Durban’da 28 Kasım-10 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilen 17. BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nın tamamlanmasının ardından, baskıya girdiğimiz güne kadar 20 günden fazla geçti ama tartışmaların tozu dumanı kolay kolay kalkacak gibi değil. Çok çetin ve uzun süren müzakerelerin sonunda bir anlaşma sağlandı ama kimilerince buna bir anlaşma demek bile mümkün değil. Cancun’daki COP16’dan sonra yaptığımız dosyada, “Bardak Boş mu Dolu mu?” diye sormuştuk. Aynı soruyu yine soruyoruz ve bakış açısına göre “Daha da boşaldı veya biraz daha doldu” gibi farklı yanıtlar alıyoruz. Bazı görüşlere göre, hükümetler ipe un seriyor ve zaten hem kendi ülkelerini hem de dünya vatandaşlarının gerçek çıkarlarını temsil etmiyorlar. Dolayısıyla uluslararası bir anlaşmayı beklemenin zaman kaybı olduğuna inananlar bile var. Değişimin motor gücü alttan gelecek; yerel yönetimler, yeşil STK ve şirketler, tüketici eğilimleri ve kamuoyu talepleri, önümüzdeki dönemin temel sürdürülebilirlik öznesi olacak… Ancak bize göre, insanlık ve mavi gezegen öyle hayati bir tehlikeyle karşı karşıyayken, onu veya bunu seçme şansına sahip değiliz. Tavandan veya tabandan, uluslararası müzakerelerden yerel yönetim politikalarına kadar her yerden ve düzeyden, ses çıkarmanın zorunlu olduğu bir noktadayız. Eğer biz, yani dünya yurttaşları örgütlenip itmezsek, ne yerel yönetimler, ne şirketler, ne de ulusal yöneticiler bir milim bile kıpırdamayacak. Sonuç olarak güç bizde, top bizde, seçim bizde… Dünyanın kaderi, tek tek bizlerin, diğer bireyler ve kurumlarla ne kadar uyumlu ve azimli olacağına bağlı. Daha önce başka bir konuda da yazdığımız gibi kazanılacak koca bir dünya ve canlı nesli var; kaybedeceklerimizse gerçekten çok ağır.