Doğayı korumak için yasalarımızın temelinde birbirine bağlılık yer almalıdır.
Haber: Alex May
Çeviri: Cansu Yumuşak
Doğa yok ediliyor ve bunun sonucu olarak da insan yaşamı tehdit ediliyor. Bu milenyumun ilk on yılının iyimserliği gitti, yerini içinde bulunduğumuz vahim durumun bilim insanları ve halk tarafından tam teşekküllü bir takdirine bıraktı. Bu durum hukuk sistemimizi doğa koruma meselesini çeperde değil tam merkezde yer alacak bir şekilde değiştirmeyi içeren radikal bir tepkiyi gerektiriyor. Biyoçeşitliliğe dair en güncel BM Raporu olan Küresel Biyoçeşitlilik Görünümü 5, bu konuyla ilgili yüksek sesli ve net bir alarm verdi.
Söylem
Rapor, 2010 yılında devletler tarafından uluslararası kabul görmüş 20 biyoçeşitlilik hedefinin bir güncellemesi. Hedeflerden hiçbiri tam olarak gerçekleştirilemedi; 20 hedeften yalnızca 6’sı kısmen başarıldı ve 14 tanesi başarısız oldu. Raporu yayınlayan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi İcra Sekreteri’nin uyarısı oldukça açık.
“Dünya’nın canlı sistemleri bir bütün olarak tehlikeye atılıyor. Ve insanlık doğayı sürdürülemez bir biçimde sömürdükçe ve doğanın insanlara katkılarını küçümsedikçe, kendi iyiliğimizi, güvenliğimizi ve refahımızı o kadar zayıflatıyoruz. ”
Bu, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin karbon emisyonlarının 2030 yılına kadar %50 oranında azaltılması için radikal eylemler gerektiğini söyleyen ve “hızlı ve geniş kapsamlı dönüşümler” için çağrıda bulunan 2018 raporunda yapılana benzer bir uyarı.
Boris Johnson kısa süre önce Birleşik Krallık topraklarının %30’unu “Doğa İçin Liderler Taahhüdü”nün bir parçası olarak 2030’a kadar koruma altına almayı taahhüt etse de, tabii ki son on yıldaki başarısızlık göz önüne alındığında bu boş bir söylemdir.
RSPB’nin ( The Royal Society for the Protection of Birds) açıkladığı gibi: “Hükümet, bunları ciddiye aldığına dair bir izlenim yaratıyor, ancak siz eyleme daldığınız anda bunların hiçbirinin pratiğe yansımadığını görebiliyorsunuz”.
Parçalanmış
Felaketten kaçınmak için radikal bir değişimin gerekli olduğunu biliyoruz ve bunu sistem değişikliği olarak düşünmemiz hayati önem taşıyor. Bireysel sorumluluğa dayalı siyasi bir çerçevede, her bireyin üzerine düşeni yapacağına güvenmek yöntemi başarısız oldu; hepimizin içinde hareket ettiğimiz sistemleri değiştirmeliyiz.
Çoğunlukla, önerilen raporlar, hedefler, çerçeveler ve yeni sistemik yaklaşımlarla sosyal, siyasi ve ekonomik açıdan ne tür bir değişimin gerekli olduğunu biliyoruz. Ancak bir sistem olarak hukuk, büyük ölçüde gözden kaçmış durumda.
Hukuk sistemimiz, toplumumuzun ve ekonomimizin iç içe geçmiş bir parçasıdır. İnsan faaliyetlerini ve sosyal ilişkileri yapılandırır ve kendimizi ve dünyayı nasıl anladığımızı etkiler.
Örneğin, hukukun bireysel haklara odaklanma biçimi, bireyci toplum anlayışımızı ve özgürlüğü sorumluluk olmaksızın bireysel hak olarak düşünme biçimimizi yeniden üretir. Yine de hukukun oynadığı bu role rağmen, bu, yaşam tarzımızda kendisi de değiştirilmesi gereken güçlü bir etki yerine, tarafsız ve teknik bir sosyal sistem olarak görülmüş ve çoğunlukla arka planda kaybolmuştur.
İnsanlar birbirleriyle ve doğal dünya ile bağlantılıdır. Yine de toplumumuz, ekonomik modellerimiz ve hukuk sistemlerimiz bizi parçalanmış bireyler olarak görerek bunu kabul etmez.
Uyumlu
Hukuk sistemlerimizde, bireysel (ve kurumsal) haklar birincil yapı taşıdır ve özgürlük hakkında düşündüğümüzde, düşündüğümüz şey bireysel özgürlüktür. Bu yanlıştır: bağlantılı dünyamızda, bireyler yoğun bir ilişki ve ilişkiler ağı içinde yaşarlar. Toplum, bireylerin bir toplamı değil, yoğun, iç içe geçmiş bir ağdır.
Hukuk sistemimiz, bizi birbirimizden ve doğal dünyadan ayrı gören bu kusurlu bireysel modele dayanmaktadır. Bunun yerine, içinde yaşadığımız ilişki ağını tanımak ve değiştirmek için çalışan, bağlantılılığa dayalı bir paradigmaya geçmelidir.
