WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Doğa Koruma Direktörü Dr. Sedat Kalem, tüm dünya ile birlikte Türkiye’nin de önünde doğa kayıplarını önleme, iklim krizinin yarattığı kırılganlıkla baş etme ve sürdürülebilir gıdaya erişim sağlama konusunda tarihi bir fırsat bulunduğunu söylüyor.
Pandeminin, sizin çalışmalarınız ve sürdürülebilirlik açısından nasıl bir etkisi oldu?
Saha çalışmalarımızda rastladığımız en önemli kısıt pandemi sebebiyle almamız gereken önlemler oldu. Doğa koruma çalışmalarımızda bu yıl çekirdek ekiplerimizle ilerlemek durumunda kaldık. Tekrar gönüllülerimizle sahada olacağımız günleri umut ve heyecanla bekliyoruz.
COVID-19 salgını aslında bize artık hayatlarımızı eskiden olduğu gibi sürdüremeyeceğimizi gösterdi. Başta insan sağlığı olmak üzere sosyoekonomik yaşamımızı, insani ilişkilerimizi derinden etkiledi. COVID-19’la birlikte, bugüne kadar alışkın olduğumuz günlük yaşam pratiklerimiz, iletişim şekillerimiz, önceliklerimiz değişti. Bu yaşadıklarımızdan her birimizin çıkarması gereken dersler ve üzerimize düşen sorumluluklar var. Neden mi?
Bilim insanları ironik bir şekilde içinde yaşadığımız dönemi artık ‘Antroposen’, yani İnsan Çağı olarak adlandırıyor. Bu çağda iklim değişiyor, okyanuslar asitleniyor, canlı toplulukları hızla yok oluyor. Son 50 yılda dünya genelinde canlı popülasyonları %68 azaldı. Anadolu’daki sulak alanlarımız bir bir kuruyor. Dünya genelinde ortalama sıcaklık artışlarını 1,5 derecede durduramazsak iklim krizinin etkilerini aşırı hava olayları, deniz seviyesinin yükselmesi, gıdaya, suya erişimde zorluklar ve biyolojik çeşitlilik kaybı olarak yaşamaya devam edeceğiz. Üstelik bütün bu değişimler bir insanın yaşam süresi içerisinde ölçülebilecek bir hızla gerçekleşiyor.
Bugün insanlığın sahip olduğu ekonomik, sosyal ve kültürel düzen, dünyamızın bize sunduğu ekolojik temel üzerine kurulu. Sağlığımız, esenliğimiz, refahımız için gerekli temiz havayı, suyu, gıdayı, tıbbi ürünleri ve daha birçok şeyi doğaya borçluyuz. Çok kayıplar verdiğimiz bu zorlu pandemi sürecinin de öğrettiği gibi, gezegenimizin sınırları içinde yaşamayı hızla öğrenmemiz gerekiyor. Adımlarımızı ekosistemleri koruyacak ve onların işleyişini sürdürecek şekilde atmalıyız. Unutmayalım ki, dünyamız ne kadar sağlıklıysa biz de o kadar sağlıklıyız.
Geçtiğimiz yıl hangi alanlarda çalışmalar yaptınız ve önümüzdeki yıl için neler planlıyorsunuz?
COVID-19 pandemisinin yarattığı zor koşullara rağmen 2020’de çalışmalarımızı aksatmadan sürdürmek için daha fazla gayret gösterdik. Sahada yürütülen çeşitli projeleri sürdürürken, gezegenimizin geleceği ve bizleri bekleyen riskler konusunda topluma ve karar vericilere yol gösterici, uyarıcı raporlar yayımladık.
Öncelikle, insan sağlığı ile doğanın birbiriyle yakın ilişkisini ortaya koyan “Doğanın Yok Oluşu ve Pandemilerin Yükselişi” başlıklı raporumuzu kamuoyunun dikkatine sunduk. Bu süreçte yayımladığımız bir diğer önemli rapor, Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) ile Londra Zooloji Derneği’nin (ZSL) iki yılda bir hazırladığı seri kapsamındaki “Yaşayan Gezegen Raporu 2020” oldu. Ne yazık ki, biyolojik çeşitlilik ve sağlığımız için zamanın daraldığını gösteren verileri içeren rapor, son 50 yılda omurgalı canlı popülasyonlarının ortalama %68 azaldığını ortaya koydu. Bu oran orman tatlısu ekosistemlerinde %80’i aşıyor.
