Sabancı Vakfı’nın, Türkiye’de toplumsal gelişmeye katkıda bulunan kişilerin farklı alanlarda yaptıkları çalışmalarla yarattıkları büyük etkileri görünür kılarak topluma ilham vermek amacıyla 2009 yılından bu yana desteklediği “Fark Yaratanlar” programı, 10. sezonunu tamamladı. 10 yıldır yaşadıkları çevrede karşılaştıkları sorunları gidermek üzere geliştirdiği projelerle topluma cesaret veren 190 Fark Yaratan’ın videoları, yurt içinde ve yurt dışında 33 milyonun üzerinde izlenme rakamına ulaştı. 10. sezonun biri Bilecik’te biri de Burdur’da dönüşüme omuz veren iki fark yaratanı Bedriye Berber Engin ve Öztürk Sarıca’nın hikayelerini kendilerinden dinledik…
YAZI: Nevra YARAÇ
Sabancı Vakfı’nın desteklediği, 10. sezonunu tamamlayan “Fark Yaratanlar” programının bu yılki fark yaratanlarından biri, Bilecik’in Kurşunlu Köyü’nde yaşayan Bedriye Berber Engin. Çocukluğundan beri kitaplara olan tutkusuyla Bilecik Valiliği tarafından en çok kitap okuyan yetişkin ve Kültür Bakanlığı tarafından “sıra dışı okur” seçilmekle kalmayan Berber Engin, kitaplar sayesinde tanıştığı eko-turizmi kendi köyüne taşıyarak kadınların üretime katılmasını sağlamış ve köyden kente göçü tersine çevirmiş. Kitaplara olan bağlılığının nasıl başladığını şöyle anlatıyor Berber Engin: “Ben köyde yaşadım hep, tarım hayvancılık ve arıcılık yaptım. En iyi bildiğim şey toprağın, doğanın, hayvanların dili. Çok akıllı olduğum için değil de yıllarca bu işi yaptığım için tecrübeliyim. Çok küçük yaşta annemi kaybetmişim. Mutlu çocukluk teorileri ararken hayal kurma ile tanıştım, hayal kurunca çok mutlu olduğumu fark ettim. Okuma yazmayı yeni öğrenmiştim, bir kağıt parçasının üzerinde hayal kuruyordum. Kitabı böylece, farkında olmadan hayatımın odak noktası haline getirmişim. Sonra da bütün hayatım kitabın ekseninde döndü.” İlerleyen yıllarda oğlunun Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanmasının ardından, Berber Engin’in da daha fazla para kazanması gerekmiş. “Yedi tane sağmal ineğim var. Bunun yanında tereyağı, ekşimik yaparak Bilecik kapalı pazarda satmaya başladım. Orada da kitap okuyordum. Bilecik Kütüphanesi’ne yeni atanan müdürün dikkatini çekmiş tezgahımdaki kitaplar. ‘Bunları kim okuyor’ dedi, ‘Ben okuyorum’ dedim. Kütüphaneye davet etti beni, prosedürlerini esnettiler benim için. 10-15 kitap alabiliyordum. Dört sene sonra en çok kitap okuyan yetişkin ödülünü aldım Bilecek Valisi’nden. Ödülümü almaya da tezgahımı bırakıp gittim, şalvarımla. 2012’de de Kültür Bakanlığı beni ‘sıra dışı okur’ seçti. Köyümden doğru dürüst çıkmamışım, Hatay’a kütüphaneler haftasına gittim. Orada çok ilgi gördüm, ‘iyi kiokumuşum’ dedim. Kitabın çok güçlü bir vizyonu olduğunu fark etmeye başlamıştım…”
Eko-Turizm ve Ekolojik Tarım Bir Arada
Sonra da hayalinin peşinde koşmaya başlamış: Eko-turizm. Eko-turizm uzmanları saha çalışmasında Kurşunlu Köyü’ne gelerek köyde eko-turizm yapılabileceğini söylemişler. Berber Engin nerden başlayacağını bilemezken, Tarımda Kadın Eli belgeseli ile insanların kendisini tanımaya başladığını söylüyor. Ardından da kadınları ikna etmeye çalışmış ve başarmış. Köyde turizm için özel yapılmış evlerin olmadığını, herkesin kullandığı evi açtığını, bir odasını kendine ayırarak kalan odalarda misafirleri ağırladıklarını söylüyor. Eko-turizm ile ekolojik tarımı da bir arada götürüyorlar. “Her evini açan atalık tohumlardan bir bahçe yapmak zorunda. Evin arka tarafını sebze, ön tarafını çiçek bahçesi yapıyor. Gelen misafir arka taraftan biberini, domatesini, marulunu koparıp sofraya koyabiliyor. Yerel yemeklerimizi yapıyoruz. Sadece yemek yemeye gelen kesimi de ağırlamamız gerekiyor” diyor Berber Engin. Her hasat mevsiminde salça yaptıklarını, mayıs ayında Hıdrellez, haziran ayında kiraz toplama etkinlikleri düzenlediklerini söylüyor. Şu anda 60 kişi konaklayacak kadar evleri var, evlerini açamayanlar da ekmek, mantı yaparak, tavuğunu, yumurtasını satarak dahil oluyor eko-turizme. Berber Engin kadınların bu durumdan çok memnun olduğunu söylüyor ve ekliyor “Ben de mutlu kadın istiyorum. Kadın mutlu olunca bu herkese, çocuklarına, eşe, evliliğe, her ortama yansıyor bu”. Bütün bu gelişmeler tersine göçü de başlatmış. Dört aile köye dönmüş, iki aile de dönmeye hazırlanıyormuş.
