Eğitim Reformu Girişimi’nin Eğitim Gözlemevi Koordinatörü Burcu Meltem Arık, “Her şey insan içindir” anlayışının öğretim programlarına hakim olduğunu söylerken, “Bunun tamamen değişmesi ve yalnızca insanı değil, bu gezegeni paylaştığımız yoldaş türlerin de iyi olma halini gözeten bir yaklaşımla mevcut programın alaşağı edilerek yeniden tasarlanması gerekiyor” diyor.
Yazı: Bulut BAGATIR
Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği Dersi öğretim programına eklendi ve 2022/2023 eğitim/öğretim yılında dersler başladı. Daha net bilgilerin ikinci dönem tamamlandıktan sonra ortaya çıkacağını tahmin ediyorum ancak yine de ilk dönemin nasıl geçtiğini sormak isterim. Bunun yanı sıra ders programı hakkında neler söyleyebiliriz?
Ders hakkında neyin nerelerde nasıl kullandığına ve öğretmenlere dair Milli Eğitim Bakanlığı’ndan veri talebinde bulunduk. Bakanlıktan bir yanıt gelmeden bir şey söylemek zor. Çünkü kamuya açık bilgi mevcut değil. Örneğin çocuklar için ölçmenin nasıl yapılacağı hakkında çok açık bir bilgi yok. Bu konular hakkında açıklama bekliyoruz, açıklamanın ardından açık bir çağrı yapıp dersi uygulayan öğretmenleri bulmaya çalışacağız. Bu nedenle ben de şu an kapsamlı bilgiye sahip değilim. Fakat dersin içeriği ilk açıklandığında eğitimciler, ekologlar ve sosyologlardan oluşan bir uzman ekiple birlikte değerlendirdik.
Ders, daha önceki seçmeli Çevre Eğitimi dersinin iklim kazanımlarıyla genişletilmiş hali. Yani Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği dersi oldu. Daha önceki Çevre Eğitimi dersinin çok düşük oranda seçildiğini biliyoruz. Dolayısıyla bu dersin de düşük oranda seçildiğini tahmin ediyoruz ama dediğim gibi şu anda bunu söylemek için çok erken. İçeriğe baktığımızda bazı kazanımlar açısından önemli bulduk. Sonuçta böyle bir dersin olması önemli ama uzmanlar grubu olarak seçmeli olmasa, bütün derslerin içerisine kazanımlar aktarılsa çok daha etkili olacağını düşünüyoruz.
Çok yoğun bir program, bu bütün eğitim programları için geçerli. Derinlemesine herhangi bir programı ele almak ve kalıcı öğrenmeyi sağlayacak süreçler bakımından zorlayıcı olduğunu düşünüyoruz. Programda çocuklar için proje uygulaması var. Bu projeyi izlemek, anlamak önemli olacaktır. Birkaç hafta sürecek olsa dahi nasıl projeler olacağını görmek çok önemli. Dolayısıyla biz aslında dersi bahsettiğiniz gibi ikinci dönemin sonunda etkili değerlendirme şansına sahip olacağız. Mevcut halde öğretim programlarına baktığımız zaman çok yoğun, çok derinlemesine ve kalıcı öğrenmenin zor olacağını düşündük. Başka bir zorluğu daha vardı bu dersin. Özellikle dersi uygulayacak öğretmenler için Öğretmen Bilişim Ağı’nda (ÖBA) 6 saatlik çevrimiçi bir program hazırlandı ve paylaşıldı. 6 saatlik program bu kadar karmaşık bir konu için ne kadar yeterli olabilir? Dersi uygulayacak öğretmenler için daha farklı bir program inşa edilmesi gerekiyor.
Yanı sıra materyal eksikliği de mevcut. Konuyu takip edenlerden biri olarak biliyorsunuz ki çok fazla materyal var. Birçok mitin ve yanlış bilginin yayıldığı, sosyal medyada bilgi kirliliğinin olduğu bir alan. Türkiye’ye özgü, öğretmenlerin kullanabilecekleri materyal sayısı son derece sınırlı. Örneğin bölgesel farklılıkları içeren, öğretmenlerin kendi bölgelerinde iklimin nasıl etkili olduğu ve dolayısıyla ne tür tartışmalar yapabilecekleri ya da çocuklarla ne tür öneriler geliştirebilecekleri, projeler yapabileceklerine ilişkin bilgi son derece sınırlı. Ben bugün Karaman’da bir öğretmen olarak bu dersi uygulasam Karaman’ın iklim değişikliğinden nasıl etkilendiğine ait bilgiye erişimim sınırlı olur. Elbette oradaki uzmanları davet edebilirim ama ders materyali olarak çocuklarla kullanabileceğim materyallerin sayısı sınırlı. Dolayısıyla bu dersin böyle bir handikabı var. Dersin olması, seçmeli olsa dahi son derece önemli ancak ders sınırlı. Milli Eğitim Bakanlığı dersi açmasından kısa bir süre sonra da İklim Değişikliği Eylem Planı hazırladı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı İklim Değişikliği Eylem Planı neler vadediyor?