Toplumumuzu oluşturan ilişkiler ağı güçlendirici ve destekleyici veya zararlı ve yıkıcı olabilir. Özgürlük koşulları yaratabilir ve doyurucu ve sürdürülebilir hayatlar yaşamamıza izin verebilir veya bizi boğabilir, istismar edebilir ve sömürebilirler. Hukuk, bunun bir parçası olarak insanları ezmek veya onları özgürleştirmek için kullanılabilir.
Bunu kabul ettiğimizde, hukukun rolünün bu ilişkiler ağını – sosyal, ekonomik ve ekolojik ilişkileri – zararlıdan uyumluya dönüştürmek olması gerektiğini görmeliyiz.
Açık olmak gerekirse, argüman, bu ilişkileri etkilemek için hukukun kullanılması gerektiği ve bunu yapmamızın tek yolunun hukuk olduğu değildir.
Hayat
Bunun yerine, mesele, hukukun zaten toplumdaki her türlü ilişkiyi etkilediği ve hukuk sistemimizin kendisinin ihtiyaç duyulan daha geniş sosyal ve politik değişimin bir parçası olarak dönüştürülmesi gerektiğidir.
Yeryüzü Hukuku, insanlar ve doğanın geri kalanı arasındaki ilişkiye şu anda hukuk tarafından aracılık edildiğine işaret ediyor. Hukuk sistemlerimizde doğa, esas olarak insanlarin sahiplenebileceği, üzerinde hâkimiyet kurabileceği ve talan edebileceği bir mülktür.
Bireyler ve kurumsal aktörler ekosistemleri yok etmekte ve kâr arayışlarında ekolojik zarara neden olmakta özgürdürler. Çevre hukuku ikincildir, neredeyse sonradan düşünülmüştür. Bunun yerine, tüm yasal sistemimizde doğa koruma bir istisna değil bir norm olmalı ve sürdürülebilirlik temel bir ilke olmalıdır.
Yeryüzü Hukuku, bunu ele almak için yasal sistemlerde bir dönüşüm önermektedir; doğayı, ona haklar vererek yasal sistemimizin eşit bir parçası haline getirmek. Bu, doğaya insan aracılar vasıtasıyla kendini koruma yeteneği verecektir.
Doğanın hukuk sistemimizdeki haklarını tanımak, doğayı sadece kullanmamız için bir kaynak olarak değil, kendi başına değerli bir varlık olarak görmemize de yardımcı olacaktır. Aynı zamanda, çevrenin bizim ondan ayrı ve daha önemli olduğumuz bir ‘diğer’ olması görüşü yerine, bizim bu dünyadaki bir yaşam topluluğunun parçası olduğumuz fikrini kültürümüze yerleştirir.
Kişilik
Yasal dönüşüm, bir istisna dışında son on yılda çoğunlukla göz ardı edildi: ekolojik soykırım (ekosit) fikri.
Ekolojik Soykırımı Durdurun kampanyası, doğanın yok edilmesini uluslararası bir suç haline getirmeyi amaçlıyor. Bu çağrı, Yokoluş İsyanı hareketi tarafından kabul edildi ve genç iklim grevciler tarafından istedikleri değişimin bir parçası olarak bundan söz edildi. Ekolojik soykırım bir suç haline getirmek elbette memnuniyetle karşılanır, ancak hukuk sistemimizin ihtiyaç duyduğu dönüşüm çok daha büyük ve Doğanın Hakları gibi fikirlerin henüz daha geniş kabul görmemiş olması utanç verici.
Doğanın yasal hakları dünyanın bazı yerlerinde getirilmiştir. Ekvador anayasasında tanınıyor ve yakında bir doğa rezervini madencilik izinlerinden korumaya yönelik yasal bir itirazda mahkemeye çıkacak.
Yeni Zelanda’da belirli bir nehir sistemine tüzel kişilik verildi ve Kolombiya ve Hindistan’da mahkemeler belirli ekosistemler için haklar geliştirdi.
Dönüştürme
Doğa Hakları, ihtiyacımız olan hukuk dönüşümünün yalnızca bir parçası. Bağlantılılık fikri, bu çerçevenin özü olabilir ve gerekli olan daha geniş çaplı geçişi görmemize yardımcı olabilir.
Yasamız, yalnızca bireysel haklar ve hak iddiaları üzerine olmak yerine, insanlar ve onalrın ekosistemleri arasındaki ilişkilere bakmaya geçiş yapmalıdır. Kendimizi bireysel yerine toplumsal olarak görmek, birbirimizle ilişki kurma şeklimizi değiştirmeye yardımcı olma potansiyeline sahiptir.
Aynı zamanda, hukukun rolünü, bireysel hakları ve bireysel özgürlükleri korumak yerine, toplumumuzu oluşturan ilişkiler ağını dönüştürmekle ilgili olarak da görebiliriz. Bu görüşe göre hukuk, adaletsiz ya da sömürücü sosyal ilişkileri adil, uyumlu ve güçlendirici hale dönüştürmek için kullanılabilir.
Bağlantılı Hukuk projesi, bu fikirleri geliştirmeyi ve nihayetinde ihtiyaç duyduğumuz daha geniş politik ve sosyal değişimin bir parçası olarak hukuk sistemlerimizi dönüştürmeyi amaçlamaktadır.
Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.