Civar köylerden de danışanlar oluyormuş Berber Engin’e, o da yakın köy gezileri ile üç köyü daha turizme dahil etmiş. Kadınların çok çalıştığını ama emeğinin karşılığını alamadığını, bütün yıl tarlada çalışan, çok yakın olmasına rağmen senede bir kez ilçeye gidebilen kadınlar olduğunu, onlara da dokunmak istediği söylüyor: “Bu bir zincir. İyilik bulaşıcı.”
Köylerinde toplumsal kalkınmaya katkı sağlayacak proje yapmak isteyen kadınlara önerileri ise şöyle: “Sekiz sene oldu biz profesyonel olarak turizme başlayalı. 11 yıl da bunun hayalinin peşinde koştum. Kadınlar kendi gücünün farkına varsınlar. Bir de başarının uçuk kaçık hayallerde olduğunu görsünler. Başka yerde başarı yok. Ben yapabilirim demek lazım. Bir hayalin, bir de cesaretin olacak bunun peşinde koşacak. Ben de zorluklarla karşılaştım, hiçbir şeyden korkmam, çok cesurum, çocukken de böyleydim. Benim rotam kitaptı. Ben hep kadınlara farkımız okumak olsun diyorum. Bir kadın okumalı, çünkü çocuğunu, biberini, domatesini o yetiştiriyor. Her konuya aşina olup okuması şart.”
Lisinia Doğa
Bu yılın fark yaratanlarından, Burdur’da yaşayan ve aile bireylerinin birçoğunu kanser hastalığı nedeniyle kaybeden veteriner hekim Öztürk Sarıca’nın 2005 yılında kurduğu Lisinia Doğa, dokuz alanda dokuz farklı projeyle doğal yaşama katkı sunuyor, bir yandan da bozulan doğanın kanser hastalığına neden olduğunu göstererek insanları doğa koruma konusunda bilinçlendiriyor.
Sarıca, projeye başlarken amacının insanları kanserden korumak olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Veteriner hekim olmam dolaysıyla kimyasallara yabancı değilim. Araştırmalarımda karşıma hep kimyasallar çıktı. Doğadan uzaklaştıkça insanlar daha fazla kanser olmaya başlamışlar. Buna ilişkin neler yapabilirim diye düşündüm. Projenin başında dokuz tane alt proje geliştirdik. Yaban hayvanların rehabilitasyonu ilk projemizdi. Bundan sonra Orman Bakanlığı’na bedelsiz hibe ettik bütün giderlerini karşılamak şartıyla. Akabinde ulusal ve uluslararası gönüllülük projesini başlattık. Türkiye’den ve dünyadan yıllık 1000 kadar gönüllü ağırlıyoruz şu anda. Sonraki süreçte okullara gidip doğa eğitimleri verdik, sonra öğrencileri kabul etmeye başladık. Sayı bizim için yetersizdi, her geçen gün artsa da 17-20 binli rakamların üzerine çıkmadık yıllık olarak. Bu kez Açık Doğa Okulu fikri çıktı. İnsanlar gelsin, gezerken biz onları eğitelim dedik, öyle de oldu. Geçen yıl itibarıyla 200 bine yakın ziyaretçi aldık. Doğa okuluyla eko-turizm bizde birleşti. Görselleri, doğal yapıları kullanarak insanların kafasındaki düşünceleri değiştirmeye çalışıyoruz. Ahşap eğitim kulelerimiz var. Orada kanserin gerçek sebeplerini resimlerle, bozulmuş doğa alanlarıyla anlatıyoruz.”
