Değişimin hayatımızın her alanında yoğunlaştığı bir dönemdeyiz. İyi bir fikirle fark yaratmanın her geçen gün önem kazandığı bir dönemde, yöneticilerin yaratıcı fikirler üretip farklılaşmak için büyük çaba gösterdiğini görüyoruz. New Orleans merkezli NOVACES yönetim danışmanlık şirketinde İstanbul Temsilcisi ve Proje Yöneticisi olarak çalışan Evrim Veli AY, geçtiğimiz ay Cinius Yayınları’ndan çıkan ‘Sürdürülebilir Tesis Yönetimi’ kitabında bu farklılaşmanın ana hatlarını ortaya koyuyor. “Pek çok sürdürülebilirlik projesi, bırakın işletmelere ekonomik fayda sağlamayı, ek mali yükler getiriyor. Yani ilk amaçlarından biri olan ekonomik alanda fayda yaratamıyor” diyen Ay’ın “Kısıtlar Yönetimi” çerçevesinde önemli noktalara parmak basan makalesini okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Yazı: Evrim Veli Ay
Ülkemizde Tesis Yönetimi alanında kıran kırana bir mücadele ve yarış başladı. Çabuk büyümek isteyen şirketler, satın alma yoluyla şirket evliliklerini ve birleşmelerini tercih ediyorlar. Uzmanlaşmak, odaklanmak, fark yaratmak ve başarılı olmak isteyen diğer pek çok küçük ve orta ölçekli oyuncu da mali olarak kalıcı bir strateji oluşturmaya ve büyümeyi organik olarak sağlamaya çalışıyor. Sürdürülebilir Tesis Yönetimi kitabının asıl amacı da, farklılaşmak isteyen Tesis Yöneticilerine, sürdürülebilirlik konusunda el kitabı olarak yol göstermek olarak özetlenebilir. Özellikle Türkiye’de Sürdürülebilirlik ve Kısıtlar Yönetimi gibi iki önemli uygulamayı ve felsefeyi aynı kitapta bir araya getirmeyi başarmaya ve verilen örnekler sayesinde sistem seviyesinde süreç iyileştirme çalışmalarının bu sektörde de başarıyla uygulanabileceğini ispatlamaya çalıştık.
Bilgi toplumu ve küreselleşmenin getirdiği yüksek rekabet ortamında bazı belirgin temalar doğal olarak oluşuyor ancak henüz hayatlarımızda köklü bir değişim gerçekleşmiş değil. Yeni nesil, her istediğinde istediği kişiyle iletişim kurabiliyor, arkadaşlıklarını sanal bir liste üzerinden yönetiyor, istediğinde istediği bilgiye ulaşabiliyor, sanal ortamda cep telefonlarından ya da bilgisayarından alışveriş yapabiliyor, sunulan hizmetleri 7×24 temin edebiliyor, kullandıkça ödüyor, bilgiyi ne zaman ihtiyaç duyarsa o zaman kullanıyor. Hızın ön plana çıktığı yaratıcı fikirler artık olağan sayılıyor. İşte, “Tesis Yönetimi” alanında bizler böylesi bir zihniyet devrimiyle karşı karşıyayız. Bu kapsamda, yöneticiler de yönetim ve organizasyon paradigmalarını dikkatle gözden geçirmeli ve bu değişimin gereklerini yerine getirebilmeliler.
Ekonomik Fayda Olmazsa Bir İşe Yaramaz
Özellikle son yıllarda ülkemizde gerçekleşen hızlı nüfus artışı, büyük şehirlere yönelmiş daha çarpıcı bir göçün varlığı, sanal ortamda sunulan hizmetlerin çeşitliliği, doğaya saygılı, çevreci ve yeşil bir hayat tarzının benimsenmesi ve bu sürecin sonucunda özgürlükçü siyasi dönüşümler ve değişimler vasıtasıyla pek çok alanda olumlu gelişmeler yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Tesis yöneticilerinin de bu değişimlerden etkilenmemeleri sözkonusu olamaz.