Eylem planının da kendi içerisinde sınırları bulunuyor ancak yine de çok önemli bir adım. Çünkü daha önceki tartışmalarda iklim değişikliği dersinin yalnızca öğretim programları açısından ele alınmasını son derece sınırlı buluyorduk ve hep bunu söylüyorduk. Eğitim Reformu Girişimi’nde de sıkça vurguluyoruz. Konuya yalnızca öğretmek açısından bakılmamalı. Okul binalarının ya da diğer yapısal öğretmen politikalarının da düzenlenmesi elzem. Okulların onarıcı ve iklim krizini önleyici hale gelmesi gerekiyor. Örneğin güneş panelleri konulacaksa bunu çocuklar da inşa etmeli. Atıklar ve daha özelde gıda atıkları bir sorun değil, çözüm olmalı. Su tutma kapasiteleri de değişmeli. Bu biraz daha alan açıyor. Yeterliliğini elbette ki tartışabiliriz, elbette çok daha iyi olabilir. Bunun için Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu programları geliştirirken sonraki adımlarda bir izleme ve geliştirme yapacaksa eğer davet ettiği uzmanlıkların çeşitlendirilmesi önemli olacaktır.
Bir başlangıç olarak çok değerli buluyorum. Bununla birlikte gerçekten etkili izlenmesi ve stratejinin güçlenmesi gerekiyor. Bence stratejiler ya da öğretim programlarının asıl kritik olan meselesi dersin nasıl ölçüleceği ve nasıl öğretileceği. Bu açılardan henüz açık bir bilgi yok ama talep edildiği durumda gelen yanıta bakarak değerlendirmek gerekecek.
Programın kapsam çerçevesinde çok yoğun olduğundan bahsettiniz. Derinleşme için ise konunun tüm derslerin içerisinde yer alması gerektiğini savunuyorsunuz. Bu, temelde bir değişim ihtiyacını gösteriyor. Ekoloji: Bir Arada Yaşamın Geleceği isimli kitaptaki bölümünüzde Aykut Çoban’ın insanı veya doğayı merkeze yerleştirmeyen merkezsiz düşünüş yaklaşımına vurgu yapıyorsunuz. Bununla birlikte doğa-kültür yaklaşımının altını çiziyorsunuz. Bunların eğitimdeki yansıması nasıl olur?
Eğitimin felsefesinin ve amacının değişmesi gerekiyor. Mevcut haliyle baktığımız zaman eğitim insan merkezli. İnsan merkezlilik içerisinde “Nasıl bir insan?” tahayyülü sorusu oldukça fazla soru işaretine sahip. Eğitim sistemi içerisinde, örneğin evrensel değerlere sahip bir birey hedefi olmakla birlikte bunu programlar içerisinde görmüyoruz. Daha çok belirli bir başarı anlayışı var. Bunun yanında meslek edindirme süreci olarak tasarlanıyor. Çocuklar okusunlar, makul yurttaş olsunlar ve de bir meslek edinsinler. Fakat bunun ötesinde insan bugün bulunduğu krizin içerisinde “Nasıl bir arada yaşayacağız?” sorusunu sormuyor ne yazık ki.
Bu nedenle de hem Aykut Çoban’ın yaklaşımına hem de doğa-kültür yaklaşımına değinmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. “Her şey insan içindir” anlayışı çok hakim öğretim programlarına. Bunun tamamen değişmesi ve yalnızca insanın değil, bu gezegeni paylaştığımız yoldaş türlerin de iyi olma halini gözeten bir yaklaşımla mevcut programın alaşağı edilerek yeniden tasarlanması gerekiyor. Çünkü eğitim yalnızca iklim krizinden etkilenen bir sistem değil, aynı zamanda iklim değişikliğini tetikleyen bir sistem haline gelmiş durumda; hem insanın kendini konumlandırdığı yeri güçlendirmesi hem de binalardan tutun içindeki gıdaların, mevcut atıkların, su ve elektriğin kullanımı açısından.