Özellikle suyla ilgili projelerinin çok önemli olduğunu vurguluyor Sarıca: “Çünkü 93’ten bu yana talihsiz birkaç rapordan dolayı Türkiye’de kesilen keçiler, sonraki süreçte ortaya çıkan et süt açığı, bunu sağlamak için yurtdışından gelen inekler ve bu inekleri beslemek için mısır yonca tarımı nedeniyle yapılan göletler ve sondajlar… Şu an inekler de yok, su da yok. Göller kurumaya başladı. Buna parmak basmaya çalışıyoruz. Susuz yetişen aromatik bitkileri yetiştirmeye başladık. Özellikle lavanta bizim için insanları hem alana çağrıda rol oynuyor hem de görselliği açısından çok önemli. İnsanları büyükbaş hayvancılıktan susuz yetişen aromatik bitkilere yönlendirmeye çalışıyoruz. Bu yüzden de aromatik bitkilerin yağlarını çıkartıp sonra onları nihai ürüne dönüştürüyoruz. Özellikle %95’i kimyasal olan kozmetik konusunda uyarılarda bulunmaya çalışıyoruz. Kanser için çözüm değiliz ama insanlara kanserden uzak yaşamanın yollarını anlatmaya çalışıyoruz.”
Lisinia Doğa’ya girişler ücretsiz. Bireysel ya da gruplar halinde ziyaret edilebiliyor. Doğal ürünler satın alınabiliyor. Projenin modeli sadece Burdur ve Türkiye’de değil, uluslararası alanda da ilgi görüyormuş. Şu anda bir gönüllülerinin İspanya hükümetiyle Açık Doğa Okulu benzeri bir model üzerine çalıştığını söyleyen Sarıca, gösterime dayanan açık doğa okullarının önümüzdeki yıllarda çok önem kazanacağının altını çiziyor: “İnsanları alıp da bir hafta doğa, doğa demenin bir anlamı yok. Sabahtan akşama kadar doğayı kafasına kazısanız bile orada kalmayabiliyor. Ama göstermek başka”.
Doğadaki Her Bozulmuşluk Kanser Sebebi
Proje, Expo 2016 Antalya’da sürdürülebilirlik özel ödülünü almış. Tayvan’da 1500 proje içinde ilk 10’a girmiş, uluslararası jüri özel ödülünü almış ve altı ay boyunca orada tanıtılmış. Modellerinin örnek alındığını ama şube açmak gibi bir dertlerinin olmadığını, amaçlarının sadece bir şeylerin yapılabileceğini göstermek olduğunu söylüyor: “Gösterdikten sonra da bir adım geriye çıkıyoruz, kendileri yapsınlar diyoruz. Sarı karpuz, pembe domates tohumlarını çoğalttık, dağıtımını yaptık bundan yedi yıl kadar önce. Biz o projeye devam etmedik, bunun yapılabileceğini gösterdik insanlara. Bu yıl Türkiye’nin pek çok yerinde yetişen sarı karpuz tohumları bizim tohumlarımız.”
Proje ile nasıl bir fark yarattıklarını şöyle açıklıyor: “Bu evrensel bir proje. Biz hiçbir zaman ‘çevresini değiştiremeyen dünyada bir şeyleri değiştiremez’ diye düşünmedik. Bizim düşündüğümüz şuydu: 100 kişi gelsin bir kişi etkilensin ve o bir kişi başka bir kişiyi değiştirsin. Bazı insanlar tarımsal ilaç kullanımını bıraktılar, yaban hayvanlarına daha iyi davranmaya başladılar. Su konusunda daha dikkatliler, ama asıl etkileri ben ulusalda ve uluslararası platformda görüyorum, çünkü çok arayan var. Bu tabii benim için ümit verici.14 yıldan beri devam ediyoruz. Başta çok sıkıntılar çektik, engellemelerle karşılaştık. Ama son üç dört yıldır Türkiye’nin doğayı koruma gibi bir derdi var. Herkes ‘Haklıymışsın, gerçekten su kalmadı’ diyor. Biz bunun içinde yaşıyoruz. Kutuplardaki durumu, eski nükleer denemeleri, atmosferin nasıl delik deşik edildiğini, nasıl bir ısınmanın içine doğru gittiğimizi inceleyip, sonuçta hesaplamalar ve tahminlerden yola çıkarak küresel ısınmanın etkileri böyle devam ederken hiçbir yerde su artmayacağı sonucuna varıyorsunuz. Burdur Gölü’nü artıracağım, taşıracağım demek yalan olur. Ne yapılabilir? Çekilmeyi yavaşlatabilirsiniz. Bir yetkili bana ‘Dolduramayacaksanız niye uğraşıyorsunuz’ demişti. Biz de dedik ki burası kapalı havza, bu su bittikçe bütün kirlilikler buraya gelecek. Bunlar rüzgarlarla insanları kanser edecek. Ben bunu sekiz yıl önce söyledim. Aynı insanlar iki yıl önce geldiğinde, göl orada iyice çekilmişti, ‘Haklıymışsın bizim gencecik çocuklarımız kanser olmaya başladı’ dediler. Olacaklar, çünkü kapalı havzalarda bütün kirlilikler bir yerde birikir, su kaybı olduğunda da insanların üzerine saçılır. Doğadaki her bozulmuşluk insanlarda kanser sebebi. Yıllardır bunu anlatmaya çalışıyorum. Ne kadar anlatabiliyoruz? Bugün Tayvan’a gittiğinizde benim bahçemi 7 milyon insan ziyaret etmiş, ben ülkemde 200-300 bin ziyaretçi alıyorum. Yıllık 2 -3 milyon ziyaretçi alabiliyorsam bir şeyler iyiye gidiyordur. Ama şu an bunu söyleyemiyorum, o yüzden doğal yaşam hakkında mücadele etmeye devam ediyoruz.”