Bu ortamda karşımıza çıkan en önemli trend, “Sürdürülebilirlik” kavramıyla özetlenebilir. İnsanlar satın aldıkları ürün ve hizmetleri, kalite, fiyat, hız, tasarım ve fonksiyon gibi parametrelerle kıyaslamanın yanı sıra, doğaya ne kadar saygılı olduğuyla da değerlendiriyor; çevre dostu bir ürün, eşitleri arasında, biraz daha pahalı olmasına rağmen ilgi görebiliyor. Bu trendin hızla yayılmaya başladığını; olumlu projelerin sayısı az da olsa, iyi neticeler alındığını biliyoruz. Ne var ki, “Sürdürülebilirlik” adı altında üstlenilen birçok proje de, Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) projesi olmanın ötesine geçemiyor. Ve bu görev birçok işletmede izole edilerek kurumsal iletişim birimleri tarafından üstlenilmiş durumda. Ancak sürdürülebilirliğin amacına ulaşabilmesi için, üç hedefine de odaklanması gerekiyor. Yani ekonomik, çevresel ve toplumsal hedeflerinin her birinde belirgin sonuçlar alınması elzem.
Diğer bir gözlemimiz de KSS projeleri adı altında üstlenilen projelerin niteliği, etki ağı, stratejik odağı ve seçimiyle ilgili. Pek çok sürdürülebilirlik projesi, bırakın işletmelere ekonomik fayda sağlamayı, ek mali yükler getiriyor. Yani ilk amaçlarından biri olan ekonomik alanda fayda yaratamıyor. Bunun başlıca sebebi de, İngilizce’de tanımlandığı haliyle triple-bottom-line (üçlü kâr hanesi) kavramının uygulamacılar tarafından anlaşılamaması. Bunun doğal sonucu olarak da projeler doğru seçilemiyor. Tabii diğer bir sebep de stratejik bir yol haritasının eksikliği. Kitabımda bu amaçla hazırlanmış olan Sürdürülebilir Tesis Yönetim Anketi (STYA) ve Stratejik Planlama Modeli’ne de yer verdim.
Üçlü kâr hanesinden belki de en önemlisi, ön şart olarak kabul görmesi gereken ilk adımı, projenin işletmeye ekonomik katkısının olup olmadığıdır. Bu sorgulama önemlidir. Son iki şart (çevresel ve toplumsal fayda) sağlanıyor olsa dahi, eğer ilk şart yerine getirilememişse, sürdürülebilirlik girişimi, şirketin mali bütünlüğünü olumsuz yönde etkileyecektir. Bu üç fayda arasında yaşanan potansiyel bir çatışma, projenin doğru seçilemediğinin en belirgin göstergesidir. Oysaki üçlü kâr hanesiyle sağlanması gereken koşul, kazan-kazan durumudur. Günümüzde kazan-kazan durumunun oluşturulamadığı birçok örnekle sık sık karşılaşıyoruz.
Bu nedenle, sürdürülebilirlik hızla gelişen bir konsept olmasına rağmen, hâlâ birçok şirket, uygulamada ölçülü bir yaklaşım benimseyemiyor. Bu yaşanan darboğazın aşılmasına katkı sunacak bir çözüm olarak kitapta “Sürdürülebilir Tesis Yöneticileri”ni, proje ve iş süreçlerinde sistem seviyesinde performans iyileştirmesi yapabilmelerini sağlayan ve proje seçimlerini kolaylaştıran önemli bir araçla tanıştırıyoruz: ‘Kısıtlar Yönetimi’.
