayı başarmışlar. Bu başarının ardında kesin koyulmuş kurallar ve ağır yaptırımların yanı sıra, sıkı bir paydaş katılımı ve evet, yüksek bir teknoloji de var. Barkod sistemi ile her bir plastik su şişesini veya alüminyum içecek kutusunu izleyen, kaçının geridönüşüme döndüğünü, geri dönmeyenlerin hangi ürünler olduğunu saptayan bu yüksek teknoloji, sürekli ürettiği verilerle sistemin durmadan gelişmesini sağlıyor. Infinitum yöneticileri gülerek, “En başarılı kuşak, 40 yaş üstü biracılar” diyor. Kolayca tahmin edilebileceği gibi, en başarısızlar, umursamaz ve tembel genç erkekler çıkıyormuş (Bunları da enerji içeceklerinden tespit etmişler). Şimdi bu en büyük kaçağı, sisteme entegre etmenin yollarını araştırıyorlar (parklardaki atık kutularının yanlarına enerji içeceklerinin sıkıştırabileceği özel yerler yaptırarak tembel gençlere bir alternatif sunmaya başlamışlar).
Aynı soru: Devlet mi, toplum mu? Sanırım bu durum, yumurta ve tavuk ikilemine benziyor. İkisi birbirini doğuruyor, güçlendiriyor. Ve ikisi olmadan diğeri hiçbir işe yaramıyor…