Yaşamı Doğallaştırmak
Devam etmek için de projenin mutlaka sürdürülebilir olması gerektiğini vurguluyor Sarıca: “Sürdürülebilir olmaktan da şunu kastediyorum: Vahşi kapitalizm çok ciddi anlamda uygulanırken eğer para kazanmayacak bir proje yapıyorsanız o sürdürülebilir değildir, yani hem para kazanacak ve ayakta kalabileceksiniz hem de hedeflerinize ulaşabilmek için kitlelere ulaşacaksınız. Başından beri projenin kendi dinamikleriyle yürümesi, kendisini ayakta tutabilecek kazançlara erişebilmesi için uğraştık. Aksi durumlarda maalesef ki sadece şehirden ‘kendimi doğaya veriyorum’ noktasına geliyor mesele. Yıllardır şu deneniyor, ‘Şehir hayatından bıktım, her şeyi satıp kendimi doğaya vereceğim’. Böyle bir yaşam tarzı yok, çünkü doğa iki üç ay sonra öyle bir çarpar ki insanı… İnsanların yaşadığı ortamı ve yaşamını doğallaştırması gerekli. Düşünceleriniz anlamında yeşilseniz, hayatınız yeşildir. Projelerin illa dağ, taş ya da doğal üretimler olması gerekmiyor. İnsanlık için, hayvanlar için yapılan her şey bence yeşildir. Onu kavrayabiliyorsanız zaten hayatınız doğal hayatın seyrinde devam ediyordur.”
Bu Sezonun İlham Veren 15 Fark Yaratan Öyküsü
Engelsiz Filmler Festivali: Bir grup sinema sevdalısı arkadaşın hayallerinden ortaya çıkan, engelli bireylerin kültürel hayata eşit katılımı için 2013 yılında hayata geçirilen festival kapsamında 300’ün üzerinde film gösterimi yapıldı ve engelli-engelsiz 20 binin üzerinde kişiye ulaşıldı.
Yaşayarak Öğrenme Merkezi (YAŞÖM): 2011 yılında Hülya Denizalp mentorluğunda bir grup genç tarafından kurulan ve bugün 150’ye yakın aktif gönüllüsü bulunan YAŞÖM, öğrenmenin yeri, zamanı ve yaşının olmadığı felsefesiyle geliştirdiği projeler ile binlerce gencin hayatına dokundu.
Mekanda Adalet Derneği: Şehircilik uzmanı Yaşar Adnan Adanalı ve bir grup arkadaşı tarafından kurulan dernek, daha adil, demokratik, ekolojik kent ve kırsal mekanlarda yaşam hedefiyle yaptığı çalışmalarla sivil toplumun kentleşme meselesine katkı sağlamasına yardımcı oldu.
Bedriye Berber Engin: Yaşadığı köyü bir eko-köye dönüştüren Bedriye Berber Engin, Kurşunlu Köyü’nü yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktası haline getirdi. Yaptığı çalışmalar ile köyden şehre göçü durdurup geri dönüşlerin başlamasını sağlayan Berber Engin, Anadolu’daki binlerce köye örnek oldu.
