Markaların sürdürülebilirlik çabaları onlara, tüketicilerle kendi değerlerini ve davalarını paylaşma şansı sunar. Bu noktada en önemli mesele markanın sürdürülebilirlik çabalarını kendi hikayesi ve anlatısı ile, bir diğer deyişle kendi mottosu ile birleştirebilmesidir denebilir.
Arzu Deniz AKSOY, [email protected]
İçinde yaşadığımız tüketim toplumlarında vazgeçilmez olan şeylerin en başında hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde tüketim gelir. Günümüz insanı tüketmeden yaşayamadığı gibi, bugünün ekonomik sistemi de tüketim olmadan varlığını sürdüremez ve bizi durmaksızın tüketmeye teşvik eder. Kimi zaman ihtiyaç duyduğumuz için ama çoğu zaman dinmek bilmeyen arzularımızı biraz olsun dizginlemek adına tüketiriz. Fakat unutmamamız gerekir ki, ünlü bir yazarın dediği gibi, “Çok sevdiğimiz şeyler felaketimizi hazırlar” (George R. R. Martin, Taht Oyunları, Epsilon Yayınları).
İklim krizinin kendini giderek daha çok hissettirdiği şu günlerde, şanslıyız ki birçok toplum bu konuda geçmişte olmadığı kadar bilinçli. Bilgiye ulaşmanın oldukça kolay olduğu çağımızda, hemen herkes yaşadığımız problemlerin farkında. Ancak tüketimi ondan vazgeçemeyeceğimiz kadar çok seviyorsak, ge-riye yalnızca tek seçenek kalıyor: O da sürdürülebilir tüketim! Ve ne yazık ki bunu da doğa dostu markalar olmadan başaramayız.
Doğa Dostu Marka ve Tüketici İlişkisi
Günümüzün bilinçli tüketicisi, tüketirken sadece ürünleri değil, aynı zamanda markaların çevresel sorumluluklarını ve sürdürülebilirlik çabalarını da değerlendiriyor. Bu konuda tüketici davranışlarını değerlendiren birçok market araştırması ve akademik çalışmaya ulaşmamız mümkün. Tüm bu bilgiler ve sahip olduğumuz farkındalık ışığında, doğa dostu markaların yükselişi ve tüketicilerin çevreye duyarlı markalara olan ilgisinin artması kaçınılmaz. Basitçe; tüketicinin markaya yönelik tutumu, marka tercihini doğrudan etkileyen faktörlerden biridir dememiz yanlış olmayacaktır. Yani çevre dostu uygulamalar bugün markette bir rekabet unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Uzun lafın kısası, doğa dostu markaların gücü sadece çevreyi koruma taahhütleriyle sınırlı değil. Aynı zamanda tüketicilerin bu markalara olan güvenini ve bağlılığını şekillendiren bir dizi faktörü de içeriyor, yani tüketicinin markaya yönelik tutumunu doğrudan etkiliyor.
Markaların sürdürülebilirlik çabaları onlara, tüketicilerle kendi değerlerini ve davalarını paylaşma şansı sunar. Bu noktada en önemli mesele markanın sürdürülebilirlik çabalarını kendi hikayesi ve anlatısı ile, bir diğer deyişle kendi mottosu ile birleştirebilmesidirdenebilir. Başarılı bir örnek vermemiz gerekirse; hikayesini sürekli gerçekleştiren, yıllardır birçok tüketicinin kalbine taht kurmuş olan Apple, inovatif ve dinamik ruhunu sürdürülebilirlik çabalarıyla birleştirerek, Çevresel İlerleme Raporu (2023) isimli belgede “Her Apple ürününün temelinde geleceğe yönelik bir plan vardır” diyerek ön plana çıkartıyor. Günümüz tüketicisi bir markanın yalnızca ürünlerini değil, aynı zamanda markanın bu ürünleri nasıl ürettiğini, kaynaklarını nasıl kullandığını ve hem süreç boyunca hem de ortaya çıkan ürün ile çevresel etkileri nasıl azalttığını da bilmeyi istiyor. Bu transparanlık tüketicinin markaya olan güvenini artırırken yine aynı tüketicinin sürece dahil olmasına olanak tanıyor. Ve durmaksızın anlam arayan modern insana yaptığı tercihler ile kendi hikayesini oluşturma, bir fark yaratma fırsatı sunuyor.
Daha detaylı ele almamız gerekirse, sürdürülebilirlik çabaları tüketicilere markanın toplumsal bir sorumluluk taşıdığını ve sadece kâr amacı gütmekle kalmayıp markaların çevresel ve sosyal sorumluluklarını da yerine getirdiğini gösteriyor. Örneğin, bir marka sürdürülebilir tarım uygulamalarını benimseyerek doğal habitatları koruyabilir ve çiftçilere adil çalışma koşulları sağlayabilir ya da gelecek yıllarda ulaşmak üzere karbon nötr bir ajanda benimseyebilir. Bu tür etik ve sorumluluk sahibi uygulamalar, markanın tüketicilerle olan bağını güçlendirir; çünkü tüketiciler sadece ürün alışverişi yapmakla kalmadıklarını, değerleri ve misyonları olan bir markayla etkileşimde bulunduklarını ve tercihleriyle bir fark yarattıklarını hissedebilirler. Bu, tüketicilerin sadece ürünleri değil, aynı zamanda markaların değerlerini de satın aldıkları anlamına geliyor. Marka imajını güçlendiren bu etken tüketici güvenini artırırken markaya duyulan bağlılığı da pekiştiriyor. Özetle, markaların sürdürülebilirlik çabaları ve daha yeşil bir yarın için ortaya koydukları ajandalar, markanın sadece geçici bir trende değil, uzun vadeli bir çevresel ve sosyal sorumluluk taahhüdüne sahip olduğunu tüketiciye gösteriyor ve uzun vadede tüketici sadakatini artırıyor. Bu da doğa dostu markaların piyasadaki rekabet avantajını artıran başlıca etkenlerden biridir dememiz yanlış olmayacaktır.
Bağ Kurmanın Anahtarı
Vurgulamakta fayda var ki doğa dostu markaların asıl gücü, sürdürülebilir ürünler ve uygulamalar yardımıyla tüketicilere daha bilinçli ve etik bir tüketim seçeneği sunma, başka bir deyişle, çok sevdiğimiz şeylerin felaketimizi hazırlamadığı bir yol yaratma yetisidir. Sürdürülebilirlik, artık bir lüks değil. Sürdürülebilirlik, markaların başarısı ve uzun vadeli bir tüketici ilişkisi için kritik bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Tüm markaları bu durumun farkına varmaya ve gezegenimizin çağrısına kulak vererek günümüzün ve geleceğin bilinçli tüketicileriyle sağlam bir bağ kurma fırsatının doğa dostu uygulamalardan geçtiğini hatırlamaya davet ediyorum.
Bu yazı ekoIQ’nün 109. sayısında “Doğa Dostu Markaların Gücü: Sürdürülebilirlik ve Güven” başlığıyla yer almaktadır.