Ayrıca biyoçeşitlilik kaybına karşı sürdürdüğümüz çalışmalar kapsamında kara avcılığına son verilmesine yönelik çağrımızın yanı sıra alan bazlı tür koruma çalışmalarımız sürüyor. Bunların başında da denizkaplumbağaları geliyor. Öte yandan yardıma muhtaç yaban hayvanlarıyla karşılaşanlara müdahale konusunda danışmanlık veren “Yaban Hayat Yardım Hattı” da faaliyetine devam ediyor. 2020 yılında plastik kirliliğine yönelik çalışmalarımız da hız kesmeden sürdü. İzmir Büyükşehir Belediyesi ile imzaladığımız Plastik Atıksız Şehirler Ağı (Plastic Smart Cities) protokolü kapsamında Çeşme pilot ilçe oldu. Bu çerçevede WWF’in “Plastik Atıksız Şehirler Ağı”na katılma kararı alan İzmir Büyükşehir Belediyesi, plastik atıkların doğaya karışmadığı kentler arasına 2025-2030 arasında İzmir’in de katılacağını ilan etti.
Diğer yandan deniz tabanını kazıyan, denizaltındaki canlıların ölümüne neden olan terk edilmiş, kaybolmuş ya da atılmış balık ağları sorununa karşı başlattığımız “Hayalet Ağlar” kampanyamız sürüyor. Bu küresel sorunun çözümü için Küresel Plastik Sözleşmesi girişimini destekleyerek hükümetlere, av aracı tasarımcılarına/teknoloji uzman ve üreticilerine, balıkçılara ve halka çağrıda bulunuyoruz.
Pandemi sonrası yeşil iyileşme döneminde dönüştürücü hedeflere sahip projelerimiz, üretim sektörüyle işbirliklerimizde en önemli önceliklerimiz arasında… Yani; kamuya, özel sektöre ve bireylere hem daha yeşil ve hem de kazançlı bir üretimin mümkün olduğunu örneklerle sergilemek. Türkiye’de bu alanda yürüttüğümüz projelerde temel yaklaşımımız kalıcı bir etki yaratmak ve farkındalık oluşturmakla kalmayıp gözlenebilir sonuçlar, yeni iş modelleri ortaya çıkarmak. Buna örnek olarak, Büyük Menderes Havzası’nda özel sektör, finans kuruluşları ve kamuyu bir araya getiren “Tekstil Sektöründe Temiz Üretimin Yaygınlaştırılması” yönündeki çalışmalarımızı, tarımda girdileri azaltırken verimliliği artırmaya yönelik “Akıllı Tarım” ve “İyi Pamuk” projelerimizi gösterebilirim.
Ayrıca kurum çalışanlarının sıfır atık anlayışını sahiplenmesini ve hem ofis içinde hem de dışında yaşam biçimi haline getirmesini hedefleyen “Yeşil Ofis” programımızı yaygınlaştırmaya 2020’de de devam ettik. Yeşil Ofis programımız bugün 100’den fazla işyerinde uygulanıyor ve 15 bin beyaz yakalı çalışan programa katılım sağlıyor. Son olarak, çocuklara ve gençlere yönelik Doğa Öncüleri eğitim programımızda Türkiye genelinde 240 okulda 12.110 öğrenciye ulaştık.
İklim değişikliği ve sürdürülebilirlik bağlamında, sizce sivil toplumun çalışmalarındaki en büyük sorun nedir?
Sivil toplum kuruluşları kamu fonları ve özel sektör kuruluşları ile bireylerden aldığı maddi, manevi desteklerle topluma faydalı olacak çalışmalar yapıyor. Bu desteğin büyümesi ve güçlenmesi için dünyamıza bakış açısının değişmesi önem taşıyor.
2020’de her şeye rağmen gördük kidoğa korumaya bireylerin ve kurumların ilgisi artıyor. Bugün 30 bini aşkın bireysel destekçimiz var. Gitgide daha fazla beyaz yakalı gönüllümüz farklı proje ve programlarımızda yer alıyor. Ancak özellikle AB ülkelerine baktığımızda doğa ve çevre hassasiyeti konusunda Türkiye’de daha gidecek çok yolumuz olduğunu görebiliyoruz.
