#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
istanbul kapak

“Doğal Ekosistemlerin Kent Dokusuna Entegrasyonu Sürdürülebilir Kentleşmenin Temelini Oluşturuyor”

Doğal ekosistemlerin kent dokusuna entegrasyonunun, sürdürülebilir kentleşmenin temelini oluşturduğunu belirten Karaoğlu Peyzaj Kurucu Ortağı ve ELCA Başkan Yardımcısı Yasin Otuzoğlu, olası büyük bir deprem durumunda binaların sağlamlığı kadar yeşil alanların erişilebilirliğinin ve işlevselliğinin de büyük önem taşıdığına dikkat çekti. Otuzoğlu, “Afetlere karşı dirençli kentler yaratmanın en etkili yollarından biri, mevcut parkların yalnızca büyüklükleri ve kişi başına düşen yeşil alan miktarlarıyla değil, aynı zamanda peyzaj göstergeleri çerçevesinde de değerlendirilmesidir” dedi.

Elif YAŞAR ÖZYÜREK

Başta planlama olmak üzere bir kentin çevresini, ekonomisini, sosyal ve kültürel yaşamını şekillendirmede peyzaj mimarlığının rolünü değerlendirir misiniz? “Kentleri ve insan yerleşimlerini kapsayıcı, güvenli, dayanıklı ve sürdürülebilir kılma” hedefi çerçevesinde peyzaj alanında neler yapılabilir?

Peyzaj mimarlığı, kentsel planlamada çevresel sürdürülebilirlik, toplumsal fayda ve ekonomik kalkınma arasında bir denge kurar. Ormanlık alanlar, parklar, sulak alanlar ve tarım arazileri gibi doğal ekosistemlerin kent dokusuna entegrasyonu, sürdürülebilir kentleşmenin temelini oluşturur. Örneğin, Berlin’deki “Yeşil Yürüyüş” projesi gibi uygulamalar, kentsel yaşamı hem ekolojik hem de sosyal anlamda iyileştirmenin başarılı örneklerinden.

Peyzajın insan psikolojisine olduğu kadar ekonomiye de olumlu etkileri bulunuyor. İnsanların stres seviyelerini düşüren yeşil alanlar, hastanelerde, örneğin iyileşme süreçlerini hızlandırıyor. Yanı sıra çalışma alanlarında üretkenliği artırıyor ve öğrencilerin odaklanma kabiliyetlerini geliştiriyor. Gayrimenkul ve inşaat sektörüne gelirsek estetik ve fonksiyonel peyzaj çözümleri projelerin değerini artıyor. Ticari alanlara daha fazla ziyaretçi çekerek kârlılığı yükseltebiliyor.

Elbette, bu alanların sosyokültürel katkıları da önemli. Yeşil alanlar, toplumu bir araya getiren sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlere olanak tanıyan ortak alanlar yaratıyor. Peyzaj mimarlığı, hızla betonlaşan dünyada insan ve doğa arasında güçlü bir bağ kurarak, bireysel ve toplumsal yaşam kalitesini artıran çok boyutlu bir meslek disiplini.

Kentleri kapsayıcı, güvenli, dayanıklı ve sürdürülebilir hale getirmek için yeşil altyapı sistemlerinin geliştirilmesi, ağaç kanopisinin yani ağaç gölgelik alanlarının artırılması, su yönetiminin doğru planlanması ve uygulanması, sünger şehirler kurarak zeminlerin geçirimli hale getirilmesi, karbon yutak alanlarının artırılması ve toplumsal fayda odaklı peyzaj çözümlerinin uygulanması gerekiyor. Mavi yeşil koridorlar ve ekolojik ağlar, doğal habitatların sürekliliğini sağlayarak karbon emisyonlarını azaltırken iklim krizine karşı dirençli kentler kurmaya destek oluyor; kentlerde hava kalitesini ve yaşam standartlarını artırıyor.

Biliyorsunuz ki yeşil alanlar kentlerde birer toplanma merkezi. Peyzaj çözümleri, deprem, sel ve kuraklık gibi doğal afetlere dayanıklı kentler oluşturmayı da destekliyor. Şunu da belirtmeliyim ki bu hedeflere ancak kamu ile yerel yönetimlerin kararlılığı ve disiplinler arası işbirliğiyle erişmemiz mümkün.