Elazığ Sosyal Yardımlaşma Spor Kulübü Derneği: İsmail Bayraktar öncülüğünde hentbolu bir araç olarak kullanarak dezavantajlı ailelerin kız çocuklarını topluma kazandırmak ve daha bilinçli bir toplum oluşturmak amacıyla çalışmalar yapan dernek, dar gelirli ailelerin kızlarına umut oldu. Onların hem eğitim hayatlarına devam etmesini hem de hentbol sporunda profesyonelleşmelerini sağladı.
Anlatan Eller: Genç bir matematik öğretmeni Pelin Baykan tarafından hayata geçirilen Anlatan Eller, işitme engelli-sağır bireylerin eğitimde fırsat eşitsizliklerine çözüm getirmeyi hedefledi. Binlerce işitme engelli bireyin Türk İşaret Dili’yle matematik öğrenmesine yardımcı olan sosyal girişim, hem eğitim dünyasında hem de işitme engelli bireylerin hayatında büyük fark yarattı.
Hasan Kızıl: Farklı nedenlerden dolayı sakatlanmış, yaralanmış hayvanların, hayata yeniden umutla sarılması için var gücüyle çalışan Hasan Kızıl (Hayat Tamircisi), bugüne kadar kartaldan kaplumbağaya, köpekten kediye kadar 300’e yakın hayvanın hayatına dokundu, onları hayata bağladı.
Alerji ile Yaşam Derneği: Özlem Ceylan öncülüğünde 16 ailenin bir araya gelmesiyle alerji ile ilgili doğru bilinen yanlışları düzeltmek, dayanışmak ve toplumda farkındalık yaratmak üzere kurulan dernek, binlerce ailenin bilinçlenmesine destek oldu, alerjik çocukların ve ailelerinin yaşam kalitelerini artırdı.
Lisinia Doğa: Doğanın kirletilmesi ve bunun yansıması olarak ortaya çıkan kansere karşı mücadele etmek, doğal hayatı sürdürmek ve gelecek nesillere aktarmak üzere Öztürk Sarıca tarafından kurulan Lisinia Doğa, gerçekleştirdiği yüzlerce projeyle doğal dengenin korunmasına yardımcı olarak bölgede yaşayanların hayatında ve ekolojik yaşamın korunmasında büyük fark yarattı.
Atma! Tamir Olsun, Çocuklara Umut Olsun: Muammer Kavazoğlu tarafından, kullanılmayan, arızalı, kırık, bozuk oyuncakların tamir edilerek ihtiyaç sahibi çocuklara ulaştırmak ve onları mutlu etmek için hayata geçirilen proje kapsamında bugüne kadar 3.200 oyuncak tamir edildi ve ihtiyaç sahibi çocuğa ulaştırıldı.
Pozy: Şiddet içeren, üzücü, kötümser haberlerin iyimser ve pozitif haberlerin önüne geçmesinden rahatsızlık duyan Turgay Öztürk ve arkadaşları tarafından hayata geçirilen sadece mutlu eden ve ilham veren haberlerin paylaşıldığı Pozy platformu, haberleri duygu analiz sisteminden geçirerek okuyucuya sunuyor.
Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği: Cinsel şiddeti daha görünür, konuşulur ve tartışılır kılmak için bir grup aktivist tarafından 2014 yılında kurulan dernek, toplumda cinsel şiddeti önlemek amacıyla onay kültürünü yerleştirmek, koruyucu önleyici çalışmalar yapmak ve cinsel şiddetten hayatta kalanlara yönelik destek sistemini geliştirmeye katkı sağlamak için çalışmalar yürütüyor.
Theodora Sevgi Doktorları: Hastanede uzun süre tedavi gören çocukları güldürerek onları hastane ortamından koparıp renkli bir hayal dünyasına doğru yolculuğa çıkaran Theodora Sevgi Doktorları, Türkiye’de faaliyet gösterdiği 20 yıldır 350 binden fazla hastane ziyareti gerçekleştirdi.
Kistik Fibrozis Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (KİFDER): Toplumda hastalığa dair farkındalığın artırılması ve hastalar ile hasta yakınlarının hayatını kolaylaştırmak için kurulan KİFDER, eğitimler verdi, ilaç temini ve tedavi süreçlerinin hızlandırılmasına destek oldu, kistik fibrozis testinin yenidoğan taramasına eklenmesi için çalışmalar yürüttü.
Hakan Yücel (Bisikletli Kütüphaneci): Bisikletinin arkasına monte ettiği römorkuyla Bitlis’in köy okullarını gezen ve hediye ettiği kitaplarla çocuklara yeni dünyalar aralayan Hakan Yücel, bugüne kadar 46 ayrı köy okuluna 1.779 km yolu bisikletiyle pedal çevirerek gitti ve 8.000’e yakın kitap hediye etti.