WWF-Türkiye olarak işbirliklerimizin temelinde bu dönüştürücü bakış açısı yatıyor. İklim krizi ve doğa kaybından kaynaklanan risklere karşı daha güçlü ve hazırlıklı olmak üzere “yeni bir başlangıç” için iş dünyasını da bu ilke doğrultusunda harekete geçmeye çağırıyoruz. Biliyoruz ki gezegenimizin felaketi üzerine bir saadet kuramayız. Artık, her zamankinden daha samimi, daha işbirlikçi, daha etkin çaba göstermeye ihtiyaç var. Doğamızı korurken istihdam yaratmak, yani “yeşil bir iyileşme”yi gerçekleştirmek imkansız değil. Bunun için kolektif hareket çok önemli bir gereksinim olarak ortaya çıkıyor. Karar alma süreçlerinin daha katılımcı ve sivil toplumun, akademinin görüşlerini kapsayıcı olması büyük önem taşıyor.
Sivil toplum ve STK’lar bu sorunun değişimi için neler yapabilir?
Bugün artık yurttaşların bireysel hassasiyetlerini göstermesi ve aktif vatandaş katılımını sergilemesi her zamankinden çok daha değerli ve önemli. Yeni nesil bu konuda çok daha duyarlı. Öte yandan kurumların palyatif çözümlerden, sosyal ve çevresel sorumluluk konusunda klasik yaklaşımlardan kurtulması şart. Bilimin ışığında hemen topyekûn harekete geçmek zorundayız. Yoksa yaşadığımız pandeminin benzerlerini, kuraklıkları, selleri ve daha önce başımıza gelmemiş diğer çevre felaketlerini yaşamaya, risklerle karşılaşmaya devam edeceğiz.
Hiç şüphesiz, yakın gelecekte nasıl bir dünyada yaşayacağımızı bireylerin ve hükümetlerin çabaları kadar, iş dünyasının sergileyeceği paradigma değişimi belirleyecek. Bu noktada, kurumlarıneski iş yapış biçimlerinden vazgeçmesi ve yatırımların doğa üzerindeki bütüncül etkisini gözeten bir bakış açısına geçmesi kritik önem taşıyor. Artık iş dünyası “Nasıl zarar vermeden üretebilirim?” sorusunu sorarak işe başlamalı ve “Doğal kaynaklar üzerindeki etkimi, ekolojik ayakizimi nasıl azaltabilirim?” sorusunun yanıtlarını arayarak sistemini tasarlamalı. Dolayısıyla her şirketin A’dan Z’ye bütün süreçlerini bu yaklaşımla yeniden sorgulaması gerekiyor.
Öngörüler dünya genelinde 2030’a kadar yapılacak 2,7 trilyon dolar tutarındaki doğa dostu yatırım ve teşvik ile 10 trilyon dolar getiri ve 395 milyon istihdam yaratılabileceğini söylüyor. Yenilenebilir enerji yatırımları ve doğa dostu yatırımlar ile istihdam %35 oranında artırılabilir. Tüm dünya ile birlikte ülkemizin de önünde doğa kayıplarını önleme, iklim krizinin yarattığı kırılganlıkla baş etme ve sürdürülebilir gıdaya erişim sağlama konusunda tarihi bir fırsat bulunuyor. Bu fırsatı iyi değerlendirirsek salgın ve benzeri büyük risklere karşı dayanıklılığımızı artırabilir, gıdamızı güvence altına alabilir, istihdam olanaklarını artırabilir, yeşil, adil ve sürdürülebilir bir ekonominin adımlarını atabiliriz.
Karar alıcılarımızdan yerel yöneticilerimize, iş dünyasından bireylere kadar toplumun her kesimine diyoruz ki: Doğanın felaketi üzerine saadet kuramayız. Gelin, doğa ve insan için hep birlikte yeni bir başlangıç yapalım. Yeşil iyileşme ile bir yandan doğayı ve insan sağlığını korurken, daha sürdürülebilir, daha az maliyetli ve daha çok istihdam sağlayan yeni bir ekonomik kalkınma modeli mümkün. Ekonomik teşvik paketlerine, ulaşım, enerji, gıda gibi hayatın birçok alanında doğayla uyumlu seçenekleri içeren, doğayı koruyan, geliştiren ve onaran, yeşil iyileşme unsurunu da kapsayan yeni bir yaklaşım getirmeliyiz. Bu yaklaşımı, pandeminin yol açtığı yıkımdan sonra ekonomileri tekrar inşa etme ve toparlama sürecinin temel parçalarından biri haline getirmeliyiz