İklim değişikliğinin etkilerinin izlenmesinde ve hafifletilmesinde peyzaj çalışmalarından nasıl yararlanabiliriz?

İklim değişikliğinin etkilerinin hafifletilmesinde yeşil altyapı ve sürdürülebilir çevre düzenlemeleri önemli bir role sahip. Ağaçlandırma çalışmaları, kentlerde ağaç kanopisi oluşturarak gölge alanlar yaratır ve kentsel ısı adası etkisini azaltır. Bu sayede yüzey sıcaklıkları düşerken bitkilerin buharlaşma yoluyla sağladığı serinletici etkiler kentlerde daha yaşanabilir bir iklim yaratır. Mavi-yeşil koridorlar, su kaynakları ve yeşil alanların bir araya getirilmesiyle hem biyolojik çeşitliliği destekler hem de hava sirkülasyonunu artırarak sıcak hava dalgalarının etkisini hafifletir.

Sünger şehirlerin oluşturulması, yani su geçirgen yüzeyler ve doğal su toplama sistemleri kullanarak yağmur suyunun tutulmasını ve yeniden kullanılmasını sağlar. Bu yaklaşım, hem su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimini destekler hem de buharlaşma ile doğal bir soğutma mekanizması oluşturur. Karbon yutak alanlarının artırılması da çok mühim. Ormanlar, kent parkları ve sulak alanlar gibi doğal ekosistemler, atmosferden karbon çekerek hem havayı temizler hem de erozyonu önleyerek toprağın karbon tutma kapasitesini artırır. Tüm bu uygulamalar, kentsel yaşam kalitesini yükseltirken kentleri iklim krizine daha dirençli ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturur.

Yasin Otuzoglu k
Yasin Otuzoğlu

Kentsel peyzajda sünger şehirlerin oluşturulması etkin su yönetimine hangi çözümleri sunabilir ve sünger şehir modeli nasıl uygulanabilir?

Sünger şehirler, etkin su yönetimini mümkün kılan yenilikçi bir model. Bu modelde, su havzalarının, barajların, sulak alanların ve sazlıkların korunması öncelikli. Mavi-yeşil altyapı projeleriyle doğal su döngüsüne destek sağlanır ve sel felaketleri gibi aşırı yağışların neden olduğu sorunlar azaltılabilir. Yollarda ve kaldırımlarda geçirgen sert zeminlerin kullanılması, tüm yüzeylerden gelen suların yer altına sızmasına olanak tanır. Böylelikle su, bir sünger gibi emilerek su havzalarına, sulak alanlara ve barajlara doğru yönlendirilir ve depolanır.

Bu yaklaşım taşkın risklerini azaltmanın yanı sıra toprağın verimli üst katmanlarının taşınmasını önler ve su kıtlığı için bir alternatif oluşturur. Ayrıca sulak alanların artışıyla biyolojik çeşitlilik desteklenir ve karbon yutak alanları genişletilerek karbondioksitin azaltılması sağlanır.

Kahramanmaraş depremlerinin de gösterdiği gibi ne yazık ki kentlerimiz afetler karşısında dirençli değil ve büyük risk altında. Afet durumlarında kentlilerin sığınacakları açık alanlar hangi özellikleri taşımalı?

Afetlere karşı dirençli kentler yaratmanın en etkili yollarından biri, mevcut parkların yalnızca büyüklükleri ve kişi başına düşen yeşil alan miktarlarıyla değil, aynı zamanda peyzaj göstergeleri çerçevesinde de değerlendirilmesidir. Bu bağlamda parklar, kentlerin bütününde ele alınmalı ve yeniden yapılanma stratejileri geliştirilmelidir. Afetlere hazırlık için parçalara ayrılmış değil, entegre bir yaklaşım benimsenmeli ve yeşil alanlar arasında güçlü bağlantılar oluşturulmalıdır.