Dolayısıyla daha bütüncül olarak bakabilmemiz, hem birbirimiz hem de diğer canlılar için bazı sorular sormamız lazım. Böyle bir eğitim anlayışı ile felsefesinin ve amacının kurgulanması ve değişmesi gerekiyor. Bu yapı davranışı çok etkiliyor. Amacı da bir yapı olarak düşünürsek insanın büyük, güçlü ve her şeyin insan için olduğu anlayışıyla yapılmış bir eğitimin yol açacağı davranış bizi bugünkünden farklı bir yere götürmeyecektir. Mevcut halde binaları düşünün; elektrik kullanımını, su tüketimini, atık anlayışını da o yapı etkiliyor. Pandemide o kadar çok okul paketli gıdaya geçti ki birçok okul gıdaya erişemedi, erişebilen okullar da çok ciddi bir atık meselesiyle karşı karşıya kaldı. Dolayısıyla eğitimin amacının ve felsefesinin bu açıdan değerlendirilmesi ve yenilenmesi gerekiyor diye düşünüyorum.
Merkezsizlik konusuna da tekrardan değinmek isterim. Şu anda merkezi bir öğretim programı var. Yani tüm Türkiye’de çocuklar aynı kazanımlarla ve öğrenimle devam ediyorlar. Elbette ki bu fırsat eşitliği bakımından kıymetli ve ilkesel olarak belli kazanımlar ortaklaşabilir. Ancak iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik açısından etkiler her bölgede farklı. Dolayısıyla kendi ihtiyaçları ölçüsünde bir öğrenme süreci yaşamıyorlar. Herhangi bir merkez kavramından biraz uzaklaşarak bölgenin, okulun, hatta o çocuğun ihtiyaçları doğrultusunda tasarlanabilen daha esnek, öğretmene özerklik tanıyan programlar açılması çok önemli.
Son olarak isterseniz biyomimikriden bahsedelim. Biyomimikride üç temel direğe vurgu yapıyorsunuz: Bir Arada Yaşam, Yeryüzüyle Birlikte Öğrenme ve Örmek. Biyomimikrinin üç temel direği eğitimde nasıl bir yer edinebilir?
Bir arada yaşamın çok kritik ve çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kağıt üzerinde elbette böyle değildir ancak şu anki mevcut durumda okullar ayrımcılığı üreten yerler haline geldi, özellikle belli yerlerde, belli topluluklar için. Ötekileştirme son derece kritik bir mesele. Dolayısıyla yalnızca insan topluluklarını değil, insan toplulukları içerisinde ötekileştirilmiş herkesi, bütün toplulukları düşünerek adım atmak gerekiyor. Yanı sıra gezegeni paylaştığımız canlıları da düşünerek adım atmak gerekiyor. Bir arada yaşam yaklaşımını tek bir dünya, evrensel bir dünya olduğu tahayyülünden vazgeçerek yapmak çok önemli. Yine merkez konusuna geleceğiz ama bugün bir evrensel eğitim anlayışı var, hak temelinden bahsetmiyorum. Elbette çocuk hakları temelinde tasarım çok önemli. Ancak ülkelerin kendi koyduğu eğitim yaklaşımında tasarımlar ortak tek bir tasarım. Bütün çocuklar oraya girmek, uymak zorunda gibi bir anlayışla eğitim veriliyor ve bu anlayışla birçok çocuğu kaybediyoruz.
Çünkü bu eğitim sistemi onlara uygun değil. Örneğin göçer topluluklar için uygun bir eğitim değil.
Herkesin başka dünya tahayyülleri olduğunu, bütün farklılıklarla bir arada yaşamanın ne kadar önemli olduğunu ve bu farklılıkları kapsayacak bir anlayışın, hem değer anlayışının hem yaşam anlayışının okullarda hayata geçmesi gerekiyor. Bunun için aslında doğaya bakmak çok önemli. Çünkü doğada birbirinden farklı canlıların nasıl bir arada yaşadığına bakarak öğrenilecek şeyler var. Örneğin “Bir orman gibi kendini devam ettirebilen okullar nasıl mümkün olabilir?” sorusunu sormak oldukça kıymetli.
Tüm bunların dışında, iklim ve biyoçeşitlilik krizleri bakımından dayanışmanın ölüm kalım meselesi haline geldiği bir süreçte olduğumuzu düşünüyorum. Bu noktada hem insan topluluklarının, bizlerin birbiriyle dayanışması hem de canlı türlerle, yeryüzünün kendiyle dayanışmanın çok kritik olduğu bir dönemdeyiz. Bu yüzden yüzümüzü doğaya dönerek, ondan öğrenerek bir arada yaşamanın mümkün olabildiği alanlar açmamız gerekiyor. Böylece hem bu zorluklarla ve krizlerle beraber başa çıkabilelim hem bu krizlerin daha da güçlenmemesi için birlikte çözümler bulabilelim hem de oluşan hasarları onarabilmek için yine bu alanda çalışmalar yapabilelim. Eğitim de elbette ki tek başına bir çözüm değil. Ama bu çözüm süreçlerinde önemli bir paydaş. Eğitimi de bu bakımdan yeniden değerlendirmek çok kritik olacaktır.
Derginin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.