Kısıtlar ve Fırsatlar
Özellikle ABD’de bu gibi uygulamalar hızla kabul görüp yaygınlaşmalarına rağmen, sistem seviyesinde performans iyileştirmesi uygulamalarına ülkemizde henüz rastlanmıyor. Sistem seviyesinde elde edilen iyileştirmeler, büyük ölçekli çabaların neticesinde değil, küçük ve iyi odaklanmış, sürekli süreç iyileştirme programlarıyla elde edilir. Sistemli düşünmeden hareket ettiğimizde bazı kısa süreli lokal iyileştirmeler sağlansa da, uzun süreli sürdürülebilir iyileştirmeler sağlamak oldukça zordur. İşte bu noktada yardımımıza sistemsel bir bakış açısı sunan “Kısıtlar Yönetimi” yetişmektedir. Sürdürülebilirlik felsefesini tamamlayıcı özellikler taşıyan bir yaklaşım olan Kısıtlar Yönetimi Teorisi, Eliyahu M. Goldratt ve arkadaşları tarafından geliştirildi. Herhangi bir sistemin performansının artırılması aşamasında, sistemin performansını en çok engelleyen kısıdın bulunması, yönetilmesi ve ortadan kaldırılması konusunda oluşturulmuş disiplinleri içeren bir teoridir.
Pek çok endüstride başarıyla uygulanmış olan “Kısıtlar Yönetimi”nin en çok bilinen iki çözümüne kitabımda geniş olarak yer verdim. En çok uygulama şansı bulmuş olan bu çözümlerden ilki Dinamik Envanter Yönetimi (Dynamic Inventory Management), ikincisi de Kritik Zincir Proje Yönetimi’dir (Critical Chain Project Management). Her iki uygulamanın da “Sürdürülebilir Tesis Yöneticileri” tarafından kolayca adapte edilebileceğini bildiğim için paylaşmanın önemli olacağını düşündüm.
Kısıtlar Yönetimi, bir zincirin en zayıf halkası kadar güçlü olabileceğini, zincirin halkalarını tek tek güçlendirmeye çalışmak yerine, aralarındaki en zayıf ilişkilere ve bağlantılara odaklanmayı en akılcı çözüm olarak görür. “Kritik Zincir Proje Yönetimi” de benzer şekilde, herhangi bir projede sadece kritik zincire odaklanılması gerektiğini öngörür. “Kritik Hat” üzerinde eğer çoklugörev (multitasking) yapılmıyorsa bu hataya kısaca Kritik Zincir denir.
Tesis yöneticilerinden önümüzdeki dönemde sürdürülebilirlik konusunda, yaratıcı projeler geliştirmeleri bekleneceği çok açık. Sürdürülebilirlik üzerine araştırma ve geliştirme faaliyetleri gerçekleştiren, doğal kaynakların daha verimli kullanımını ön plana çıkaran, çevreci yönetim araçlarını benimseyen, karbondioksit salınımlarını azaltmak üzere tedbirler alan, enerji tasarrufunu stratejik bir amaç olarak belirleyen, atık dönüşümünü çevreye saygılı bir şekilde gerçekleştiren, inşaat malzemelerini doğaya saygılı ürünlerden sağlamaya özen gösteren, temizlik malzemelerinin seçiminde hassas davranan, alternatif enerji yöntemleriyle elektriğini üretmeye çalışan ve bu bilincin oluşması için gereken bütün tedbir ve sorumlulukları alan tesis yönetim şirketlerini tercih edeceklerdir. Artan talep ve beklentiler doğrultusunda, insanların sürdürülebilirlik konusunda bilimsel yaklaşımlar geliştiren, araştırma faaliyetlerinde bulunan, bilgi üretip yayan şirketlerle duygusal olarak iletişim kurmaları da kolaylaşacaktır.
Tesis yönetimi işiyle ciddiyetle uğraşan profesyoneller, görev aldıkları organizasyonları sürdürülebilirlik felsefesi için ideal bir laboratuvar olarak düşünmelidirler. Sürdürülebilirlik, yönetim kadrosunun her kademesinde benimsenmelidir. Ancak bütün iş süreçlerini ve projelerini bu kavram doğrultusunda yeniden gözden geçiren ve günün sonunda her çalışanın karbondioksit salınımının azaltılması yönündeki katkılarının net bir şekilde belirlenebildiği şirketler bu yaşam felsefesini kusursuz bir şekilde hayata geçirebilecekler.
EKOIQ Dergisi Eylül 2012 SAYI: 21