Yeşil koridorlar ve bunların oluşturduğu yeşil ağ, afetlere karşı önemli katkılar sağlar. Afet sırasında bu tür ağlar, hızlı tahliye, toplanma alanlarına hızlı erişim ve yaşam destek hizmetlerinin adil ve hızlı bir şekilde dağıtılması gibi kritik işlevleri yerine getirebilir. Bu ağlar, çok işlevli alanlar sunarak sadece ekolojik faydalar sağlamakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal dayanıklılığı artırır ve afetlere karşı şehirlerin hızla toparlanmasını kolaylaştırır. Afet toplanma alanları ve açık alanlar arasındaki bağlantı, bu alanların kullanımını daha verimli hale getirir ve her tür afette etkili bir şekilde kullanılabilir kılar. Dolayısıyla kentlerin afetlere dirençli hale gelmesi için sadece park alanlarının miktarını artırmak yetmez; bu alanların bütünleştirilmiş, birbirini tamamlayan bir sistem içinde işlevsel olması da gerekir. Bu strateji, afet sonrası hızlı müdahale ve yaşam alanlarının sürdürülebilirliği için çok önemli bir temel sağlar.

Milyonlarca insanın yaşadığı, betonlaşmış ve olası yıkıcı bir depremin sürekli dillendirildiği İstanbul’da mevcut yeşil alanlar güvenli ve erişilebilir toplanma noktaları olarak işlev görebilecek mi? İstanbul ve diğer tüm kentlerimiz için bundan sonrasında neler yapılabilir?

Her şeyden önce kentleri insan ve tüm canlıların refahına katkı sağlayacak, iklim krizine dirençli olacak şekilde dönüştürmemiz gerekiyor. Yapılacak yeni yapıların da bu gözle üretilmesi önem arz ediyor. Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde yer alan ve 20 milyonu aşkın nüfusuyla Avrupa’nın en yoğun nüfuslu kentlerinden biri olan İstanbul’un çok ciddi şekilde yaşanabilir bir kent planlamasına ihtiyacı var. Olası büyük bir deprem durumunda sadece binaların sağlamlığı değil, yeşil alanların erişilebilirliği ve işlevselliği de büyük bir önem taşıyor. Mevcut yeşil alanların bu bağlamda güvenli toplanma alanları olabilmesi için, bu alanların birbirleriyle bağlantılı, ulaşılabilir ve güvenli bir şekilde planlanması gerekiyor. Yeşil koridorlar oluşturarak, şehirdeki parklar ve açık alanlar arasındaki erişim kolaylaştırılabilir. Böylelikle afet anında vatandaşların bu alanlara hızlıca ulaşmaları sağlanabilir.

İstanbul ve diğer kentlerde bundan sonra yapılması gerekenler, öncelikle mavi-yeşil altyapı sistemlerinin geliştirilmesi olmalıdır. Bu altyapılar, yalnızca afetlere karşı dayanıklılığı artırmakla kalmaz, çevresel sürdürülebilirliği de destekler. Kent içindeki yeşil alanların artırılması, ağaçlandırma çalışmaları ve geçirimsiz yüzeylerin azaltılması, bu sistemin temel bileşenlerindendir. Ayrıca, yeni yapılaşmalar sırasında nüfus yoğunluğunun arttığı bölgelerde, açık ve yeşil alanların sayısını artırmak ve bu alanları afet toplanma alanları olarak planlamak da önemli. Bu alanlar, afet anında hızlı erişim sağlanacak şekilde düzenlenmeli.

Afetlere dayanıklı şehirler inşa etmek için sağlam yapılarla birlikte insanların fiziksel ve psikolojik sağlıklarını koruyacak alanlar da tasarlanmalı. Yeşil alanlar, stresin azaltılmasında, sosyal etkileşimlerin artmasında ve genel yaşam kalitesinin yükseltilmesinde öncelikli rol oynuyor. Kentlerde afetlere dirençli, sürdürülebilir ve yaşanabilir alanlar yaratmak için yeşil alanların ve toplanma noktalarının yerleşim planlamasında dikkate alınması çok önemli. Bu bütünsel yaklaşım, afetlere karşı hazırlıklı bir şehir yaratmanın da temelini oluşturuyor.